Araştırmacı Yazar ve Müzisyen Bojidar Çipof'un Bu Blogunda; Çeşitli Yerlerde Çıkan ya da Basılmış Yazıları, Makaleleri, Şiirleri ve Televizyon Programlarından Videolar Bulunmaktadır.
3 Aralık 2014 Çarşamba
SUSKUNLUĞUMU SUSTURSAN
29 Kasım 2014 Cumartesi
KATOLİK PRO ORİENT VAKFI 50. YIL KUTLAMALARI
HEY “KIŞ”
25 Kasım 2014 Salı
BANA GELEN ARMAĞAN
21 Kasım 2014 Cuma
GÖNÜL MAHREMİYETİ
Gönüldeki kişi ile yaşanan duyguların,
karşılıklı söylenen güzel sözlerin ve anların, üçüncü kişilere anlatılması;
yaşanmış cinselliklerin anlatılmasından bile daha kötüdür.
Bu; saf duyguların iğfal edilmesi, gönül mahremiyetinin kirlenmesidir!”
Arkadaş tanımının; “ölene dek” bir kavram olduğu devirde büyümüş olanlar günümüzdeki “arkadaş” algısında, şekil olarak sorun yaşıyorlar!
Eskiden en önemli kavram olan, çoğu hallerde bir akrabadan daha yakın olan “arkadaş” kavramı için “sulanmış” diyeceğiz ama (bizce) bu kelime bile bugünkü hâlini tanımlamaya hafif kalır!
Arkadaşlık “sosyolojik” manada bir ilişkidir. Son yıllarda ise önüne gelen herkese “arkadaş” diyebilenlerde bir olgu ya da jargon oluştu! Günümüzde bir iki kere merhaba denildi mi bunun adına da “arkadaş” ya da “kanka” deniyor. Bazı kişiler hiç tanışmadığı, sesini dahi duymadığı, birkaç kere internette sadece yazıştığı (hemcins ya da karşı cins) kişilere en özellerini paylaşıyor.
(Önemle şunu vurgulamak gerek: Yazımızdaki yorumlar erkek ya da kadın ayırımı yapılmaksızındır.)
Günümüzde ne yazık ki çok değer yitirildi. İnsanların gözü her yerde, herkeste… İletişim ve sosyal medya imkânları insanları sanki sokağa döktü. Tenine yıllarca ten değmemiş (bazılarının hiç değmemiş) insanlar sıfatlarını sokağa dökmüş durumdalar.
Herkesin yaşına göre davranması gerektiği gerçeği ise artık farklı bir şekilde algılanıyor! Çünkü 60’lık hatta 70’lik “kaşalot”lar; 15’lik, 20’lik veletlerle aynı şekilde davranmaya çalışıyor ve tersine (ya da doğrusuna) davrananlar ise “cahil” ya da "geri kafalı" olarak tanımlanıyor. Bu jargonu oluşturan/alıştıran da “internet” denen adeta yarı canlı organizma!
(Yukarıdaki “kaşalot” kelimesi “argo” manası ile kullanıldı! Merak edenler için internet emirlerindedir. Kaşalotun gerçek anlamı “İspermeçet Balinası”dır.)
Oysaki internet; bir ekranın desimetrekaresine sıkışmış, Dünya ufku bu alanla sınırlı ve internet denen olguyu sadece kadın/erkek bulmaya yarayan ya da yukarıda vurguladığımız gibi “kanka” temin etmeye yarayan bir enstrüman zannedenler için oluşmadı. İnternet doğru kullanıldığı zaman başlı başına büyük bir olgudur.
“Gönül Mahremiyeti” başlıklı özdeyişimizde işte bu yaraya parmak basmıştık ve özel sözlerin ve duyguların üçüncü kişilerle paylaşılmasını, yaşanmış cinsellikleri anlatmaktan daha da kötü olarak nitelemiştik. Çünkü bu gevezeler (genelde) internet üzerinden “temin” edilenlerle hasbıhaldeler…
Bu hâl; biraz da insanların içinde oldukları boşluktan, sevgisizlikten kaynaklanıyor. En yakınındakine anlatmadığı ya da anlatamadığı özeller; hemcins ya da karşı cins “kanka”larla paylaşılıyor. Hümanist gözlükle bakarsak, hak verdiğimiz yanlar da yok değil… Çünkü insan çok kalabalık bir ortamda da “yalnız” olabilir. Ve kalabalıkta dahi “yalnızlaşan” ya da “yalnızlaştırılan” insanın da konuşma/paylaşma ihtiyacı vardır.
