27 Haziran 2010 Pazar

KAVRAMSAL ÇELİŞKİLER


İnsan yaşamının her evresinde devamlı olarak karşısına “kavramlar” çıkar. Bu kavramlar o kadar çoktur ki sayfalara, kitaplara sığmaz. Ağzımıza pelesenk olmuş bazı başlıcalar da şunlardır:

Aşk, mutluluk, sevgi, sevda, umut umutsuzluk, önemseme, tolerans, hoşgörü v.b.

Tabi burada en başta gelen, insansal kavramların çok azı anımsatıldı. İnsansal kavramlardan ayrılıp felsefi kavramlara doğru yol aldığımızda, işte orada biraz durmak gereklidir. Çünkü esas bunlarla, bunların çokluğuyla başa çıkmak mümkün değildir. 

(Buradaki; “Mümkün Olmama” tanımı, bu kavramların sayısal çokluğunu belirtme adına kullanıldı.)

Felsefeye girip çeşitli kavramlarla ilgilenmeye başlanıldığında ise çok sayıda felsefi kavramın arkasında bir “izm” olduğu da görülür. Ortalıkta gezinen bir düşünceye göre; “izm”lerden olabildiğince uzak durmak gerekir. Bu fikir ya da inanç, başta komünizm ve faşizm olmak üzere siyasal kavramlardan oluşan bir tepkidir ve “izm”lerin bir tabu olmasında en önemli etken olarak başta bu iki siyasi kavram gösterilir. Nasıl ki insansal kavramların en bilinenleri yukarıda yazıldıysa o insansal kavramlar diye bildiğimiz kavramlar, aslında felsefi kavramların içindedir ve en önemlileridir.  Bu da kavramların, çoğu kez “Kavram Kargaşası” yaratmasına neden olur.

Aslında “izm”lerden bu denli korkmamak ve önyargılı olmamak gerekir. Yukarıda değinilen ve sözlemi bir zamanlar ürkütücü olanlar dışında “izm”ler de yaşamın bir parçasıdır. Burada örneklemeye başlamak, bu yazının bitmemesine neden olacağından yazar sadece kendince önemsediği iki “izm”den bahsetmektedir.

Bunlardan biri; “Egzistansiyalizm” ya da Türkçe söylemi ile “varoluşçuluk”tur. Çok “ünlü” yazarlar bu “var olma” konusunda “dindışı”  (tanrısız) ve “dinsel(dine bağlı) diye ikiye ayrılmışlar, kafaları daha da karıştırmışlardır. Nedense Camus ve Sartre gibi en bilinen varoluşçular “tanrısız” tanımlamasında olanlardır. Dostoyevski ve Nietzche gibi yine çok tanınan düşünürler bu konuda o kadar kötümser ve umutsuz olmayanlardır. Yakın varoluşçular arasında ve daha yumuşak yaklaşımda olan Milan Kundera’yı da bu arada unutmamak gereklidir.

Bu kavram nedense yazarın yaşamında çok yer tutmaktadır ya da bugüne değin tutmuştur. Özünde “kötümserlik” ve “umutsuzluk” ve hatta “bunaltı” olan “varoluşçuluk” hakkında yazar müspet düşünce ile kendince bir senteze varmaktadır.

Var olmanın” o dayanılmaz hazzını, yaşadığı her anla özümseyen ve var olmasının dahi pozitif bir olgu olduğuna inanan yazar, bu kavrama özel bir önem/anlam yüklemektedir. Bu konuda; çok uzun tümcelerle, ana mevzunun etrafında dolanıp duran ama bir yere varamayan çok kitap okumuş ama yazanlar kafasını karıştıramamış hatta kendisine çok da faydalı olmuşlardır.
Yazar bu yazıyı yazarken dahi “var”dır ve ancak bu suretle bu yazısını size ulaştırmıştır. Hatta yazarın bazı sitelerinde ana meslek olarak şu tek kelimelik bir tanımlama bulunur: “Yaşarım

Burada yazar başka bir noktaya ani bir dalış yaparak, yaşamın ve var olmanın özündeki en önemli kavramlardan biri olan “çelişki”yi bilerek ve isteyerek yapacaktır.

