18 Ekim 2010 Pazartesi

AĞAÇKAKAN ile KAKAN ve KAKILANLAR HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

  
Bir ağaçkakan “kakmak” üzere çıktığı ağacın üzerinde, yaşadığı hayatın zorlukları ve ne kadar boş bir yaşam sürdürdüğünü düşünüyordu…

Sabah tünediği yerden kalkacak ve dere kenarında sabah banyosu yapacak, içtiği birkaç yudum sudan sonra; görev yerine, yani “kakılacak” ağacın üzerine gidecekti.

Tabi ki bu işi yani eylemi yapmak için iki faktör olmalıydı ve bu iki faktör de “kakan” yani kendisi ve bir de “kakılan” yani kakılacak ağaç gerekliydi.

Bu koşullar tamdı ve eylem tam ve mükemmel bir şekilde yapılmaya hazırdı. Ağaçkakan da öyle yaptı ve “kakacağı” ağaca doğru yumuşak bir uçuşa geçti. Biz onu ağacı kakması için biraz rahat bırakıyoruz…

Kakan”lar; sadece hayvan türlerinden olan bu kuş değil tabi ki… İnsanlar arasında da, amatör, profesyonel ve yarı profesyonel “kakıcılar” genel insan nüfusu arasında pek de az olmayan bir yüzdededirler…

Bu insan “kakıcılar” kendi aralarında, genel olarak ikiye ayrılırlar.

1= Bulduğu herkesi “kakanlar”.

2= Çok sevdikleri ile seviyorum dediklerini ya da sever görünüp aslında hiç sevmediklerini “kakanlar”.

Şık 1.’deki bulduğu herkesi “kakanlar” aslında o kadar önemli değildir zira “kakılmak” istemeyenlerin ortamdan sesli ya da sessizce ayrılmaları mümkündür. Bu tür “kakıcılar”; kendi aralarında kimse ile geçinemeyenler, aksiler, kötüler, belalılar ve kıllar v.d. olarak tasnif edilebilirler.

Şık 2.’deki klasmanda olan “kakıcılar”ın ise; sevgi kavramının çok geniş bir yelpazede olması sebebiyle, daha fazla alt seçenekle irdelenmesi gerekir.

Ebeveynlerinin kendisine yaptığı her hareketi ve aldığı ya da alamadığı her ne ise bir sorun haline getiren ve ona rağmen şımartılmaya devam eden velet, ergen, genç hatta erişkin bireyler vardır. Bunlar; ana ve babasının başına her şeyi “kakar” dururlar.

Bunun bir de tersi var tabi ki… Ne yaparsa yapsın ebeveynlerine yaranamayan, yaptığı her hareket başına  “kakılan” ve bu “kakma” eylemi ile doğru orantılı olarak yaşamlarını, farkında olmadıkları bazı travmalarla sürdüren “kakılmışlar”…

İş hayatında da ne yaparsan yap yaranılmayan, elinle kuş tutsan seni takdir etmeyen, ama hele bir hata yap, o zaman adeta kafa derisi avcısı Kızılderili misali üstüne gelen işveren ya da amir, müdür sıfatlı “kakıcılar”ın da burada hakkını vermeliyiz.

Bunun tersi de yok mu? Elbette var! Evinde bulamadığı yemeği, başka bir işte sağlamayacağı sosyal imkânları bulduğu halde devamlı patron, amir ve müdürün “arkasından kakma” işini alışkanlık edinenler.

Bu tür kişiler; bu “arkadan kakma”  eylemlerini, kendi arkadaşları arasında “kakadururlar”. Bunları “riyakâr kakıcılar” olarak da tasnif edebiliriz.

Kendilerine göre, Dünya’nın en kötü patron amir ve müdürlerini karşılarında gördükleri esnada ise en profesyonel askeri birliklerde görülmesi bile mümkün olmayan militarik bir selamla karşılık verirler. Burada “kakma” işlemi;  yerini “yağlama” şeklinde tezahür eder…

Okulda; ne yaparsan yap, ne kadar çalışırsan çalış, ne kadar ödev yaparsan yap yaranamadığın dolayısı ile not alamadığın ve de azar işittiğin öğretmen “kakıcılar” ile bunun tersi olarak; ağzıyla kuş tutsa öğrenciye yaranamadığı için arkasından tüm “kakma” işlemlerinin ve “kötüleme” eylemlerinin yapıldığı öğretmenler de azımsanamaz.

Bu tür örneklemeler çok daha fazla yapılabilir. Ancak zamanın darlığını göz önüne alarak ve bize ayrılmış süreyi doldurmadan önce “sevgisel kakma” eylemleri üzerinde duracağız!