Bir boyuttan ele alındığında; medeni cesareti olmayan, içini karşıdaki ile paylaşamayanlarda, karşı cinse yaklaşma güdüsü için en uygun argüman ise “arkadaş” adı altında yanaşmak olarak görülüyor.
Bunu bir genelleme olarak asla söylemiyoruz, ancak hem medeni cesaret yoksunu, hem de kötü niyetli kişilerin sanal ortamda en çok başvurdukları yöntem budur! “Kankam”sın.
Bu güruhun kadın tarafı “Kankam”sın ile yetinir de işin erkek tarafı kankamsının yanına bir de “Bacım”sın ekler!
Bir başka boyuttan hadisenin şu şekli de var: Kişinin hayatında sevgili, aşk, tek eşli partner ya da ne derseniz deyin “cinsellik” yaşadığı gerçekten tek bir insan var. Beden sadece ona değiyor ve etraftaki sayısız karşı cinsten kişilerle oluşan “aşırı samimiyet” için, hayatındaki tek eşli olduğu insan tepki verdiğinde;
“Ben sadece seninle…” şeklinde başlayan bir cümle gelmekte…
Daha başka bir boyuttan ise ve argo bir benzetmeyle “fırıldak” yapıdaki bu tür şahıslarla ilgili hadisenin bir de şu vahim şekli var: Etrafımızda daldan dala uçarak, her önüne gelenle bir şeyler yaşamaya çalışan azımsanmayacak bir güruh da var çünkü...
Eskiden mutluluğu birliktelikle taçlandıranlar için “Onlar ermiş muradına…” diyerek söze başlarlardı… Ve bu çok değerli bir söylemdi. Vuslata kavuşmuşların vardıkları son nokta, aşkın şahikaya ulaşması yıllarca hep bu söylemle ifade edildi…
Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu’nda “murad”; amaç, erek, gaye olarak tanımlanır. Söylemdeki “kerevet” ise Rumca kökenli bir kelimedir ve Anadolu’da hâlâ kullanılmaya devam eden üzerine şilte serili, duvara bitişik tahta sedir demektir.
“Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” deyişinde “murad”; sevenlerin kavuşmasını simgelemektedir. “kerevet” ise; misafir olmak ve kerevetlerine oturarak mutluluklarına ortak olma anlamındadır.
Eski deyişler; birkaç kelime ile çok derin, bazı hallerde ise birkaç anlam içerir. Bazılarında ise öğüt de vardır. Bu deyişte de aynı şekilde şu iki anlam var: Biri; sevenlerin kavuşması, diğeri; misafir olarak vuslata, sevgiye ortak olmaktır. Başka bir söylemle de anlam şudur: “Onlar mutlu olsunlar, biz de misafirliğe gidelim.”
Tabi ki bu yukarıdaki benzetme, sonu mutlu bitenler için akraba, eş dost ve diğer yakınların, sevenlerin ağzından bir söylemdir. Yoksa muradını, çok sayıda kişide arayanlar için tabi ki değildir.
Benzetme olarak daldan dala uçanlara “fırıldaklar” dedik. Onlar için şöyle bir tekerleme uydursak nasıl olur? “Bir muradın olmazsa diğeri olur. O da olmazsa yol bir diğeridir. Maksat bir murada varmaksa; sokağa çık Muratların farkı olmaz …”
Bu tiplerden etrafımızda azımsanmayacak kadar çok var! Bunlar; tenine uzunca zamandır ten değmemiş ama sıfatları sokağa düşmüş durumda olanlardan hayli farklı! Bunlar; “herkesle/her şey” potansiyelindedirler.
Hiç kimsenin yaşam tarzına karışmaya hakkımız yok ve kimsenin de başka kimselere müdahale etmemesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Bu yazımızda; etrafımızda vâki örnekler üzerinde durduk.
Ve yazdığımız her söz “bizce”dir. Bir genelleme yaptığımızı da asla empoze etmiyoruz.
“Sizce” ise? Adı üstünde “sizce” olmalı…
Herkesin yaşamı ve değer yargıları kendisinedir…
Bojidar Çipof
22 Kasım 2014
19 Kasım 2014 Çarşamba
İÇİMDEKİ SOĞUK
17 Kasım 2014 Pazartesi
SEN DİYECEĞİMİ ARIYORUM
16 Kasım 2014 Pazar
İKİLEM!
Yazdıklarını silebilirsin, yazıp
sildikleri de silebilir misin? Ona yazdıkların hep aklında kalır…
Anımsadıkça içinde bir daha yazarsın. Bir daha, bir daha… Sürekli yinelenir
beyninin derinliklerinde. Sonuçta ne yaparsan yap içinden silemezsin, çünkü
kelimeler sahiplidirler… Birine yazmışsın, sen yazmışsın…
“Yazdıkların” söylemi burada
mecazidir. Yazman ya da söylemen hatta ona hiç demeden sadece kendi içinde
terennüm de etsen, bunlar senin içinde biri için oluşmuş kelimelerdir ve
sahiplidirler.
