4 Ekim 2010 Pazartesi

TOPRAKTAN İNTERNETE (Sosyal Medyanın Müritleri)



Bu yazı; Facebook'u örnekleme yaparak, internet üzerine yazılmış eleştirel bir "deneme"dir.

Temel dört element: Ateş, Hava, Su ve topraktır.

Latince; Ignıs [Ateş], Aer [Hava], Aqua [Su] ve Terra [Toprak]

Dört elementin hiç biri, bir diğerinden daha önemsiz değildir ama toprağın; salt element olma özelliğinden öte insanlar üzerinde duygusal bir özelliği de vardır.

Bu bağlamda toprak; anadır, umuttur, aşktır, sevgidir ve daha birçok anlamdır… Çok farklı iş mensupları; topraktan çok farklı beklentilerde olurlar. Başta çiftçiler olmak üzere toprağa verdiği nimetlerden dolayı bir kesim “ana” derken, örneğin bir doğasever ya da bir şair yine toprağa “ana” der ama bu tanımı başka bir anlam yükleyerek ifade eder. Verimliliği ifade etme adına yapılan “ana” vurgusu; tanımlama adına yapılırken, ortaya duygular ve özellikle de en geniş kavram olan “sevgi” konuyorsa, bu kez de “tanımlama” yerine “betimleme” denmesi gerekecektir.

Duygular sonsuzdur! Nihai nokta konulamaz…

Hedef hiçbir zaman kesin değildir. Biraz daha, biraz daha… Aşk da sevgi de aynıdır. Daha çok, daha çok… Hele para kazanma güdüsü, ihtiras ve buraya yazılabilecek birçok kavram daha…

Kesinlik olmadığında, hedefi netleştirerek ortaya koymak zordur. Uzakta, elin değmediği yer ya da yerlerde, devamlı uzanma, zıplama ve bir türlü o noktaya varamama…

Biraz da “doyumsuzluk” nitelemesi sanki buraya girebilir. Hani “o” şarkıyı her prova edişinde orkestraya kan kusturan, bir türlü tatmin olamayan ve her söyleyişinde aslında kendi eksikliğini etrafındakilere eziyet ederek gizlemeye çalışan “ünlü”lüğü sindirememiş “ünlü” bir şarkıcı…

Tanımlamada; bilinen bazı değerler göz önüne alınarak bir tespit ve tespit edilen nesne ya da olguya, bilimsellik de işin içine girerek bir “ad” verilir. Betimlemede netlik yoktur. Bir şeyi göz önüne alarak yapılan bir tasvir vardır. Bu bağlamda; göz önünde canlanacak bir şekilde, söz ya da yazıyla anlatma söz konusudur.

Bize tabiatın sunduğu en büyük nimetlerden olan “Dört Element”ten biri olan toprak; yukarıda farklı cümlelerle ortaya konan “toprak” olma özelliğinin ötesinde çoğu zaman bize  “sevgi”yi betimlemek için de kullanılır. Toprak; bu anlamda sevgidir, aşktır, aşkı yeşertendir, fidanı büyütendir. En geniş felsefi kavram olan “sevgi”nin göreli, göreceli, bağıl, bağıntılı her türlü ortaya konan şeklinde, o ifadenin içinde olabilir. Çok farklı anlamlar yüklenerek söylenir yazılır ve o tür tümcelerin içinde kullanılan “toprak” gerçekten çok farklı düşün tasvirlerini betimler…

Betimsel olarak neyi tasvir ettiğiniz, tamamen sizin “düşünme özgürlüğü”nüz çerçevesindedir. Düşünceye kısaca; “düşünmenin ürünü olan görüş ya da ortaya konuş” diyebiliriz.  Bu durumda bir düşünceniz oluşmuşsa; buna düşünmenin söylemsel boyuta geçişi ya da düşünmenin eylemsel tepkisi dememiz gereklidir.

Neyi nasıl düşündüğünüz sizin iç dünyanızdır ve buna hiç kimse müdahale edemez. Etrafınızdaki size en yakın birinin, size içinden neler dediğini ya da sizin için neler hissettiğini bilemezsiniz.

Bu; kadın erkek ilişkilerinde daha da zor bir durumdur. Etrafınızdaki en yakın “arkadaşınız”. “kankanız”, "o sizin ablanız ya da ağabeyiniz” ve diğer tanımlamalara uyan erkek ya da kadın kişiler, beklemediğiniz bir anda, size doğru öyle bir adım atar ki size kendinizi çok kötü hissettirir…

Tepki, verilir ve en yakın arkadaş, en kötü kişi olur. Zira genelde bu adımı atan ve dersini alan sonra çirkinleşir ve baş ağrısı yaratır. Sadece “baş ağrısı” ile kalınmaz bir de yiten dostluk adına “iç ağrısı” olur.

