28 Temmuz 2014 Pazartesi

GÖLÜN KENARINDAKİ ADAM (4) Bojidar Çipof



(Öncesi var)


Gün çok sıkıcıydı! Adam işinden kendini dışarı attığı an derin bir oh çekti. Duvarlar gün boyunca üstüne gelmiş ve içini daraltmıştı. Rutin bir işgünü olmasından başka bir farkı yoktu aslında. Ama o içinde kabaran sıkıntılarla da harmanlayarak işin rutin ve yeknesak süreğenliğine, içsel sıkıntılarını da katmış ve bu onu gün boyu germişti. “Olsun” dedi aracının olduğu yere doğru adımlarını atarken. Her biten gibi gün de bugün bitmişti işte.

Gün ne ki, yaşam bitiyor an geldiğinde diye düşündü. Ya da aşklar...

Adam tüm gün işini bir robot gibi yapmış, yılların verdiği tecrübeyle oluşan yetilerini kullanarak, bir yandan telefonda ya da bilgisayardaki işlerini sürdürürken, beyninin bir tarafı ile durumunu irdelemiş, sessizce içinden cümleler kurmuş ve başından geçenleri analiz etmeye çalışmıştı. Başlaması gibi bitmesi de doğaçlama olan yaşanmışlığı gün boyu irdelemişti. Oysaki bu yaşananlar; saman alevi tanımlaması ile nitelendirilemeyecek bir durumdu.

Ama bir orman yangını da olmadığı kesindi…

İz kalır mıydı bu yangının ardından? İşte yaşadıklarının durum ya da hasar tespitini henüz yapamadığı ya da yapamayacağını anlamıştı. Elbette ki bu zaman geldiğinde değerlendirmeyi yapabileceğini biliyordu ama zaman şimdi değildi, bunu daha sonra yapacaktı... 

Kişinin kendi yetilerini, edinimlerini ve donanımlarını ve de erdemlerini bilmesi çok güzeldir. Bunu kibir ya da büyüklük psikozu ile değerlendirmemek gerekir.

Kişinin kendini bilmesinden büyük bir meziyet hatta erdem olabilir mi?

Ne olduğunu ve neler yapabileceğini biliyorsan ve bunu usunun süzgecinden geçirerek özümseyebiliyorsan, tümden olmasa da insanlaşma mesleğinde bazı merdivenleri tırmandın demektir! Kendinde olmayanı, içinde olmayanı aramamanın doğruluğu kadar, kendini bilmenin ve ne kadar ve nerede olduğunu bilme gerçekliğinin kişiye çok pozitif katkısı olur…

Bu bağlamda düşünerek ve o geçirdiği ruhsal kazanın hasar tespitini mutlaka yapması gerektiğini de idrak ederek bundan kaçmadığını, bununla ilgili kendiyle yüzleşmekten de kaçmadığını ama sadece bunu daha sağlıklı yapabilmek adına ötelediğini biliyordu.

Bunu için de böyle düşünmüş olmasa da beyninin arka planda çalışan katmanının bu emri verdiğini ve sürecin böyle işlediğini de çok iyi biliyordu.

Peki, şimdi bu düşünceler neydi? Bir şeyler yaşanmıştı ve tabi ki ortada bir vaka vardı. Aslında bunu tümden akla getirmemek daha kötüydü ve bu daha sonra içinde ruhsal bir travmaya neden olabilirdi. 

Bir ara iş arkadaşlarından biri ona “Kafanda bir şey mi var?” diye sormuş ama o buna sadece kafasını iki yana sallayarak hayır yanıtını vermişti. İnsanlar, günlük ve özellikle iş yaşantılarında, bir yandan kafalarındaki o kadar çok tali sorunla boğuşuyorlar ve o kadar çok sorunlu insan var ki... 

Bu süreçte; döngüsel olarak sorunlarla boğuşmak çok zaman da kişinin usunu esir etmeye ve kendisi tarafından, kendi doğrularını ortaya koyarken yaptığı yanlış tespitlerle ortaya çıkmaktadır. Bu kez de döngüsel nedenselleştirme kavramı ile açıklanabilecek olan ama içinde salt gerçeği barındırmayan palyatif tespitler ortaya çıkmaktadır.

Fakat gün zaten yaşamı palyatif yaşayanların günü değil mi ki?

Bir kredi kartını, başka bir kredi kartı ile kapamak ne anlam içeriyorsa, bir soruna döngüsel nedenselleştirme ile ve sabit fikirle oluşmuş bir çare bulmayı ve bunu mutlaklaştırmayı aynı şekilde açıklamak mümkündür. 

