(Öncesi var)
Gün çok sıkıcıydı! Adam
işinden kendini dışarı attığı an derin bir oh çekti. Duvarlar gün boyunca
üstüne gelmiş ve içini daraltmıştı. Rutin bir işgünü olmasından başka bir farkı
yoktu aslında. Ama o içinde kabaran sıkıntılarla da harmanlayarak işin rutin ve
yeknesak süreğenliğine, içsel sıkıntılarını da katmış ve bu onu gün boyu
germişti. “Olsun” dedi aracının olduğu yere doğru adımlarını atarken.
Her biten gibi gün de bugün bitmişti işte.
Gün ne ki, yaşam bitiyor an
geldiğinde diye düşündü. Ya da aşklar...
Adam tüm gün işini bir robot
gibi yapmış, yılların verdiği tecrübeyle oluşan yetilerini kullanarak, bir
yandan telefonda ya da bilgisayardaki işlerini sürdürürken, beyninin bir tarafı
ile durumunu irdelemiş, sessizce içinden cümleler kurmuş ve başından geçenleri
analiz etmeye çalışmıştı. Başlaması gibi bitmesi de doğaçlama olan yaşanmışlığı
gün boyu irdelemişti. Oysaki bu yaşananlar; saman alevi tanımlaması ile
nitelendirilemeyecek bir durumdu.
Ama bir orman yangını da
olmadığı kesindi…
İz kalır mıydı bu yangının
ardından? İşte yaşadıklarının durum ya da hasar tespitini henüz yapamadığı ya
da yapamayacağını anlamıştı. Elbette ki bu zaman geldiğinde değerlendirmeyi
yapabileceğini biliyordu ama zaman şimdi değildi, bunu daha sonra
yapacaktı...
Kişinin kendi yetilerini,
edinimlerini ve donanımlarını ve de erdemlerini bilmesi çok güzeldir. Bunu
kibir ya da büyüklük psikozu ile değerlendirmemek gerekir.
Kişinin kendini bilmesinden
büyük bir meziyet hatta erdem olabilir mi?
Ne olduğunu ve neler
yapabileceğini biliyorsan ve bunu usunun süzgecinden geçirerek
özümseyebiliyorsan, tümden olmasa da insanlaşma mesleğinde bazı merdivenleri tırmandın
demektir! Kendinde olmayanı, içinde olmayanı aramamanın doğruluğu kadar,
kendini bilmenin ve ne kadar ve nerede olduğunu bilme gerçekliğinin kişiye çok
pozitif katkısı olur…
Bu bağlamda düşünerek ve o
geçirdiği ruhsal kazanın hasar tespitini mutlaka yapması gerektiğini de idrak
ederek bundan kaçmadığını, bununla ilgili kendiyle yüzleşmekten de kaçmadığını
ama sadece bunu daha sağlıklı yapabilmek adına ötelediğini biliyordu.
Bunu için de böyle düşünmüş
olmasa da beyninin arka planda çalışan katmanının bu emri verdiğini ve sürecin
böyle işlediğini de çok iyi biliyordu.
Peki, şimdi bu düşünceler
neydi? Bir şeyler yaşanmıştı ve tabi ki ortada bir vaka vardı. Aslında bunu
tümden akla getirmemek daha kötüydü ve bu daha sonra içinde ruhsal bir travmaya
neden olabilirdi.
Bir ara iş arkadaşlarından
biri ona “Kafanda bir şey mi var?” diye sormuş ama o buna sadece
kafasını iki yana sallayarak hayır yanıtını vermişti. İnsanlar, günlük ve
özellikle iş yaşantılarında, bir yandan kafalarındaki o kadar çok tali sorunla
boğuşuyorlar ve o kadar çok sorunlu insan var ki...
Bu süreçte; döngüsel olarak
sorunlarla boğuşmak çok zaman da kişinin usunu esir etmeye ve kendisi
tarafından, kendi doğrularını ortaya koyarken yaptığı yanlış tespitlerle ortaya
çıkmaktadır. Bu kez de döngüsel nedenselleştirme kavramı ile açıklanabilecek
olan ama içinde salt gerçeği barındırmayan palyatif tespitler ortaya
çıkmaktadır.
Fakat gün zaten yaşamı
palyatif yaşayanların günü değil mi ki?
Bir kredi kartını, başka bir
kredi kartı ile kapamak ne anlam içeriyorsa, bir soruna döngüsel
nedenselleştirme ile ve sabit fikirle oluşmuş bir çare bulmayı ve bunu
mutlaklaştırmayı aynı şekilde açıklamak mümkündür.
