Yazar;
“telafi” denen bir kavrama pozitif bakmamakta ve adı “telafi”
olan bir olgunun; kaybedilen bir edinimin yerini kesinlikle doldurmadığına
inanmaktadır.
“Telafi”;
salt insanlara mahsus olan bir kavram elbette değildir. Doğa da kimi zaman bize
bahşettiklerini yitirmemize sebep olur. Bu tür kayıpların yerine gelen
edinimlerle, oluşumlara da “telafi” denmemelidir.
Doğa
vericidir, onarıcıdır ve sevecendir. Tabiat; var olan kayıpları nevine göre
belli bir süreçte onarır yerine yenilerini koyar. Bu yerine konmanın gerçek
tanımı bizce “devinim” olmalıdır. Bu açılımın yapılma nedeni: Yazarın da
katıldığı şekilde bir kaybın yerine gelen bir olgunun adına “telafi”
denmemesidir.
Doğanın
var ettiği biyolojik yetilerle donanmış insan bedeni de kendi kendini tamir
etme yetisine sahiptir. Buna da “telafi” demek ne kadar doğru olabilir?
Bir kesiğin, yaranın cerrahi/tıbbi müdahale olmadan da bir süre içinde kendini
onarması insan bedeninin yapısında olan bir yetidir. Halk dili ile “yaranın
iyileşmesi/geçmesi” şeklinde ifade edilmekte olan bu yetiye “elimin
yarası telafi oldu” dendiğini duydunuz mu?
Aslında
yukarıda yazılanlar böyle iki üç tümce ile ortaya konulabilecek ve gerçeksel
bir tespiti yapılabilecek hususlar değildir. Bu yazımızın ana konusu “insan”
ve onun maddi ve manevi anlamda kaybettiklerine yapılan “telafi”
tanımlaması ya da kavramı üzerinedir.
İnsanlar;
yaşam sürecinde hatalarının, yanılgılarının bedelini çok acı öderler. Yaşam;
bilerek isteyerek ya da bilmeden, istenmeden yapılan “hata”ların ve “kayıp”ların
telafisi ile süregelir. Bu çok zaman bir kısır döngü şeklinde zuhur eder.
Yazımızın içeriğinde çokça kavramla bir kargaşa yaratmamak için; bir kaybı
yerine getirme adına yapılan işlemleri/eylemleri tek bir kelime ile
tanımlayalım mı?
“Hata.”
Hatalar,
o kadar çok geniş bir çeşitlilik arz ederler ki bazen şaşakalınır. Maddi
anlamda ele alındığında; işimizdeki yanlış bir hamle, borsada atılan yanlış bir
adım, bir ürünle ilgili olarak üretim ya da alım satım aşamasında yapılan bir
yanlışlık sonucunda tepetaklak gitmek pekâlâ mümkündür. Bu tümceyi geriye doğru
bir kez daha okursak ve orada farklı hususlarla yapılan tanımlar sadece birer “hata”dır.
“Her hatanın bir telafisi vardır” şeklindeki dillere pelesenktir
olmuş bu söylemi çok iyi biliriz…
Ne
yapılırsa yapılsın ortada bir “kayıp” söz konusuyken ve bu kez atılan
doğru bir adımla ortaya çıkan kazanç; hata sahibine bir getiri sağlamak, tekrar
maddi bir refah getirmekle birlikte o “hata” sonucunda “yiten”in
tam karşılığı olamaz. Zira o “hata” ile “yiten” ya da “kaybedilen”
bir değer için harcanan emek/zaman yine eylemsel olarak ortaya karlılık
getirseydi, bu başka bir “kazanç” olmayacak mıydı?
Pekâlâ,
bunun yani yeni zaman/emek eyleminin “kâr” getirmeyen kaybının “telafisi”
nedir? Bu eylemden hak edilen getiri; neden bir önceki işlemin kârlılığına
sayıldı? Burada aslında daha birçok soru şeklinde negatif görüş ortaya
konulabilir ama bu kadar sanırız ki yeter!
Bu
noktada şunu tekrar vurgulamak gerekir: Yazar; hiçbir zaman “telafi”
kavramının gerçekten “yiten” bir getiriyi geri getirdiği inancında
değildir. “Kayıp”; kaybedilmeseydi elde edilecek menfaat zaten
sahibinindi. Ve aynı bağlamda; kaybı geri getirmek için sarf edilen emek/zaman
yine kâr sağlama adına yapılsaydı; telafi edilmek istenen “yitiğin”
üstüne katlanacak ve ortada iki katı bir getiri olacaktı. “Zararın
telafisi” tanımıyla ortaya konulan emek ve sarf edilen zamanla sağlanan
“nema” zaten emek/zamanla adı “kâr” olacak bir başka getiri
şeklinde olacaktı. Buna; bir yitiğin telafisi tanımı yapmak şu şekilde
pozitifsel bir bakış olabilir mi? “Çok çalıştım ve gerçekten kaybımı
telafi ettim.” Sizce bu doğru bir tespit mi? Bu şekilde; büyük bir çaba
sonucunda, sarf ettiğin emek/zamanla bir geçmiş hatanı “telafi” ettin.
Çok güzel! Ama bunu (zararı karşılama) sağlama adına giden emek/zamanını
nasıl “telafi” edeceksin?”
Buna
biraz daha devam edersek anlıyoruz ki sadece “tekerleme” yapmış olacağız.
Zira aynı söylemi yaklaşık aynı cümlelerle tekrar ediyoruz…
Kayıp;
kayıptır!
Giden;
gitmiştir!
32
sene sanayicilikten sonra kendini bu işten emekli eden ve realist bakış açısına
sahip yazar, yaşanmışlıklarının da katkısıyla ve yine tekrar gibi olmakla
birlikte şu görüşünde ısrar etmektedir: “Telafi” denen bir kavram yoktur
ve olamaz!
Hele
zamanın telafisi kesinlikle mümkün değildir!
Yazarın
bu bakış açısından yola çıkarak ve yukarıda salt maddi “kayıp”lar ve
bunların “telafi”si şeklinde ortaya konmuş olan ve yine yazara göre adı
sadece “hata” olan eylemlerin üzerinde dönüp durduğumuz cümle ve tümceleri;
bu kez manevi açıdan biraz düşünün!
Ya
da manevi tanımlamasını da bir kenara bırakın ve şu soruları kendinize sorun:
Mutlaka
var olan ya da bir zaman diliminde olmuş olan, adına ne derseniz deyin, gönül
işleriniz, sevgi pınarınız, aşk yaşamınız (ve diğerleri) sizden ya da karşı
taraftan oluşan bir hata sonucunda yitmişse bunun telafisi var mıdır?
Bu
tamamen kişiye bağlıdır ve bir şekilde bunu “telafi” etmeye niyetiniz
varsa ya da “telafi” ettiyseniz, Amerikan mahkemelerinde olduğu gibi şu
cümleyi anımsayalım:
“Jüri
bunu dikkate almasın”… Çünkü buradakiler yazarın (bence)
görüşleridir.
“Sizce” düşünmek hakkınızdır ve bu bağlamda; “Telafi”
ettiğiniz bir husus varsa ve bu her neyse ve bundan eğer mutluysanız,
yazarın tavsiyesi; bu yazıyı “yok sayınız”...
Size
“mutlu bir yaşam dileğiyle”...
Bojidar
Çipof
11
Aralık 2010