Toplum okumuyor, dinlemiyor, dinlemeyi bilmiyor. Karşısındakine saygı duymayı hiç bilmiyor. İthal alışkanlıklar etrafı sardı...

Okumuyor’dan kasıt: İnç ile tanımlanan bir ekran karşısındaki bağımlılık...

Dinlemiyor’dan kasıt: arabeskin, lahmacun müziğinin kol gezdiği bir ortam...

Dinlemeyi bilmiyor’dan kasıt ise sadece “saygı” ile tanımlanabilecek bir durum. 

"Özenti, özenti, özenti"... Bu Napolyon’un “para, para, para” söylemi ile karşılaştırılabilecek bir durum... Zira özenti ile para doğru orantılı... Özenti çok para azsa: Ona da palyatif çözümle “A” kartından “B” kartına doğru bir refleks her sorunu çözebilmekte...  Aynen günümüzde yşanan anlık ilişkiler gibi…

İthal davranış biçimleri; 25 yaşında bir genç ile 55 yaşında bir olgunun neredeyse aynı şekilde davranmasına neden oluyor. Aslında neden demek de artık doğru değil nedensel irdelemelerde sorunsal bir mesnet bulunur. Ya da neden ile sorunu yer değiştirmek mi gerekir?

Zira 25’likle, 55’liğin, hatta 60’lığın aynı şekilde davranmasına neden olan sebep de aynı!

İthal davranış biçimlerine olan özenti ve bunlara olan müptelalık... 

Alışveriş Merkezi” toplumu olundu. AVM’ler sürekli açılıyorlar. Şu internetten gelen kısaltma alışkanlığına ya da jargonuna AVM’ler de kendi sıfatlarının tanımlamasıyla katıldılar. Tek tip insan yaratıldı/yaratılıyor. Yaş aralığı ne olursa olsun, aynı düşünen, aynı giyinen, aynı davranan, kabalığı özendiren, saygıyı törpüleyen, saygısızlığı ve kabalığı bir erdemmiş gibi gösteren hatta özendiren bir durum var! 

Her alışveriş merkezinde aynı kafe, aynı hamburger, aynı v.s, v.s...

Tek tipliliğe doğru atılan adımlar.

Zincir takma, erkeklerde kulaklarda “küpe”, kollarda “dövme”...

Bir araştırmaya göre, birçok negatif tespite ilave olarak dövme yaptırmanın “teşhircilik” olduğu ortaya konmuş. Erkeklerde,  şekiller arasında dirsekten bileğe kadar ne anlam olduğunu da bilmeden, “Runik Alfabe” ile yazılmış bir cümle ya da kadınlarda “görünen” bir tarafında bir dövme yaptırmak özenti sınırlarını aşmış durumda, neredeyse yaptırmayana kötü gözle bakılacak!

Sadece dövme yoluyla değil giyim kuşamla da “özenti” ile “teşhircilik” var. 

Aynı özenti evcil hayvanlarla da yapılıyor… Hayvanlar sevilmeli ve korunmalı, elden geldiğinde beslenme ve barınmaları sağlanmalıdır. Aynı dövme gibi evcil hayvanlar edinmekte de “özenti” ile “teşhircilik” var zira…

Çevresinde bulamadığı sevgiyi evcil hayvanlarda arayanlar da az değil… Ancak vahim olan; bu tipler edindiği bir evcil hayvandan sıkıldığında, arabayla uzak bir noktaya bırakıp kaçıyorlar!

Adam birdenbire nereden nereye düşünmeye başladığını fark etti ve şaşırdı. Yaşadığı bazı negatif olayları düşünürken neden toplumsal paradigmaları düşünmeye başladığını sorguladığı anda bir baktı ki aracına binmiş ve neredeyse evine varmış bile. 

Ama bu durum çok hoşuna gitti. Üzenindeki stres kalkmıştı... Hızlı bir şekilde bir şeyler atıştırdı ve uzun bir banyo yapmaya karar verdi. Çok uzun bir süre sıcak suda hareketsizce durdu, daha da gevşedi. Bu süre içinde yine o geçen olayı düşündü ve de bunu toplumsal davranışlarla karşılaştırmaya, bir sentez çıkarmaya çalıştı. Yaşananların bir edinimi tabi ki olmalıdır. Yaşanmışlıkların birlikteliklerin süregeldiği esnada oluşan karşılıklı duygudaşlığın, (empati) oluşacak ortak paydaların çokluğu ya da azlığındaki yeri yadsınamaz. Ve bu bağlamda; birlikteliğin süregelme esnasında geçen zaman için de kimsenin hayıflanmaması gerekir.