Toplum okumuyor, dinlemiyor,
dinlemeyi bilmiyor. Karşısındakine saygı duymayı hiç bilmiyor. İthal
alışkanlıklar etrafı sardı...
Okumuyor’dan kasıt: İnç ile
tanımlanan bir ekran karşısındaki bağımlılık...
Dinlemiyor’dan kasıt:
arabeskin, lahmacun müziğinin kol gezdiği bir ortam...
Dinlemeyi bilmiyor’dan kasıt
ise sadece “saygı” ile tanımlanabilecek bir durum.
"Özenti, özenti,
özenti"... Bu Napolyon’un “para, para, para” söylemi ile
karşılaştırılabilecek bir durum... Zira özenti ile para doğru orantılı...
Özenti çok para azsa: Ona da palyatif çözümle “A” kartından “B”
kartına doğru bir refleks her sorunu çözebilmekte... Aynen günümüzde
yşanan anlık ilişkiler gibi…
İthal davranış biçimleri; 25
yaşında bir genç ile 55 yaşında bir olgunun neredeyse aynı şekilde davranmasına
neden oluyor. Aslında neden demek de artık doğru değil nedensel irdelemelerde
sorunsal bir mesnet bulunur. Ya da neden ile sorunu yer değiştirmek mi gerekir?
Zira 25’likle, 55’liğin,
hatta 60’lığın aynı şekilde davranmasına neden olan sebep de aynı!
İthal davranış biçimlerine
olan özenti ve bunlara olan müptelalık...
“Alışveriş Merkezi”
toplumu olundu. AVM’ler sürekli açılıyorlar. Şu internetten gelen kısaltma
alışkanlığına ya da jargonuna AVM’ler de kendi sıfatlarının tanımlamasıyla
katıldılar. Tek tip insan yaratıldı/yaratılıyor. Yaş aralığı ne olursa olsun,
aynı düşünen, aynı giyinen, aynı davranan, kabalığı özendiren, saygıyı
törpüleyen, saygısızlığı ve kabalığı bir erdemmiş gibi gösteren hatta özendiren
bir durum var!
Her alışveriş merkezinde aynı
kafe, aynı hamburger, aynı v.s, v.s...
Tek tipliliğe doğru atılan
adımlar.
Zincir takma, erkeklerde
kulaklarda “küpe”, kollarda “dövme”...
Bir araştırmaya göre, birçok
negatif tespite ilave olarak dövme yaptırmanın “teşhircilik” olduğu
ortaya konmuş. Erkeklerde, şekiller arasında dirsekten bileğe kadar ne
anlam olduğunu da bilmeden, “Runik Alfabe” ile yazılmış bir cümle ya da
kadınlarda “görünen” bir tarafında bir dövme yaptırmak özenti
sınırlarını aşmış durumda, neredeyse yaptırmayana kötü gözle bakılacak!
Sadece dövme yoluyla değil giyim
kuşamla da “özenti” ile “teşhircilik” var.
Aynı özenti evcil hayvanlarla
da yapılıyor… Hayvanlar sevilmeli ve korunmalı, elden geldiğinde beslenme ve
barınmaları sağlanmalıdır. Aynı dövme gibi evcil hayvanlar edinmekte de “özenti”
ile “teşhircilik” var zira…
Çevresinde bulamadığı sevgiyi
evcil hayvanlarda arayanlar da az değil… Ancak vahim olan; bu tipler edindiği
bir evcil hayvandan sıkıldığında, arabayla uzak bir noktaya bırakıp kaçıyorlar!
Adam birdenbire nereden
nereye düşünmeye başladığını fark etti ve şaşırdı. Yaşadığı bazı negatif
olayları düşünürken neden toplumsal paradigmaları düşünmeye başladığını
sorguladığı anda bir baktı ki aracına binmiş ve neredeyse evine varmış
bile.
Ama bu durum çok hoşuna
gitti. Üzenindeki stres kalkmıştı... Hızlı bir şekilde bir şeyler atıştırdı ve
uzun bir banyo yapmaya karar verdi. Çok uzun bir süre sıcak suda hareketsizce
durdu, daha da gevşedi. Bu süre içinde yine o geçen olayı düşündü ve de bunu
toplumsal davranışlarla karşılaştırmaya, bir sentez çıkarmaya çalıştı.
Yaşananların bir edinimi tabi ki olmalıdır. Yaşanmışlıkların birlikteliklerin
süregeldiği esnada oluşan karşılıklı duygudaşlığın, (empati) oluşacak
ortak paydaların çokluğu ya da azlığındaki yeri yadsınamaz. Ve bu bağlamda;
birlikteliğin süregelme esnasında geçen zaman için de kimsenin hayıflanmaması
gerekir.