Yaşamın her anında “matematik” vardır. Adı bilim olan her konunun özü zaten matematiktir. Bu bağlamda; yaşamla bağlantılı olarak, bedensel işlevlerimizin hepsi matematiksel birer veridir. Kalp atışı, nabız ve elbette ki nefes... Bunlar; bir matematiksel veri olarak sayı/dakika şekline ölçülen müspet değerlerdir.

Yaşam bir matematiktir diye belirtildi. İnsan vücudunda sayısal değerlerle ölçülen bu yaşamsal veriler durduğunda, yaşam da son bulur. Yaşam matematiksel verilerle ölçülür diye belirtildi. Bu yukarıda belirtilen biyolojik değerlerin, bir de yaş ve yaşama süresi olarak ki bunlar insanın bakış açısından, kendisine daha önemli gelen ve daha da önemli olan olgulardır ve yine matematiksel verilerdir.

Yaşamı salt matematik, salt felsefi ya da insansal kavramla da irdelememek gereklidir. Çünkü yaşam bir bütündür. Yaşam bir var olmadır ve elbette ki yaşam; “yaşamak”tır.

Bu tabi ki kişiye göre değişen bir söylemdir. Kişi nasıl yaşamak istediğini kendi belirler, kendi söylemleriyle ve eylemleriyle ortaya koyar ya da ifade eder. Bu şüphesiz başta maddi imkânlarla, sosyal çevre ve bulunulan konumla ilgili ve bunlarla doğru orantılı bir olgudur. Ve başta maddi olanlar olmak üzere olanaklar tabi ki bunda en önemli faktördür.

Kişinin usunda kendi için uygun gördüğü, yaşamak istediği şekil en azında kendi kendine olan söylemlerinde,  kendine göre değişen ölçeklerde arzu edilen bir yaşam şekli ve var olma biçimi olmalıdır. İstem bazen ütopik, bazen de varılması mümkün olan bir şekildedir. Sonuçta ölçütü ne olursa olsun istem; yaşama ve var olma adına arzu edilenleri tarif edecektir.

Kavramlarla oluşturulan, dönüp duran tümcelerle kafa karıştıran bir yazının sonu…

Bu kavramlar; yaşamınızın vazgeçilmezidir ama yönetmeni olmamalıdır. 

Yaşam kişice yönetilmelidir ve insansal ve felsefi kavramlarla donatılmalı, renklendirilmelidir. Bu renklilik salt kişinin elinde olan bir husustur. Her ne konumda olunursa olunsun, yaşam salt kişinindir. (Bu yazıda “salt” çok kullanıldı, bunun tuzla da bir alakası yoktur.)

Yazının sonunda yazarın yaşamla “ti” geçtiği de düşünülmemelidir. Çünkü yaşamak çok ciddi bir olgudur. Yaşamdan haz almak da bir o kadar önemlidir.

Yaşamın özü ise “sevgi” ve “sevmek”ten ibarettir. Sevgi insansal ve felsefi kavramların içinde en göreceli olanı ve en fazla tanımı olanıdır. “Sevgi” olmadan yaşam bir hiçtir. Etrafımızda, yakınımızda, işimizde, yurdumuzda ve tabi ki ailemizde sevmekle yükümlü olduğumuz çok husus, nokta ve kişi vardır.

Sevgi çeşitliliğinde “çokluk” olmayan, “teklik” arz eden sadece “âşık” olunandır.

Yazının bir yerinde de belirtildiği gibi içerikte çokça “çelişki” bilerek, isteyerek ve düşündürme amaçlı olarak yapılmıştır. Buna gösterilecek “hoşgörü” ise okuyanın yazara göstereceği sevgi ile doğru orantılıdır…


Bojidar Çipof

28 Haziran 2010