Bir ağaçkakan “kakmak” üzere çıktığı ağacın üzerinde,
yaşadığı hayatın zorlukları ve ne kadar boş bir yaşam sürdürdüğünü düşünüyordu…
Sabah tünediği yerden
kalkacak ve dere kenarında sabah banyosu yapacak, içtiği birkaç yudum sudan
sonra; görev yerine, yani “kakılacak”
ağacın üzerine gidecekti.
Tabi ki bu işi yani eylemi
yapmak için iki faktör olmalıydı ve bu iki faktör de “kakan” yani kendisi ve bir de “kakılan”
yani kakılacak ağaç gerekliydi.
Bu koşullar tamdı ve eylem
tam ve mükemmel bir şekilde yapılmaya hazırdı. Ağaçkakan da öyle yaptı ve “kakacağı” ağaca doğru yumuşak bir uçuşa
geçti. Biz onu ağacı kakması için biraz rahat bırakıyoruz…
“Kakan”lar; sadece hayvan türlerinden olan bu kuş değil tabi ki… İnsanlar
arasında da, amatör, profesyonel ve yarı profesyonel “kakıcılar” genel insan nüfusu arasında pek de az olmayan bir
yüzdededirler…
Bu insan “kakıcılar” kendi aralarında, genel
olarak ikiye ayrılırlar.
1= Bulduğu herkesi “kakanlar”.
2= Çok sevdikleri ile
seviyorum dediklerini ya da sever görünüp aslında hiç sevmediklerini “kakanlar”.
Şık 1.’deki bulduğu
herkesi “kakanlar” aslında o kadar
önemli değildir zira “kakılmak”
istemeyenlerin ortamdan sesli ya da sessizce ayrılmaları mümkündür. Bu tür “kakıcılar”; kendi aralarında kimse ile
geçinemeyenler, aksiler, kötüler, belalılar ve kıllar v.d. olarak tasnif
edilebilirler.
Şık 2.’deki klasmanda olan
“kakıcılar”ın ise; sevgi kavramının çok
geniş bir yelpazede olması sebebiyle, daha fazla alt seçenekle irdelenmesi
gerekir.
Ebeveynlerinin kendisine
yaptığı her hareketi ve aldığı ya da alamadığı her ne ise bir sorun haline
getiren ve ona rağmen şımartılmaya devam eden velet, ergen, genç hatta erişkin
bireyler vardır. Bunlar; ana ve babasının başına her şeyi “kakar” dururlar.
Bunun bir de tersi var
tabi ki… Ne yaparsa yapsın ebeveynlerine yaranamayan, yaptığı her hareket
başına “kakılan” ve bu “kakma”
eylemi ile doğru orantılı olarak yaşamlarını, farkında olmadıkları bazı travmalarla
sürdüren “kakılmışlar”…
İş hayatında da ne
yaparsan yap yaranılmayan, elinle kuş tutsan seni takdir etmeyen, ama hele bir
hata yap, o zaman adeta kafa derisi avcısı Kızılderili misali üstüne gelen
işveren ya da amir, müdür sıfatlı “kakıcılar”ın
da burada hakkını vermeliyiz.
Bunun tersi de yok mu?
Elbette var! Evinde bulamadığı yemeği, başka bir işte sağlamayacağı sosyal
imkânları bulduğu halde devamlı patron, amir ve müdürün “arkasından kakma” işini alışkanlık
edinenler.
Bu tür kişiler; bu “arkadan kakma” eylemlerini, kendi arkadaşları arasında “kakadururlar”. Bunları “riyakâr kakıcılar” olarak da tasnif
edebiliriz.
Kendilerine göre, Dünya’nın
en kötü patron amir ve müdürlerini karşılarında gördükleri esnada ise en
profesyonel askeri birliklerde görülmesi bile mümkün olmayan militarik bir
selamla karşılık verirler. Burada “kakma”
işlemi; yerini “yağlama” şeklinde tezahür eder…
Okulda; ne yaparsan yap,
ne kadar çalışırsan çalış, ne kadar ödev yaparsan yap yaranamadığın dolayısı
ile not alamadığın ve de azar işittiğin öğretmen “kakıcılar” ile bunun tersi olarak; ağzıyla kuş tutsa öğrenciye
yaranamadığı için arkasından tüm “kakma”
işlemlerinin ve “kötüleme”
eylemlerinin yapıldığı öğretmenler de azımsanamaz.
Bu tür örneklemeler çok daha
fazla yapılabilir. Ancak zamanın darlığını göz önüne alarak ve bize ayrılmış
süreyi doldurmadan önce “sevgisel kakma”
eylemleri üzerinde duracağız!
Adam ya da kadın, nasıl
durursa dursun, ne yaparsa yapsın, genellikle akşam yemeğinden önce, bazen de
Pazar günü yataktan kalkıştan hemen sonra, kaderlerinde olan “kakma” eylemi başlar. Her tür davranış
karşısında, bazen maddi bir eskizsizlik, bazı hallerde cinsel doyumsuzluk ya da
performanssal bir acizlik durumunda, çok zaman kıskançlık ve yine zaman
kısıtlaması nedeniyle v.d. olarak geçiştirdiğimiz çok daha fazla husustan ötürü
“kakma” eylemi yapılır. Kimileri bu konuda o kadar
becerilidir ki hani yakalarına “itina
ile kakılır” yazılsa hiç de abartı olmaz!
