Gün yine çok güzeldi. Adam bu gece de çok güzel uyumuştu. Hayli zinde olduğunu gördü ve evin pencerelerini açtı. İçeriye dolan yeni günün sıcak havası ile birlikte civardaki ıhlamur ağaçlarının kokusu, bahçesindeki hanımelinin kokusuna karışarak odaya doldu. Zinde olduğu kadar dingin de olduğunu fark etti. Yaklaşık bir haftadır çok dingindi… Ve bunun farkındalığı onu çok mutlu ediyordu…
Yaşamın süreğenliğinin ne kadar güzel olduğunu da düşünerek, gün ile başlayan rutin alışkanlıklarını yapmaya başladı. Yaşamın güzelliğinin, ancak kişinin kendisinin yaratabileceği standartlar ile kaliteli olduğunu ve bunu sağlayan temel nedenin ise kişinin prensiplerini bağlılıkla koruması ile sağlanabildiğini bilenlerdendi. O; kalbi ile usunun arasındaki dengeleri kurabilmiş ve usunun kalbine egemen olmasını sağlayabilmiş, bunu bir kibir olarak değil de kendini bilmek bağlamında anlamış bireylerdendi.
Sokağa çıktığında bir yandan yürürken öte yandan geçtiği birkaç günün muhasebesini yapmaya başladı. O; hep içsel değerlendirmesini yapar, yaşanmışlıkların yarattığı hasarları tespit eder ve durumunu değerlendirirdi. Ve tabi gereken tamiri de kendi yapardı.
Yaşama Sanatı’nı tüm detayları ile bir bütün olarak yaşar ve yaşamında hiçbir ayrıntının önemselliğini göz ardı etmezdi. İçselliğinde tüm detayları aynı değerde irdeler ve kararlarını bu şekilde alırdı. Yaşam bir detaylar zinciri değil mi ki? Ya da… Önemsiz bir detay olabilir mi? Ayrıntılara önemli ve önemsiz şeklinde tanımlamalar yapanların –tabi ki kendi düşüncelerine göre- yanılgı içinde olduklarını, bu kavramı çokça bireyin yanlış algıladığını düşünürdü. Zira yaşam onun için bir detaylar silsilesiydi… Bu çok zaman kendisini hoşgörüsüz olarak saymalarına neden olsa da sonuçta her birey gibi kendi kararları, prensipleri ve de ayrıntıları ile yaşamaya çalışırdı…
Bedenimizde çok parça var… Bu parçaların birini en önemsiz olarak nitelendirerek ile hadi keselim! Canımız yanmaz mı? Var mı bedende böyle bir parça ya da ruhta böyle bir alan… Bu bağlamda evvelâ yaşanan toplumdaki yasa yönetmelik örf adet ve daha birçok olgu ile yaratılmış prensiplerle yaşamanın mecburiyetini bir kenara koymak gerek… Ve bunlara kişinin kendi içsel ve de tabi bireysel prensiplerini de eklediğimizde ortaya çok sayıda başlık çıkmakta…
Detaylar ve çokça detaylar…
Bu tabi de gözümüzü korkutmamalı… Bazen önceden tespit edilmiş, bazen de yaşanarak, yaşadıkça ortaya çıkan olumsuzluklardan ve bunların acıtıcı etkileri ile bedende olmasa da ruhta kanayan noktalar mutlaka oluşuyor…
Ve kişi yaşanmışlıkların verdiği acı tatlı tecrübeler ile bir sonraki yaşam anında “ben bir daha…” ya da “bir daha mı?” şeklinde ya da benzeri bir söylemle başlayan bir cümle ile bu kanlı ya da içsel kanamalardan duyulan acı ile de yoğurarak kendi prensiplerini tamamen özgür iradesi ile oluşturuyor…
Bedendeki her detayın ancak bir acı karşılığında koparılabileceği gerçeği kadar yaşamdaki prensiplerin yıkılması da kişiye bir acı ya da bedel ödetiyor… Bazen öyle bir içsel acıdır ki yaşanan bedende gerçekten kanayan bir yarayı “keşke ruhumda yara olmasa” diye tercih dahi etmek kabil olabilmekte…
O; yaşadıklarının, acı tecrübelerinin bedellerini ödedikçe bir yerlere kıssadan hisse misali prensip biriktirmişti. Aslında çok da birikmişti bunlardan… Çevresinde olanlar kimi zaman kendi yetilerini, edinimlerini ve donanımlarını bildiğinden ötürü bu “kendini bilmeyi” kibir ya da büyüklük psikozu ile nitelendirebiliyorlardı. Bunu da artık umursamamaya alışmıştı zira o içini bilmekteydi ve bir narsist olmadığından da en azından ya da “kendince” emindi…
Şimdi son günlerdeki yaşadığı “kaza” ile ilgili olarak içsel hasar tespiti yapmanın zamanı gelmişti. Bu tespiti birkaç gün evvel yapsaydı, emindi ki varılacak sonuç daha agresif olacaktı. Ya da çok daha fazla öfke katsayısı yüksek…
Yaşamdaki döngüsel ya da tabiatın devinimi gibi zaman tünelinden yine çıkagelene merhaba diyebilmişti Fazlaca bir duygu içermeyen ama eski bir tanıdığı yine görmüş gibi bir merhaba idi bu…
Döngüsel nedenselleştirme kavramı
Yaşanmışlıkların birlikteliklerin süregeldiği esnada oluşan karşılıklı duygudaşlığın, (empati) oluşacak ortak paydaların çokluğu ya da azlığındaki yeri yadsınamaz. Ve bu bağlamda; birlikteliğin süregelme esnasında geçen zaman için de kimsenin hayıflanmaması gerekir. İki kişi bir aradaysa, her iki taraf; o an ve süregeldiği zamana kadar bunu istemiştir. Bunun ötesinde ise bir bitiş varsa, buna olay demek doğru mudur?
Düşünme jimnastiği (düşünce jimnastiği değil) ile zaman aktı gitti.
Ötelemişti...
İçindeki sorgulamayı ötelemişti...
Peki, bazen tepkisel davranışları ötelemek ve bunları başka bir sunuşla ortaya koymak ve birliktelikleri sürdürmek daha iyi değil mi?
Bu soruya kendi içinde dahi yanıt vermemeye karar verdi ve yeni bir güne adımını attı…
(Devam Edecek)