Ülkemiz son günlerde, evvela İsrail’in uluslararası sularda
yaptığı saldırı ve sonra da bölücü terör örgütünün eylemleri ile çok yoğun bir
gündem altında yaşamaktadır. Bu gelişmeler süregelirken medyada çok satır arası
bir haber çıktı. 15 Ağustos 2010’da, Trabzon Sümela Manastırı’nda bir ayin için
verilen izinle ilgili olan bu haber şu başlıkla verildi: “Sümela'da ayinin
şartları belirlendi.”[1]
Haberin devamı ise şöyleydi: “Trabzon'un Maçka İlçesi sınırlarında bulunan Sümela Manastırı'nda 15 Ağustos'ta yapılacak ayine, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından kısıtlama getirildi. Manastırda düzenlenecek “dini içerikli etkinliğin”, ziyaretçi sirkülâsyonuna engel olmaması, sınırlı sayıda ziyaretçinin katılımıyla dış avlu kısmında, Valilikçe belirlenecek saatlerde yapılması istendi.”
Hümanist bir bakışla şu denebilir: “Ne güzel bak
ülkemizde her dine son derece saygı ve hoşgörü var ve bu bağlamda insanlara
istediği yerde ibadet yapma izni veriliyor.”
Bunu iyi niyetle diyen ve hakikaten iyi niyet
besleyenlerimiz çoktur. Ancak gerçek bu değildir ve adım adım ilerleyen
Yunan/Rum “Megali İdea”sı amaçlarınca uygun bir talebe, Devlet organları
hümanist bir yaklaşımla izin vermiştir. Aslında, Anadolu’nun birçok yerindeki
metruk kiliselerde belli zamanlarda ayinler yapılmakta ve başta Rum Patriği
Bartholomeos olmak üzere burada Yunan/Rum din adamları gövde gösterisi
yapmaktadır. Ne yazık ki bu ilçelerin, beldelerin başta belediye başkanları
olmak üzere yerel mülki erkân da yardımcı olmakta, hatta yanlarında yer alarak
bu gövde gösterisine katkıda bulunmaktadırlar. Bu yardımlar turist gelecek ve
para kazanılacak adı altında çok yandaş bulmaktadır.
“Bu adamlar hiçbir şeyi plansız ve programsız
yapmazlar.” Bu deyişi birçok yazıda farklı söylemlerle ifade etmişizdir. Bu
makale; “Üç Aya Sofya” gerçeği ve bunun “Megali İdea”daki yeri
hakkındadır. Makale okunduğunda, bu metruk alanlarda yapılan ayinlerin “Din
ve İman Adına” değil de “İdeolojik” etkinlikler olduğu ve bir
planın parçalarının yavaş yavaş yerine getirilmesi olduğu görülecektir.
Komplo teorileri mi üretiliyor? Kesinlikle olmadığına
inanabilirsiniz. Türkiye, o kadar ince ayrıntı ve ileriye dönük yatırımlarla
karşı karşıya ki… Rum Patrikhanesi’nin, tabi Yunan Hükümeti’nin de Türkiye
üzerindeki emelleri çok büyüktür. Komşuluk dostluk sözleri ise sadece
söylemseldir. Eylemdeki her nokta, her adım çok büyük titizlikle ve hiçbir
ayrıntı göz ardı edilmeksizin değerlendirilmektedir.
Bu arada, yasalarımıza aykırı olan bir husus hakkında
gelişmeler var. Yasalarımıza göre; yabancı uyrukluların Sen Sinod üyesi
olamayacaklarına karşı bir çözüm getirilmek üzeredir. On iki kişi olan, Rum
Patrikhanesi Sen Sinod Meclisi’nin altı üyesi uzun bir zamandır T.C. vatandaşı
olmayan kişilerden oluşmaktadır. Ben bu yasadışı yaptırım için 2007 yılında
dava açtım. Suç duyurumun ret edilmesi üzerine, bir üst mahkeme olarak Ağır
Ceza Mahkemesi’ne gittim. Buradan da ret çıkınca usul gereği numara numara üste
çıkarak dosyamı tüm Ağır Ceza Mahkemeleri’nde devam ettirdim. Maalesef bu
çabamdan bir sonuç alamadım. Benden sonra eski bir belediye başkanı da aynı
şekilde dava açtı ama onun davası da akamete uğradı.
Bu süreçte konuştuğum tüm yetkililer bunun yasalara
uygun olmadığını ifade ettiler. Ayrıca birçok Hükümet mensubu da süreçte, bunun
doğru olmadığı şeklinde beyanlarda bulundular. Ama adamlar geri adım atmadı ve
bildiğini okudu. Altı yabancı üyenin görevine ısrarla son vermediler. Süresi
dolanların yerine yine yabancı papazlara görev verdiler. Şimdi bu yasa
dışılığa, bu adamları Türk Vatandaşı yaparak son verilecektir. Bu yabancılar
Türk Vatandaşlığını aldıkları anda yasal statü sağlanacaktır. Nerede kaldı Batı
Trakya’daki soydaşlarımızın hakları? Nerede kaldı seçilmiş Müftülerin hakları?
