O
gece adam uyuyamadı! Ne yaptıysa gözüne uyku girmedi. Yatağını mı sevmemişti ki?
Zira üç yıldızlı bir şehir otelinde bulabildiği tek odaya yorgunluktan bitap
bir halde serilmişti. Başını yastığa koyar koymaz mışıl mışıl uyuyacağına
emindi ama öyle olmamıştı. Evet, kendini yorgunluktan ve düşünceden bitap bir
şekilde yatağa atmış ve kimi otellerin odalarında bulunan o siyah özel perdeyi
de çekmemiş ve gün ışığı ile uyanmayı yeğlemişti.
Ama
öyle olmadı! Arka sokağa bakan odanın içine sadece sokak lambasının ölü ışığı
vurmaktaydı ve arada miyavlayan kediler ile uzaktan havlayan köpeklerin sesleri
mi uyumamasına nedendi? Değildi elbette! Yaşadığı evin çevresinden de odasına
bu tür sesler gelir ama bunlar onun uyumasına engel olmazdı. Kendi kendine “Yatak,
evet yatak!” dedi bir an için
ama yatak da o kalitede bir otele göre çok iyi ve fazlasıyla yumuşaktı. Yeni
yıkanmış yatak örtüsü mis gibi kokuyordu ve kaliteli bir ürün olsa ki yumuşacıktı.
Bunlar
sebep değildi uyumamasına... O kafasına takılan sorularla boğuştuğu için bir
türlü uyuyamamıştı.
Neydi
bu sorular? Çok fazlaydı ve içinden dahi bunları telaffuz etmeye niyetli
değildi. Bir ara kalkıp camdaki siyah örtüyü kapatmaya niyetlendi onu da
yapamadı. Hani şu bazı sabahlar, uyanırsınız ama aslında tek gözle ya da “Kızılderili Uykusu” derler ya öyle bir
şekilde iken tuvalete gitmeye niyetlenirsiniz ama o tek hamleyi bir türlü
yapmaz ve yatakta bedeninize gerekli ivmeyi bir türlü sağlayamazsınız ya...
İşte aynen bu şekilde, kaç kez siyah örtüyü kapamak için zihinsel hamleyi yaptı
ama bedeni buna tepki vermedi ve kalkamadı.
Uzun
bir süre sırtüstü yatmış ve ellerini iki yanına askeri esas duruş gibi tutarak
öylece hareketsiz durmuştu. Bu esnada ona; derinden gelen nefes sesleri ve
kalbinden duyduğunu sandığı atışlar yarenlik ediyordu. Kaç kez; o içeri süzülen
cılız ışığın yardımıyla, kolundaki saate baktığını da anımsamıyordu. Saatinin
kenarına basarak açılan ışığına da aynı siyah örtüde olduğu gibi diğer eliyle
bir türlü basamadığını fark etti.
Bedeni
eylemsizdi...
Tümden
paralize olmuştu adeta... Nötr bir durumda, sırtüstü, evinden yüzlerce
kilometre uzakta, bir şehir otelinde, öylesine duran, kalakalmış bir adamdı.
Neden böyle olduğunu, niçin böyle tepkisiz kalakaldığını dahi anlayamamaktaydı
ya da anlamamaya çalışıyordu!
Neden
buradaydı peki?
Bu
şehirde ne işi vardı?
Evinden
yüzlerce kilometre uzağa, neyi aramak adına sürüklenmişti?
Sorular,
sorular, sorular...
Ama
soruların içi boştu ya da özellikle içlerini doldurmuyordu.
O;
öylesine kalakalmış sırtüstü uzanmış bir adamdı sadece o anda…
Buna
sevindi!
Gerçekten
de sevindi!
Zira
uykuya dalamamak dışında hiçbir şey hissetmemek de gerçekten güzeldi. Yarın ya
da artık yarına girmiş olduğu için o gün, dönüş yolunda da aynı tepkisizliği
yaşayabilecek miyim diye düşünmemeye çalıştı. Yaşam ona ne olacaksa yaşayarak görmesini
çok iyi öğretmişti. Dönüş yoluna çıktığı zaman neler hissedeceğini ya da
hissetmeyeceğini de aynı bağlamda yaşayarak öğrenecekti.
Kuşluk
vaktinin yaklaştığını fark etti. Gece; gündüzü öpmeye hazırdı. “Ben
onu öpemedim.” diye bir anlık bir anımsama spot olarak geldi ve geçti.
“Düşünmeyeceğim.”
dedi kendi kendine. Nerden de kafasına takılırdı bu tür ayrıntılar ki? “Yine
bir yerlerden vurdu işte bana.” Dedi ve şu cümleyi kurdu:
“Gecenin,
gündüzü öptüğü an...”
Farkında
olmadan gülümsedi. “Güzel tanım...” dedi...
Gün
içeri girmeye başladı... Uyuyamamıştı ve uzun bir araba yolculuğu kendisini
bekliyordu. Huyunu da iyi bilirdi ve yolda kısa molalar dışında sürekli araç
süreceğini de çok iyi biliyordu. Olsun ne olacaktı ki? Uyuyamamıştı ama
bedenini dinlendirmişti. Bedenini; salt dönüş yolculuğuna değil, düşünmemeye de
yöneltmişti ve esas önemli edinim de buydu.
Kendi
şehrine döndüğünde zaten rutin işlerin yoğun temposu adamı boksörden dayak
yemekten beter ettiğinden; öylesine hissiz, uyuşmuş bir süreç yaşayacaktı.
Yavaş
yavaş yolda yürüyen insanların ayak seslerine arka sokağın kadar ulaşan araba
sesleri de karışmaya başlamıştı... Ve o hamleyi artık yaptı! Beyni bedenine “Kalk” komutunu nihayet verebildi ve
yatakta doğruldu. Bir robotmuşçasına banyoya doğru gitti, nasıl yıkandı, nasıl
kurulandı bunları dahi fark etmedi. Otelin hâlâ uyuklayan resepsiyon
elemanından hesabını istedi. Eleman ona her müşteriye yaptığı gibi rutin olarak
kahvaltı salonunu tarif etti. Kahvaltı yapmayacaktı, buna gerek yoktu. Eleman adamın
yüzünü beğenmemiş olsa ki yardımcı olmak adına ona kahvaltı yapması için ısrar
etti. O; gösterilen alâkaya teşekkür ederek, kahvaltı yapmak istemediğini
yineledi ve hesabını kapatmakta ısrar etti.
Yola
çıkarken gece açık bıraktığı cep telefonunu kapattı. Kimseyle iletişim
istemiyordu! Uzun bir yolda, uzun saatler yalnızlığıyla baş başa kalmayı
yeğlemişti. Dönüş yoluna çıktığında aslında çok da zinde olduğunu anladı.
Uykusuzluk ona pozitif olarak yansımış gibiydi. Bir ara geldiği şehre girmeden
önceki tepede biraz sabah havası alsam mı diye düşündü ama o da uykusuz gecede
oluşan bir spot gibi geldi geçti. Onu bir otel odasında öylesine yatıran sebep
her neyse düşünülmemesi gerekiyordu ve o da düşünmeye mahal vermemek
durumundaydı. Bu bağlamda; ayrılırken o şehre dönüp bakmaması daha olumlu bir
davranıştı. Öyle de yaptı! Adam kendine dönüş yolundayım dahi demedi. Öze
dönmeye doğru arabasının kontağını çevirdi.
O zaten oraya hiç gitmemişti ki...
19
Aralık 2010
(Devam edecek)