Adam ya da kadın, nasıl durursa dursun, ne yaparsa yapsın, genellikle akşam yemeğinden önce, bazen de Pazar günü yataktan kalkıştan hemen sonra, kaderlerinde olan “kakma” eylemi başlar. Her tür davranış karşısında, bazen maddi bir eskizsizlik, bazı hallerde cinsel doyumsuzluk ya da performanssal bir acizlik durumunda, çok zaman kıskançlık ve yine zaman kısıtlaması nedeniyle v.d. olarak geçiştirdiğimiz çok daha fazla husustan ötürü “kakma”  eylemi yapılır. Kimileri bu konuda o kadar becerilidir ki hani yakalarına “itina ile kakılır” yazılsa hiç de abartı olmaz!

Madalyonda iki taraf olduğundan (öyle derler)  diğer tarafa da geçip bir de oradan baktığımızda; kişiye su soruyu sorma gereği hâsıl olur:

Be arkadaş! Neden kendini bu kadar kaktırıyorsun?

Bu; ancak çok göreceli bir şekilde cevaplarla mümkün olan bir durumdur ve bunun da şıkları vardır.

Kişi deli gibi âşıktır ve devamlı susma hakkını kullanarak kendini “kaktırır” durur. Bu durumda diyecek bir şey kalmamıştır. Zira kişi artık müptezel (daha eski deyimle=iptizal) konumdadır ve selametin onun yanında olmasını dilemekten başka bir şey elden gelmez.

(Burada kullanılan “müptezel” kelimesinin genelde azmış/kudurmuş anlamında kullanılması; kelimenin tam olarak o anlama geldiğini göstermez ve en kolay/kolaycı iş olan arama motorlarına bakmak sizi bilgilendirecektir! )

İlişkilerde tanımı ne olursa olsun sevgi ya da aşk, evlilik ya da birlikte yaşam; saygının en önemli unsur olduğundan yola çıkılarak, bazı değer yargılarını anımsamak ve kendi kafamıza, kendimiz “kakmak”; belki Ocak ayında denize girmekten daha etkili bir soğuk duş etkisi yapacaktır. 

Ve bu suretle, yazının başındaki 1. Klasmana geçme durumu zuhur edecek, kişi mahalden “kakılmadan” ayrılabilecektir. Bu şekilde davranma; en tavsiye edilen ve sonucu tam ve eksizsiz olan bir tepki/etkidir…

Ama çok kez bu yapılmamaktadır. Deli gibi seven, çok seviyorum diyen ama karşıdakinin parasını seven, yine çok seviyorum diye aslında gücü sevenlerin çok olduğu çağımızda her edinimin bir bedeli vardır ve ne yazık ki bu bedel de “kakılma katsayısı” ile tespit edilmektedir.

Çok kez burada “kakıcı” görevinde olan kişi; “kakabileceğini” ve istediğini her zaman alabileceğini sezdiği an durum çok vahim bir safhaya girmiştir. Zira burada “kakıcı” olarak tanımladığımız zat ya da zat-ı muhterem, ne kadar “kakarsa kaksın” bu “kakma” işleminin sürekliğinde, bitmesinde bir endişe taşımamaya başlar.

Kakma” yapanın yanına kar kalmaktadır! Ortaya “Marquis de Sade” (kısaca Marki de Sad olarak okunur) tarafından Dünya’mıza kazandırılan “sadizm” duygusu da çıkmıştır ve “kakan”; gereken tepkiyi almazsa, “kakmaya” sadistçe ve sürekli devam eder.

Hatta bu “kakıcılar”; bazen hızlarını alamaz ve bu “kakma” işine kendilerini öyle bir kaptırırlar ki devran tersine döner ve sıkıntıdan “Kurdeşen” dökerler.

Bu klasmandakiler; çevrelerini kahreder ama kendileri kahrolmuş modunda “Show” yapmakta üstlerine olmayanlardır! Hatta bazen kendi kendilerine reva gördükleri “monolog tarzı kakma” ya da “kahrolma” sonucundaki sıkıntıdan ötürü “zona” çıkarttıkları dahi görülür… (Zona Latince: Herpes Zoster. Virüsü: Varicella Zoster)

Tabi bu kadar “kakan”la uğraşır durursak, yazımızın başlangıcında olan “ağaçkakan”ı unutmuş ve zavallı “kakılanlar” için ağıt yakmaya başlamış oluruz. Ağaçkakan; (Latince=Picus) ağaçkakangiller familyasındandır. Ağaçları gagalamakla, insanların birbirlerine yaptığı gibi kişisel bir “kakma “ niyetleri yoktur.

Bu çok güzel renklerde doğada bulunan kuş türünün, gagalama ya da “kakma” işi ile iştigal etmesindeki tek ve masum amaç; ağaç kabuğundaki böcek, tırtıl türü haşaratı yemek ve sadece karnını doyurmaktır.

Bu işlemi yaparken de ağaca sık sık vurarak bir anlamda böcek avcılığı yapmakta ve nerede olduklarını bu şekilde tespit etmektedir.

Bu güzel kuşun Dünya insanlarının birbirine hep yaptığı “kakma” işi ile hiçbir alakası olmadığı bilimsel yöntemlerle kanıtlanmıştır.

Ağaçkakan; suçsuzdur


Bojidar Çipof
18 Ekim 2010