Şimdi ne alaka dört element, sonra bunlardan toprak ve sevgi betimlemesi... Bu yazıya bir şekilde girdik ve bu işi bir yerlere vardırıp çözeceğiz…

Ama farkındayım ki hayli karışık bir yazıdır gidiyor… Devam… Her şey sonunda toparlanır! Ama pozitif, ama negatif anlamda… Mutlaka toparlanır…

Betimsel bir tasvir olarak; bir zamanlar toprağa bakan bir köylünün, bu toprak içinden çıkan demir ve bakır ile silikonun da katılmasıyla, ortaya adına “bilgisayar” denen bir alet üretileceğini ve bunun içine odalar, apartmanlar dolusu kâğıtlara sığmayacak kadar yazı ve diğer bilgilerin depolanabileceğini düşünmesi/düşünmüş olması ihtimal dâhilinde değildir.

Bilgisayar denen şu makinenin, zamanla (evvela askeri istihbarat amacıyla oluşan ) sahibi belli olmayan ve Dünya’nın her tarafındaki kişilerle halen anlık iletişim sağlayan adı “internet” olan adeta bir canlı organizma yaratacağı da düşünülmemişti!

Bilgisayar da birçok nimet gibi “toprak”tan çıktı ve hala çıkıyor da… Topraktan çıkan madenlerle yapılan bilgisayar, artık bir kurgubilim filmi gibi Dünya’ya egemen bir organizmayı “internet”i doğurdu…

Toprak Ana’dan olma Bilgisayar’dan doğma İnternet…

Bu; adeta canlı bir organizma gibi Dünya’yı sararken bizi de sardı. Artık kişi iletişimleri ağ üzerinden oluyor. Psikolojik anlamda herkes bağımlı…

Türkiye Facebook’ta üye sayısı olarak 4. Ülke sıralamasında. Ülke nüfusunun üçte biri, yani sokaktaki her üç kişiden birinin Facebook üyeliği var. Kırsal kesimlerdeki vatandaşların bu olanaklara sahip olmadıklarını göz önüne alırsak; büyük şehirlerde bu oranın daha da arttığını ve yarı yarıya " Facebook" üyesi olduğunu düşünebiliriz.

Peki, sadece Facebook mu? Elbette ki değil! Daha birçok sosyal paylaşım siteleri var. Twitter, Yahoo, Gmail ve Skype’ı gibi chat adreslerini unutmayalım. Ayrıca arkadaş ve partner bulma siteleri de var. Herkes bir yerlerde, herkesle iletişim halinde... Tenine yıllardır parmak değmemiş insanlar, biri ile sevgili ilişkisi olan, hatta eşi olan  evli insanlar; bu topraktan çıkan makine vasıtasıyla oluşan organizmadan yani internetten “nasibi”ni bir şekilde alıyor.

Burada “nasip” bir betimlemedir ve ne kadar nasiplenilebileceği hususu da sizin “tasvir” kapasitenizle doğru orantılıdır. Hele bir de “ben bilgisayarla üç ay, altı ay evvel tanıştım” diyenler var ya. Aman işte onlara dikkat! Erkek ya da kadın olmaları hiç önemli değildir. Bu “geç tanışanlar” nedense genelde “cin olmadan, çarpmaya kalkışanlar” oluyor.

İnternet sadece ilişki, arkadaş, partner bulma aracı değildir ki...

İnternet doğru anlamda gerçekten bir hayattır. İştir hatta aştır. Topraktan gelen nimet misalidir.

Artık Amerika’da “sanal aldatma” boşanma sebebi sayılıyor. Kimse kimseye güvenmiyor! Herkes kuşkucu, herkes takipte… Eşler ve sevgililer psikolojik bir soruna doğru adım adım gidiyorlar…  Bunun adı tek kelime ile “obsesif”lik…

Toprak; ana gibi karnından çıkan nimetleri bize sunuyor. Bu; biteviye devam eden bir süreç... Durmadan dinlenmeden Dünya üzerindeki on milyara yaklaşan insan ve diğer canlılar bu sürecin nemalananları, faydalananları. Toprak bize nimetler yanında mecazi anlamda sevgi de veriyor. Sevgi bir açıdan iletişimdir de... Sevgi bulma adına şu adı internet olan dipsiz kuyuya dalarken işte bu nedenle: Aman dikkat!

