19 Aralık 2015 Cumartesi

DENEME: AŞK ACISI ÜZERİNE KARAMSAR TÜMCELER…



Yalnızlığıyla özdeşleşerek gözlerdeki anlık gölgeler arasında saklanır aşk acısı…

Karanlık gecelerde, yıldızlara uzanan bakışlardaki isyan, sabahın güneşinde yalnızlıkla uyanınca yerini hüsrana verir…

Ve düşünmeye başlar kişi; ne, nerede, neden? Ve daha birçok soru düşer akla…

Hatayı anlamak adınadır bu sorular. Aklı yaylım ateşine tutar ve beyni durma noktasına getirir. Delirmenin bir başka hali de denebilir buna aslında… Ya da tek kelime ile “dayanamamaktır” olan biten!

Hele uğruna acı çekilen için “Acaba şimdi bir başkasıyla gülüyor mu?”  sorusu, omuzlarda sanki yere yapıştıracakmış gibi ağırlık oluşturmaktadır ve bedende iz bırakmayan tırmalamaların “iç kanatan” ağrıları da dayanılmaz gibidir…

Dillere pelesenk olmuş değil midir şu sözler: “Aşk için deli divane…

Filmi geriye alıp bir kez daha düşünmek, bu sayısız soruları sadece kendinle yanıtlamak zamanı gelmiştir…

Kalbe “Sen biraz kenara çekil, ben aklımla dertleşeceğim” deme zamanıdır da…

Akıl; el ele, diz dize, göz göze, beden bedene yaşanan anların güzelliğini bir kenara iterek başka sorular üretmeye pek maharetlidir… Bunu kalbi korumak ya da kurtarmak adına da yapmak zorundadır. Çünkü her şeye rağmen kalp atmalıdır ki aklın barındığı mahal de “canlı” kalabilsin!

Buna; tek kelimelik yanıtla “yaşamak” denmektedir…

Ve sonuç: Güzeldi… Hatta çok güzeldi… Ama bitti!

Peki?

Yaşanacaklar… Yaşanacak anlar… Yani ömrün henüz sarf edilmeyen anları… Ya da başka bir tanımla ömürden arta kalan bakiyemiz!

Bakiye kalan anların kullanımında da “yaşanmışlıklar” kadar “güzel yaşanacaklar” olacağından emin olunduğunda, ilk satıra dönülmeli ve oradaki “Aşk acısı” söylemi ve tüm bu karamsar satırlar unutulmalıdır!

Saat; günler, aylar “öncesine” alınabiliyorsa, “geçmiş zamana” dönerek “yaşam bakiyesinden” hoyratça sarf edilenler geri kazanılabiliyorsa aşkı kaldığı yerden ve acısız yaşamaya devam edilmelidir…

Saat; günler, aylar “ötesine” de alınabiliyorsa, orada başa nelerin gelebileceği görülebiliyorsa, güzelse orada görülenler, sıkı sıkı sarılarak asla kaybedilmemelidir aşk…

Ama saat; günler, aylar “ötesine” alınabiliyorsa, görülebiliyorsa orada başa neler gelebilir, “müstakbel kahır” ise orada görülenler, yaşanacak/yaşanan aşk acısına katlanılmalı…


Zamanla geçmeyen acı yoktur…


Bojidar Çipof
16 Aralık 2015 







8 Aralık 2015 Salı

ŞİİR: SEN ve SORU İŞARETLERİ? (BOJİDAR ÇİPOF)



Sen! 
Evet sen!
Rüzgârın bana getirdiği
Aniden önüme düşürdüğü o tane
Toprakla yeşeren tohum misali fidan…

Sen!
O büyük bir tarla vaat eden
Hani ihtimamla ektiğim suladığım,
Can suyunu tüm sevgimle verdiğim
Başında yeşermeni beklediğim Sen…

Sen’i gördüm topraktan yüzeye çıkarken
Filizlenirken, dallanıp yapraklanırken
Tam meyve verecektin ki ne oldu sana?
Havadan, sudan, topraktan mı etkilendin?
Zaten hep havadan sudan değil midir?
Durduran o filizin uzamasını, dallanmasını
Aşkın meyvesini vermesine engel olan
Sona neden olan, sonsuzluğa engel olan
Hep havadan sudan bir bahane değil midir?

Peki, kabahat kimde?
Havada ya da suda
Belki de tohumu atan bahçıvanda…
O tohum rüzgârla gelmemiş miydi?
Aniden önüme düşmemiş miydi?

Tohumu bulduğumda bahçıvan olmuştum
Sulamaya çapalamaya koyulmuştum…
Yeşermesini beklemeye, uzamasını görmeye
Filizden meyve olmasını umarak zaman aktı…

Bilmeden bahçıvan olmanın sonu işte bu!
Toprak, su ve tohum uymadı birbirlerine
Gerçekte kusur ne tohumda ne de fidandaydı
Kabahat sadece bahçıvandaydı
Ya da bahçıvan olmaya kalkandaydı…

Bojidar Çipof