Ama dil; bir daha konuşamaz, çünkü “onsuz”dur.
Duyulan sesler sen(siz)dir. İçinde avaz avaz ama sessiz kopar kelimeler,
kendinden başka kimsenin duymadıklarıdır bunlar… Sevgiyi en derininde de
gömsen yine hep aklına gelir. Ona yazdıkların, “Bunlara lâyıktır”
dediklerin!
Başka tenlerde hissiz sevişmelerde; daha
da fazla kelimeler gelir aklına. Nemli gecenin ıslak damlaları, başka
bedenlerle seni sarmaladığında da aklına gelir. Ona yazdıkların, “Bunlara
lâyıktır” dediklerin!!
Belki toprağın suya hasreti misalidir bu…
Ama fazla su fidanı çürütür, belki fazla sevgi
de… Ya da fırtınalı diye deniz sevilmez mi? Ama ya batırırsa seni?
İkilem!
Bu kısa yazıda; “Pozitivizm” ile “Negativizm”
kavramlarını çarpıştırdık. Yazımız; her iki pencereden de algılanabilir. Bir
pencereden pozitif ve sevgi dolu ifadeler, sanki hasret de içererek haykırıyor!
Diğer pencereden ise negatif söylemler ve
özellikle “Bunlara lâyıktır” söyleminde her iki pencereden bakmak
olası!
Nereden bakacağınıza siz karar
vereceksiniz. Neye lâyıktır? Fazla su verilen fidan ve deniz örneklerinde de
cümle her iki anlamda algılanabilir.
İkilem!
Bilginin tek ve sabit olmadığını ve
keşfedilmek için sorgulanması gerektiğini, bunun sonrasında kabul edilmesini
öngören, merak etmeyi ve şüphe etmeyi öğütleyen bilimsel yaklaşım olarak
bilinen “Paradigma” ile de yukarıdaki cümleler irdelenebilir. (Yunanca=
Παραδείγματι “Paradeigma”)
Paradigma; Platon, Aristoteles ve Herodot zamanlarında
ortaya çıkmakla birlikte bu kavramın tanımı ve bilim felsefesinde Dünya’ya
tanıtılmasını sağlayan; “Thomas Samuel Kuhn” farklı formüllerinden
birinde şöyle demekte:
Paradigma;
İzlenen ve kontrol edilen “olan”dır.
Soruların tarzı hangi konuyla ilgili
olduğuyla iç içedir ve sağlamasının nasıl test edilebilirliğiyledir.
Bu soruların nasıl sorulacağıyladır.
Sonuçların karşılaştırmalı olarak nasıl
yorumlanacağıyladır.
İkilem bu noktada bizi sorguculuğa getirdi!
Sorgulamadan, irdelemeden hiçbir adım atılmamalı… Sosyoloji; bir başka
deyişle “toplum bilim” merkezinde insan olan ve toplumla insanın
etkileşimi üzerinde çalışan bir bilim dalıdır. İnsan; her daim kendi
penceresinden ve işine geldiği gibi hareket eden algı ekseninde hareket eder.
Anlamak istediğini anlar, görmek istediğini görür. Bireylerde, bilincin
oluşmasından sonra başlayan süreçte ana faktör eğitimdir. Burada eğitim
sisteminin artı ya da eksilerini irdelememekteyiz. Ancak toplumu temel
ihtiyaçlarından (Doymak, barınmak, giyinmek) sonra eğitim ile
yasalarla gelenekler ayakta tutar.
En iyi eğitim sistemi ve Dünya’daki en
çağdaş yasalarıyla yönetilen bir noktada yaşıyor olsanız da “Ön yargı”
Negativizmin temel gıdasıdır. Herkes, gerçekleştirebilir ya da gerçekleştiremez
ama kendi arzularına göre düşünür. Sorgulama biçimi, beklentileri ve
tepkilerinde ön yargı hep egemendir!
“İkilem” başlıklı yazımız, bu nedenle negatif ve pozitif pencerelerden her iki
anlamda da algı yaratabilecek bir üslûpla yazıldı…
Şimdi sabrınız varsa yazının baş tarafını bir kez daha okuyunuz. Bilerek ve
isteyerek çelişkili ifadeler içeren cümlelerde, pozitif ya da negatif tarafta
olduğunuza siz karar verin… Felsefeniz bol olsun…
Bojidar Çipof
15 Kasım 2014