Nerede kaldı mütekabiliyet esası?
Bu işin sonu aslında hiç de iyi değildir. Çünkü bu
şekilde, ileride yabancı uyruklu bir metropolitin Rum Patriği olmasının yolu
açılacaktır. Buna çok dikkat edilmelidir.
İki noktaya daha dikkat çekmek gereklidir. Dünya’da
hiçbir ülkenin anayasasında, (Yunanistan hariç) bir komşu ülke için
ilgili madde yoktur.
Yunanistan bugünkü bildiğimiz coğrafyasında tesadüfen
kurulmuş bir ülkedir. Yunanistan; bir AB üyesi olmasına karşın kökten dinci bir
ülkedir. Megali İdea’ya göre merkezi İstanbul olan “Büyük Yunanistan”ı kurmak iken bu amaç gerçekleşememiş ve 1814
Filiki Eterya ile başlayıp 1821’de –Yunanlılara göre- hüsranla biten
maceradan sonra gelişen bir takım olaylar sonucunda kurulmuş bir ülkedir.
Yunanistan Anayasası’nda belki de başka bir ülkede
örneği bulunmayan maddeler bulunur. Bunlardan 3. madde özetle şöyledir: “Yunanistan’ın
resmi dini Ortodoksluktur, dinin başı Konstantinopolis’tedir (İstanbul)”
Hakikaten başka hiçbir ülkenin anayasasında böyle bir
komşu ülkeyle ilgili madde yoktur ve bu madde hem “bölücülük” hem
yayılmacılık içermektedir. Megali İdea’nın söylemlerinin en önemlisi
olan, İstanbul’un bir gün mutlaka Helen olacağına işaret olarak, İstanbul için
Yunan Anayasası’nda “Konstantinopolis” denmiştir.
“Poli” Yunancada “Şehir” anlamındadır.
Ama bugün Yunanistan’da “Poli” sadece İstanbul anlamını taşır. Bir kişi “Poli”
dediğinde birincil anlam İstanbul’dur. Megali İdea ve Üç Aya Sofya bağlantısına
değinmeden son bir noktaya da işaret etmek lazım. Önceki cümlelerde, hiçbir
adımın, girişimin boşa yapılmadığına değinirken, ülkemizde maalesef gerçekler
ya da yapılanlar bilindiği halde bazı noktaların tam olarak ne anlam ifade
ettiği anlaşılamıyor. Bunlardan bir sentez çıkarılamıyor.
Turist gelecek diye sevinen beldelerimizden birisi
olan Ayvalık’taki Ali Bey (Cunda) Adası’nda her sene yapılan “masum”
ayinler, aslında masum olmayan etkinliklerdendir. Cunda Adası’nda tarihte
Anadolu’da kurulan ilk “Ruhban Okulu”nun kalıntısı vardır. Burası
Yunanlılar/Rumlar için çok önemli bir simgedir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun
daha ortada olmadığı bir tarih diliminde Papaz İkonomos’un, Sarayı kandırarak
burada kurduğu bu okulda ilk Türk karşıtı militan papazlar yetiştirilmiştir.
Patrik Bartholomeos, aslında (kendi açılarından) çok iyi sürdürdüğü
görevinde, Cunda Adası’na da fevkalade önem vermiştir ve burada da bilinen
ayinlerini tertiplemeye başlamıştır.
Çok mu komplo teorisi var, senede bir gün ve son
derece insani bir ayine izin veriliyor ne var bunda? Bunlar hep birbirine bağlı
hususlar ve sentezi de aynı şekilde yapılmalıdır. Patrikhane’nin Sen Sinod
Meclisi’nde, Cunda Adası Metropolitliği de var. Denebilir ki, Anadolu’da
üzerinde Rumluğun eseri kalmamış yerlerin adına metropolitler zaten var ve bu
da onlardan biri…
Aslında hiçbir metropolitlik adı tesadüfen ve öylesine
konmamıştır. Hepsinde bir anlam ve ileriye yönelik niyet bulunmaktadır.
Hepsinde de bu yerlerin günümüzdeki adları değil eski Bizans adları
kullanılmaktadır. Bu bağlamda; Cunda Adası Metropoliti olan metropolit aynı
anda, Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu metropolittir ve sembolik makam
odası da Heybeliada Ruhban Okulu’nun içindedir. Bu bir tesadüf ise burada
yazılanlar komplo teorisidir. Değilse üzerinde çok dikkat edilmesi gereken bir
husustur.
ÜÇ AYA SOFYA VE MEGALİ İDEA BAĞLANTISI
Megali İdea; üç kıtada düşlenen Büyük Yunanistan’ı
kurma isteğidir ve en büyük istek Anadolu’nun ve Marmara’nın
Helenleştirilmesidir. Megali İdea; büyük fikir, büyük ülkü anlamında olup,
söylemlerinin en ön plana çıkanı: “Bir gün Üç Aya Sofya’da tekrar ayin
başlarsa, Megali İdea gerçekleşecektir” şeklindedir.