Bir diğer sorun ise karşında olsa iki laf edemeyecek kadar medeni cesaret fukaralarının “ya tutarsa” misali salladığı yazılar ve yorumlar. Kişiyi gerçekten tanımıyorsanız yanlışlıkla bir “canım” ya da benzeri bir söylemde bulunursanız hele sonuna “sevgiler” aman bir de “öptüm” falan yazarsanız yandınız! Burada gerçekten tanımıyorsanız dedim. Tanıyorsanız size kimse karışamaz…

Bir fotoğrafın altında “ipe sapa” gelmez ve “incir çekirdeğini doldurmaz” otuz kırk yorum biriktirirseniz bence karşınızdaki biraz hafiftir ya da "medeni cesaret fukaralığından" bu yolu seçmiştir.  Bu şekilde davranışlarla ise “incirin çekirdeği” de  zaten dolmayacaktır...

Ancak biraz geriden bu yazıyı bir daha okursanız; kişilerin (kadın ya da erkek fark etmez) kendi “düşünme özgürlüğü” içinde bu çokça yazılanları ne manaya algıladığı ve kendine ne yönden yonttuğunu bilemezsiniz. Buna en kolay tepki olan “o benim kankam” ya da “kardeşim” gibidir” demeye devam etmenizi hararetle tavsiye ederim...

Yeni eşinden ayrılmış bir arkadaşım ve evli bir arkadaşımın başına daha çok kısa bir süre evvel Facebook’tan kaynaklanan büyük sıkıntılar geldi. Bunu burada daha fazla açmayacağım…

Kimileri bana sanala karşı “protest” diyor. Topraktan çıkan madenle, silikonla şu an tuşlarına basmakta olduğum bilgisayar yardımıyla oluşan canlı organizma misali internette; tam 30 sitem var. Çok eski bir bilgisayar uzmanı olmam sebebi ile bunları tek başıma yönetiyorum.

Otuz yıldır bu nimetlerden yararlanarak para kazandım, evlat büyüttüm, yedim içtim "yaşadım". Sanala protest değilim, sanalın değer yargılarımızı törpülemesine ve bizi adım adım sarmasına karşıyım. Bir takım uçuk kaçıkların oluşturduğu bir jargona uymak zorunda olmadığımı düşünüyorum. Dünya’nın (bana göre) en güzel dili olan "Türkçe"yi koruma adına şu “kriptolog” misali yazı yazanlara da karşıyım. Sesli harfleri gece yatarken karnında unutup, seslilere basmayı zaman kaybı sanan ama kelime sonunda bolca mmmmmmmmmmm ve  nnnnnnnnnnnnnn yazanlara da karşıyım.

Bu kadar karşıtlık iyi değil sanki arkadaşlar! Baksanıza adımızı “kıl” a çıkaracaklar…

Ey topraktan olma bilgisayardan doğma internet. Bu lafım sana: Ben internette yalnız değilim. Benden, benim gibi olanlardan daha var. Onlar bana “kıl” demiyor ve onlarla düzgün bir şekilde iletişimde olabiliyorum.  Ancak, ne yazık ki bizden “az” var. Çoğalmalıyız...

Ey internet! Sen benim değer yargılarımı törpüleyemeyeceksin. Ben Türkçeyi Türk Dil Kurumu’nun esasları doğrultusunda kullanacağım. Senin sayende “kriptolog” olmayacağım. Sohbetimi karşılıklı kahve içme tadında yapacağım. Topraktan geldik yine toprağa gideceğiz. Bari giderken bana “topraktan olma bilgisayardan doğma interneti dibine kadar kullandı ama boyun eğmedi” diyecekler.

Buraya kadar okuduysanız bunlar son sözler: Biraz siz de betimleme yapın… Yani tasvirde bulunun işte…

Şu internet olmasaydı o zaman yine etrafınızda bu kadar insan olur muydu? Bunu çok iyi düşünün. Bunu yıllar sonra Facebook’ta bulunan eski okul ve iş arkadaşları, eski sevgililer ve akrabalar için söylemiyorum. Bu bağlamda; ben de Facebook’un gerçekten kendi tanımı olan “sosyal iletişim sitesi” özelliklerini tam olarak ihtiva ettiğini biliyorum, kullanıyorum ve bunu çok da takdir ediyorum.

Çevre için, dost için, arkadaş edinmek için, partner bulma, sevgili bulma, eş bulma için internete gerçekten gereksiminiz yoksa; burası tam size göre…

Tabi bana da…

Bojidar Çipof   4 Ekim 2010