Madalyonda iki taraf
olduğundan (öyle derler) diğer tarafa da geçip bir de oradan
baktığımızda; kişiye su soruyu sorma gereği hâsıl olur:
“Be arkadaş! Neden kendini bu
kadar kaktırıyorsun?”
Bu; ancak çok göreceli bir
şekilde cevaplarla mümkün olan bir durumdur ve bunun da şıkları vardır.
Kişi deli gibi âşıktır ve
devamlı susma hakkını kullanarak kendini “kaktırır”
durur. Bu durumda diyecek bir şey kalmamıştır. Zira kişi artık müptezel (daha eski deyimle=iptizal) konumdadır ve
selametin onun yanında olmasını dilemekten başka bir şey elden gelmez.
(Burada
kullanılan “müptezel” kelimesinin
genelde azmış/kudurmuş anlamında kullanılması; kelimenin tam olarak o anlama
geldiğini göstermez ve en kolay/kolaycı iş olan arama motorlarına bakmak sizi
bilgilendirecektir! )
İlişkilerde tanımı ne
olursa olsun sevgi ya da aşk, evlilik ya da birlikte yaşam; saygının en önemli
unsur olduğundan yola çıkılarak, bazı değer yargılarını anımsamak ve kendi
kafamıza, kendimiz “kakmak”; belki
Ocak ayında denize girmekten daha etkili bir soğuk duş etkisi yapacaktır.
Ve bu suretle, yazının
başındaki 1. Klasmana geçme durumu zuhur edecek, kişi mahalden “kakılmadan” ayrılabilecektir. Bu şekilde
davranma; en tavsiye edilen ve sonucu tam ve eksizsiz olan bir tepki/etkidir…
Ama çok kez bu
yapılmamaktadır. Deli gibi seven, çok seviyorum diyen ama karşıdakinin parasını
seven, yine çok seviyorum diye aslında gücü sevenlerin çok olduğu çağımızda her
edinimin bir bedeli vardır ve ne yazık ki bu bedel de “kakılma katsayısı” ile tespit edilmektedir.
Çok kez burada “kakıcı” görevinde olan kişi; “kakabileceğini” ve istediğini her zaman
alabileceğini sezdiği an durum çok vahim bir safhaya girmiştir. Zira burada “kakıcı” olarak tanımladığımız zat ya da
zat-ı muhterem, ne kadar “kakarsa kaksın” bu “kakma” işleminin sürekliğinde, bitmesinde bir endişe taşımamaya
başlar.
“Kakma”
yapanın yanına kar kalmaktadır! Ortaya “Marquis
de Sade” (kısaca Marki de Sad olarak
okunur) tarafından Dünya’mıza kazandırılan “sadizm” duygusu da çıkmıştır ve “kakan”; gereken tepkiyi almazsa, “kakmaya” sadistçe ve sürekli devam eder.
Hatta bu “kakıcılar”; bazen hızlarını alamaz ve
bu “kakma” işine kendilerini öyle
bir kaptırırlar ki devran tersine döner ve sıkıntıdan “Kurdeşen” dökerler.
Bu
klasmandakiler; çevrelerini kahreder ama kendileri kahrolmuş modunda “Show” yapmakta üstlerine olmayanlardır!
Hatta
bazen kendi kendilerine reva gördükleri “monolog
tarzı kakma” ya da “kahrolma”
sonucundaki sıkıntıdan ötürü “zona”
çıkarttıkları dahi görülür… (Zona
Latince: Herpes Zoster. Virüsü: Varicella
Zoster)
Tabi bu kadar “kakan”la uğraşır durursak, yazımızın
başlangıcında olan “ağaçkakan”ı
unutmuş ve zavallı “kakılanlar” için
ağıt yakmaya başlamış oluruz. Ağaçkakan; (Latince=Picus)
ağaçkakangiller familyasındandır. Ağaçları gagalamakla, insanların birbirlerine
yaptığı gibi kişisel bir “kakma “
niyetleri yoktur.
Bu çok güzel renklerde
doğada bulunan kuş türünün, gagalama ya da “kakma” işi ile iştigal etmesindeki tek ve masum amaç; ağaç
kabuğundaki böcek, tırtıl türü haşaratı yemek ve sadece karnını doyurmaktır.
Bu işlemi yaparken de
ağaca sık sık vurarak bir anlamda böcek avcılığı yapmakta ve nerede olduklarını
bu şekilde tespit etmektedir.
Bu güzel kuşun Dünya
insanlarının birbirine hep yaptığı “kakma”
işi ile hiçbir alakası olmadığı bilimsel yöntemlerle kanıtlanmıştır.
Ağaçkakan;
suçsuzdur…
Bojidar
Çipof
18 Ekim 2010