İki kişi bir aradaysa, her
iki taraf; o an ve süregeldiği zamana kadar bunu istemiştir.
Bunun ötesinde ise bir bitiş
varsa, buna olay demek doğru mudur? Çünkü bunu da iki kişi istemiş en
azından taraflardan biri istemiştir.
Bu tür yaşananlar olay
değildir! Kaza ise hiç değildir!
“Bu çok yanlış bir
tanımlama oldu” dedi kendi kendine. “Yaşanmış ya da geçmiş şeklinde bir
ifade buraya çok daha şık otururdu” diye de yüksek sesle konuştu. Ve o an
şunu da düşündü: İnsanın içinde ne kadar yüksek sesler oluşuyor ve ne kadar
içsel gürültüler ile boğulmak/boğuşmak söz konusu oluyor.
İşte bu tam olarak içindeki
kavganın sesleridir ve kişi eğer içindeki kavgayı yenmişse o zaman kendini
bilmesi ve bunun farkındalığında olmasından daha güzel ne olabilir ki? Yaşamın
güzelliğinin farkındalığında olmak ise gerçekten çok güzel bir yetidir.
Düşünme jimnastiği (düşünce
jimnastiği değil) ile zaman aktı gitti. Banyodan çıkmış, oturma
odasında soğutulmuş bir kadeh beyaz şarabın arkadaşlığında bu düşünme
jimnastiğini sürdürdüğünü anlık bir spot olarak gördü ama hızını kesmedi ve
düşünmeye devam etti.
Ötelemişti...
İçindeki sorgulamayı
ötelemişti...
Sorgulayacak ve bir analiz
yapacaktı ve de yapmalıydı da ama daha sonra yapacaktı...
Bu; onun için kendi değer
yargıları ve değer yargılarına olan bağlılığı açısından fevkalade önemliydi.
Uyumadan önceki süre içinde, günle ya da bir anlamda kendinle hesaplaşma
anında, kendine verebilmesi gereken yanıtı bulma adına o analiz yapılacaktı ama
şimdilik ötelenmişti.
Bazen tepkisel davranışları
ötelemek ve bunları başka bir sunuşla ortaya koymak ve birliktelikleri
sürdürmek daha iyi değil mi?
Değil!
Kişiliği oluşmuş bireylerde,
dolayısı ile de oluşmuş prensipler vardır. Kişide bazı algılar artık prensip
olarak tanımlanabilecek bir düzeye gelmişse, kişi bundan ödün vermemelidir.
Ödün zaten adı içinde
prensiplerin ortadan kalması ile açıklanabilir ki o zaman da kişiye kendi
prensibi olarak ortaya koyduğu bu durum için “Demek ki bu durum senin
prensibin” değilmiş şeklinde bir tenkit yapılabilir.
Herkesin kendi doğrusu olmalı
ve buna saygı gösterilmeli, duygudaşlık ile varılamayan ortak payda olmadığında
ise yollar ayrılmalıdır, ayrılmalıdır ki uyumadan önce yapılan gün
hesaplaşmasında kendini kendin karşısında ezdirmeyesin.
Bu yorumlamaya bir anlam
veremeyenlerin yüzdesi mutlaka çok olacaktır!
Bu çoklukta yer alanlar bir
uzman, örneğin bir sosyolog tarafından irdelenirse; görülecektir ki bu çokluğun
yaklaşık tümü “AVM” kültürüne ve ithal özentilere uslarını tutsak
edenlerdir…
Adam için uyuma zamanı geldi
ve yatağına uzandı. Yaşamın gerçeklerini bazen mizahla, bazen de ironik
yaklaşarak kabul etmek, yaşam denen ve gerçekten zor olan bu sanatı sürdürmeyi
kolaylaştırmaktadır. Bu bağlamda aklına bir şey takıldı ve karanlık odada
dudakları müstehzi bir şekilde gülümsedi.
Kafasını meşgul eden ya da bu
düşünme jimnastiğine neden olanın bazı durumlarda zorlanacağını, mesela bazı
yiyecekleri görmesinin anımsamalara neden olacağını biliyordu.
Ve bir şeyi daha çok iyi
bildiğinin farkına vardı! O kişi bundan sonra, eğer birliktelikleri olursa; bu
birlikteliklerdeki birleşmelerinde de anımsayacaktı...
Adam uyudu...
(Devam edecek)
25 Ocak 2011