Birinci Aya Sofya: MS. 325 yılında İznik’te 1. Hıristiyanlık Konsili yapıldı. Bu konsilde;
bu gün Hıristiyanlığın en önemli kararları alındı. Bunların en önemlisi, “Baba,
Oğul, Kutsal Ruh” kavramının kabulü oldu. Bugün Hıristiyanlığın en önemli
amentüsü o konsilde alınan bu karardır. 1. Aya Sofya İznik’tedir. Şimdi bu
konuyu takip edenler ya da arşivleri hatırlayanlar, geçmişte burada Rum
Patrikhanesi tarafından birçok ayin yapıldığını anımsayacaklardır. 1. Aya
Sofya’da, Bizans sonrası ayin yapılmıştır.
İkinci Aya Sofya: Sümela Manastırı’nın Hıristiyan Dünyası’ndaki bir adı da “Virgin Mary
Monastery”dir. (Bakire Meryem Manastırı) Bu manastırın, MS.375’ten
sonra inşa edilmeye başlandığı bilinmektedir. Bir manastır ya da külliye
şeklinde inşa edilen Hıristiyan dini yapıları, içerisinde birden fazla kilise
içerebilir. Bunlar büyük kilise ya da kilisecik (pareklis) olarak
yapılmışlardır. Kilise ya da kiliseciklerin hepsi ayrı bir aziz ya da azize
adına kutsanırlar. Bu işlem; dini mekânın inşasından sonra yapılan ilk dini törende
icra edilir ve o törende kiliseye seçilen aziz ya da azizenin adı verilir. Bu
açıklama; Sümela’nın içinde de bir Aya Sofya Kilisesi bulunduğunu ve bunun
Sümela adı ile bir kavram kargaşası yaratmadığını vurgulamak adına yapıldı. Bu
arada bir ayrıntıyı da atlamamak gereklidir. Trabzon’da günümüzde Aya Sofya
Müzesi olarak bilinen başka bir kilise daha vardır. Bu Aya Sofya daha sonraki
bir tarihte bölgede egemen olan Komnenos Hanedanı’ndan birinin, İstanbul’daki
Aya Sofya’ya rakip olarak yaptırdığı bir kilisedir. Bir coğrafi alanda aynı adı
taşıyan birden fazla kiliseler daima olmuştur.
Şimdi, 15 Ağustos’ta Kültür Bakanlığı’nın verdiği
izinle tekrar Sümela’da ayin yapılacaktır. Bu iznin kısmi olarak verilmesini
iyimser bir bakışla görmek gerekir. Örneğin Efes ve Ayvalık’taki gövde
gösterileri örnek alınarak, 15 Ağustos’ta, Sümela için verilen ayin yapma
izninin daha temkinli verilmiş olması mümkündür. Yunan Megali İdea’sının “Üç
Aya Sofya’da tekrar ayinleri başlatmak” doktrini göz ardı edilmemeli ve
zaman zaman ayine açılan bu iki tarihi mekânda, Rum Patrikhanesi tarafından
organize edilen ayinler dikkatle izlenmelidir.
Üçüncü Aya Sofya: Bu bildiğimiz, İstanbul’daki Aya Sofya’dır. Burası; MS. 532-537 yılları
arasında inşa edilmiştir. Tarihlere bakıldığında tabi ki tarihi değerlilik
olarak İznik daha üsttedir. Ancak burası Bizans İmparatorluğu’nun ana kilisesi
olarak yüzyıllarca hizmet vermiştir. Tüm Dünya’daki Hıristiyanlar için de büyük
önemi vardır. Artık sıra İstanbul’daki Aya Sofya’ya gelmiştir. Burada ayin
yapabilmenin koşulları oluşturulmaya çalışılmakta, bunun nasıl bir sempatik
sunuşla ortaya konulması düşünülmektedir. Biraz tarihe doğru geri dönersek, Aya
Sofya’nın camiden, müzeye dönüştürülmesi sürecinin aslında bazı dış baskılarla
da sağlandığı, nerelerden telkinler yapıldığı görülecektir. Camiden, müzeye
dönmesi dahi Hıristiyanlar arasında çok fazla sevince sebep olmuştur. Bu
konuda, bu dönüşüm tarihlerindeki Yunanistan gazetelerine bakmak da yeterlidir.
Bir Yunan kaynağından alınmış “Minaresiz Aya Sofya” sanırım bu “masum”
isteği sergilemektedir.
İstanbul’daki Aya Sofya ile ilgili olarak ülkemiz
dışında akıl almaz çoklukta yayın, dernek, sivil toplum örgütü ile çok sayıda
web sitesi bulunmaktadır. “İdea”nın bu fotoğrafta görüldüğü gibi “minaresiz”
bir Aya Sofya’ya tekrar kavuşmak olduğunu bilmemiz gereklidir. Bunu bir
komplo teorisi olarak görmemeli ve tehlikeye karşı temkinli hazırlıklı
olmalıyız.
Sıra artık 3. Aya Sofya’dadır.