İki kişi bir aradaysa, her iki taraf; o an ve süregeldiği zamana kadar bunu istemiştir.

Bunun ötesinde ise bir bitiş varsa, buna olay demek doğru mudur?  Çünkü bunu da iki kişi istemiş en azından taraflardan biri istemiştir.

Bu tür yaşananlar olay değildir! Kaza ise hiç değildir!

Bu çok yanlış bir tanımlama oldu” dedi kendi kendine. “Yaşanmış ya da geçmiş şeklinde bir ifade buraya çok daha şık otururdu” diye de yüksek sesle konuştu. Ve o an şunu da düşündü: İnsanın içinde ne kadar yüksek sesler oluşuyor ve ne kadar içsel gürültüler ile boğulmak/boğuşmak söz konusu oluyor. 

İşte bu tam olarak içindeki kavganın sesleridir ve kişi eğer içindeki kavgayı yenmişse o zaman kendini bilmesi ve bunun farkındalığında olmasından daha güzel ne olabilir ki? Yaşamın güzelliğinin farkındalığında olmak ise gerçekten çok güzel bir yetidir. 

Düşünme jimnastiği (düşünce jimnastiği değil) ile zaman aktı gitti. Banyodan çıkmış, oturma odasında soğutulmuş bir kadeh beyaz şarabın arkadaşlığında bu düşünme jimnastiğini sürdürdüğünü anlık bir spot olarak gördü ama hızını kesmedi ve düşünmeye devam etti.

Ötelemişti... 

İçindeki sorgulamayı ötelemişti... 

Sorgulayacak ve bir analiz yapacaktı ve de yapmalıydı da ama daha sonra yapacaktı... 

Bu; onun için kendi değer yargıları ve değer yargılarına olan bağlılığı açısından fevkalade önemliydi. Uyumadan önceki süre içinde, günle ya da bir anlamda kendinle hesaplaşma anında, kendine verebilmesi gereken yanıtı bulma adına o analiz yapılacaktı ama şimdilik ötelenmişti.

Bazen tepkisel davranışları ötelemek ve bunları başka bir sunuşla ortaya koymak ve birliktelikleri sürdürmek daha iyi değil mi? 

Değil!

Kişiliği oluşmuş bireylerde, dolayısı ile de oluşmuş prensipler vardır. Kişide bazı algılar artık prensip olarak tanımlanabilecek bir düzeye gelmişse, kişi bundan ödün vermemelidir.

Ödün zaten adı içinde prensiplerin ortadan kalması ile açıklanabilir ki o zaman da kişiye kendi prensibi olarak ortaya koyduğu bu durum için “Demek ki bu durum senin prensibin” değilmiş şeklinde bir tenkit yapılabilir.

Herkesin kendi doğrusu olmalı ve buna saygı gösterilmeli, duygudaşlık ile varılamayan ortak payda olmadığında ise yollar ayrılmalıdır, ayrılmalıdır ki uyumadan önce yapılan gün hesaplaşmasında kendini kendin karşısında ezdirmeyesin.

Bu yorumlamaya bir anlam veremeyenlerin yüzdesi mutlaka çok olacaktır!

Bu çoklukta yer alanlar bir uzman, örneğin bir sosyolog tarafından irdelenirse; görülecektir ki bu çokluğun yaklaşık tümü “AVM” kültürüne ve ithal özentilere uslarını tutsak edenlerdir… 

Adam için uyuma zamanı geldi ve yatağına uzandı. Yaşamın gerçeklerini bazen mizahla, bazen de ironik yaklaşarak kabul etmek, yaşam denen ve gerçekten zor olan bu sanatı sürdürmeyi kolaylaştırmaktadır. Bu bağlamda aklına bir şey takıldı ve karanlık odada dudakları müstehzi bir şekilde gülümsedi. 

Kafasını meşgul eden ya da bu düşünme jimnastiğine neden olanın bazı durumlarda zorlanacağını, mesela bazı yiyecekleri görmesinin anımsamalara neden olacağını biliyordu.

Ve bir şeyi daha çok iyi bildiğinin farkına vardı! O kişi bundan sonra, eğer birliktelikleri olursa; bu birlikteliklerdeki birleşmelerinde de anımsayacaktı... 

Adam uyudu...

(Devam edecek)



25 Ocak 2011