20 Temmuz 2014 Pazar

TELAFİ



Yazar;  “telafi” denen bir kavrama pozitif bakmamakta ve adı “telafi” olan bir olgunun; kaybedilen bir edinimin yerini kesinlikle doldurmadığına inanmaktadır.

Telafi”; salt insanlara mahsus olan bir kavram elbette değildir. Doğa da kimi zaman bize bahşettiklerini yitirmemize sebep olur. Bu tür kayıpların yerine gelen edinimlerle, oluşumlara da “telafi” denmemelidir.

Doğa vericidir, onarıcıdır ve sevecendir. Tabiat; var olan kayıpları nevine göre belli bir süreçte onarır yerine yenilerini koyar. Bu yerine konmanın gerçek tanımı bizce “devinim” olmalıdır. Bu açılımın yapılma nedeni: Yazarın da katıldığı şekilde bir kaybın yerine gelen bir olgunun adına “telafi” denmemesidir.

Doğanın var ettiği biyolojik yetilerle donanmış insan bedeni de kendi kendini tamir etme yetisine sahiptir. Buna da “telafi” demek ne kadar doğru olabilir? Bir kesiğin, yaranın cerrahi/tıbbi müdahale olmadan da bir süre içinde kendini onarması insan bedeninin yapısında olan bir yetidir. Halk dili ile “yaranın iyileşmesi/geçmesi” şeklinde ifade edilmekte olan bu yetiye “elimin yarası telafi oldu” dendiğini duydunuz mu?

Aslında yukarıda yazılanlar böyle iki üç tümce ile ortaya konulabilecek ve gerçeksel bir tespiti yapılabilecek hususlar değildir. Bu yazımızın ana konusu “insan” ve onun maddi ve manevi anlamda kaybettiklerine yapılan “telafi” tanımlaması ya da kavramı üzerinedir.

İnsanlar; yaşam sürecinde hatalarının, yanılgılarının bedelini çok acı öderler. Yaşam; bilerek isteyerek ya da bilmeden, istenmeden yapılan “hata”ların ve “kayıp”ların telafisi ile süregelir. Bu çok zaman bir kısır döngü şeklinde zuhur eder. Yazımızın içeriğinde çokça kavramla bir kargaşa yaratmamak için; bir kaybı yerine getirme adına yapılan işlemleri/eylemleri tek bir kelime ile tanımlayalım mı?

Hata.”

Hatalar, o kadar çok geniş bir çeşitlilik arz ederler ki bazen şaşakalınır. Maddi anlamda ele alındığında; işimizdeki yanlış bir hamle, borsada atılan yanlış bir adım, bir ürünle ilgili olarak üretim ya da alım satım aşamasında yapılan bir yanlışlık sonucunda tepetaklak gitmek pekâlâ mümkündür. Bu tümceyi geriye doğru bir kez daha okursak ve orada farklı hususlarla yapılan tanımlar sadece birer “hata”dır. “Her hatanın bir telafisi vardır” şeklindeki dillere pelesenktir olmuş bu söylemi çok iyi biliriz…

Ne yapılırsa yapılsın ortada bir “kayıp” söz konusuyken ve bu kez atılan doğru bir adımla ortaya çıkan kazanç; hata sahibine bir getiri sağlamak, tekrar maddi bir refah getirmekle birlikte o “hata” sonucunda “yiten”in tam karşılığı olamaz. Zira o “hata” ile “yiten” ya da “kaybedilen” bir değer için harcanan emek/zaman yine eylemsel olarak ortaya karlılık getirseydi, bu başka bir “kazanç” olmayacak mıydı?

Pekâlâ, bunun yani yeni zaman/emek eyleminin “kâr” getirmeyen kaybının “telafisi” nedir? Bu eylemden hak edilen getiri; neden bir önceki işlemin kârlılığına sayıldı? Burada aslında daha birçok soru şeklinde negatif görüş ortaya konulabilir ama bu kadar sanırız ki yeter!

Bu noktada şunu tekrar vurgulamak gerekir: Yazar; hiçbir zaman “telafi” kavramının gerçekten “yiten” bir getiriyi geri getirdiği inancında değildir. “Kayıp”; kaybedilmeseydi elde edilecek menfaat zaten sahibinindi. Ve aynı bağlamda; kaybı geri getirmek için sarf edilen emek/zaman yine kâr sağlama adına yapılsaydı; telafi edilmek istenen “yitiğin” üstüne katlanacak ve ortada iki katı bir getiri olacaktı. “Zararın telafisi” tanımıyla ortaya konulan emek ve sarf edilen zamanla sağlanan “nema” zaten emek/zamanla adı “kâr” olacak bir başka getiri şeklinde olacaktı. Buna; bir yitiğin telafisi tanımı yapmak şu şekilde pozitifsel bir bakış olabilir mi? “Çok çalıştım ve gerçekten kaybımı telafi ettim.” Sizce bu doğru bir tespit mi? Bu şekilde; büyük bir çaba sonucunda, sarf ettiğin emek/zamanla bir geçmiş hatanı “telafi” ettin. Çok güzel! Ama bunu (zararı karşılama) sağlama adına giden emek/zamanını nasıl “telafi” edeceksin?”

Buna biraz daha devam edersek anlıyoruz ki sadece “tekerleme” yapmış olacağız.  Zira aynı söylemi yaklaşık aynı cümlelerle tekrar ediyoruz…

Kayıp; kayıptır!

Giden; gitmiştir!

32 sene sanayicilikten sonra kendini bu işten emekli eden ve realist bakış açısına sahip yazar, yaşanmışlıklarının da katkısıyla ve yine tekrar gibi olmakla birlikte şu görüşünde ısrar etmektedir: “Telafi” denen bir kavram yoktur ve olamaz!

Hele zamanın telafisi kesinlikle mümkün değildir!

Yazarın bu bakış açısından yola çıkarak ve yukarıda salt maddi “kayıp”lar ve bunların “telafi”si şeklinde ortaya konmuş olan ve yine yazara göre adı sadece “hata” olan eylemlerin üzerinde dönüp durduğumuz cümle ve tümceleri; bu kez manevi açıdan biraz düşünün!

Ya da manevi tanımlamasını da bir kenara bırakın ve şu soruları kendinize sorun:

Mutlaka var olan ya da bir zaman diliminde olmuş olan, adına ne derseniz deyin, gönül işleriniz, sevgi pınarınız, aşk yaşamınız (ve diğerleri) sizden ya da karşı taraftan oluşan bir hata sonucunda yitmişse bunun telafisi var mıdır?

Bu tamamen kişiye bağlıdır ve bir şekilde bunu “telafi” etmeye niyetiniz varsa ya da “telafi” ettiyseniz, Amerikan mahkemelerinde olduğu gibi şu cümleyi anımsayalım:

Jüri bunu dikkate almasın”… Çünkü buradakiler yazarın (bence) görüşleridir.

“Sizce” düşünmek hakkınızdır ve bu bağlamda; “Telafi” ettiğiniz bir husus varsa ve bu her neyse ve bundan eğer mutluysanız,  yazarın tavsiyesi;  bu yazıyı “yok sayınız”...

Size “mutlu bir yaşam dileğiyle”...


Bojidar Çipof

11 Aralık 2010