Son birkaç
haftadır gündemin baş sıralarında bulunan Ayasofya ile ilgili yüzlerce yazı
yazıldı ancak bazı hususlar hiç irdelenmedi. Bu makalemizde üzerinde çokça
makaleler yazdığımız Ayasofya konusunu Helenizm ayağından ele alarak sunuyoruz.
Ayasofya’nın 1934’de müzeye
dönüştürülmesi sıradan bir Bakanlar Kararı ile vuku
bulmuştur. 1934’te Ayasofya’nın müzeye değişimini 2020 perspektifi
ile irdelemek ise doğru olmaz. Siyaset “Mümkün
olanı yapabilme sanatıdır” O tarih itibariyle Büyük Önder’in
bunu uygun görmesi Türkiye’nin içinde bulunduğu uluslararası siyasi
konjonktürden ötürü mutlaka olması gerekendir. Ancak 1934’te yapılan bu
tasarrufu günümüzde adeta “Atatürk
ilke ve inkılaplarına” karşı bir hareket ya da “Atatürk’ün mirasına saygısızlık olarak addetmek
doğru mudur?” 1934’teki bir Bakanlar Kurulu Kararını
dogmalaştırmamak ve Atatürk üzerinden bir tartışmaya mahal vermemek gerekir.
Çünkü Yunan Basını an itibariyle konuyu buradan ele alarak, Atatürk karşıtlığı
yapılmış şeklinde anti propaganda yapmaya başladı. Buna alet olmamak, izin
vermemek gerekiyor.
İçinde bulunduğumuz siyasi
konjonktürde Ayasofya ile ilgili alınan karar gerekli olmuştur. Türkiye büyük
bir devlettir ve toprakları üzerindeki bir mülkün tasarrufunu başka ülkelerden
direktiflere göre değil, kendi iç kararları ile yapacaktır, bazı ülkelerin
yüksek sesle tepki verirsek korkuturuz diye düşündükleri anlaşılıyor.
Y.N:
Ayasofya konusunu yaklaşık 10 senedir ele almaktayız. Bu konudaki aşağıda linkleri
bulunan eski makalelerimizin okunmasını tavsiye ederiz.
Y.N:
Bu makalelerimiz arasından Ekim 2016’da yazdığımız “Ayasofya’ya İmam Atanmasına
Yunanistan Tepkisi” başlıklı makalemizde bilhassa vurguladığımız Yunanlıların
bitmeyen kininin eseri olan, “Megali İdea” doktrininde; Türkiye coğrafyasında bulunan 3
Ayasofya’da ayin yapılmasının ardından İstanbul’un Konstantinopolis
olacağı rüyası ya da hülyası bulunmaktadır.
Y.N:
Bu konuya bağlı olarak Haziran 2010’da yazdığımız “Üç Aya Sofya ve Yunan Megalo
İdea'sı” da “Neden Ayasofya Helenler için bu kadar önemli?” sorusuna da ayrıca
ışık tutacaktır. Yazımızın alt kısmında bu konuyu biraz açmaktayız.
Helenler Türkiye’deki Varlıkları Kendilerine “HAK”
Görüyorlar
Yazımızın içinde Türkiye’nin
mülkiyetindeki yerlerle ilgili Helenlerin nasıl kendilerini “Hak” sahibi olarak gördüklerini
de irdeleyeceğiz. Bu hususta Helenlerin “Ayasofya”
ve “Sümela Manastırı” başta olmak
üzere ne kadar pervasız ve “Hadsiz”
olduklarına da görülmektedir.
Tarihsel durum irdelendiğinde; o
günün şartlarında camiden müzeye dönüştürülmesinde dış kaynakların yarattığı
baskıcı faktörlerin rol oynadığı anlaşılıyor. 1931 yılında ABD’li bir
araştırmacı olan Thomas
Whittemore Türkiye’ye geldi ve Ayasofya’da bulunan
mozaiklerin çıkarılması için izin aldı. Bu şahsın görünenin dışında (örneğin CIA gibi) bir kimliği
olup olmadığı ve o tarihte kimleri etki altına alarak 1934’e giden süreci
oluşturduğu şu anda ortaya atılan “Atatürk’e
ait imza var mı yok mu?” tartışmasından daha önemli olan
bir husustur.
Bu noktada dile fazla
getirilmeyen çok önemli olan husus daha var! Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u
almasından sonra diğer dini mekânların aksine, bedel ödeyerek Hıristiyanlar
açısından çok önemli olan bu mülkü, 1
Haziran 1453’te vakfiye yapmıştır. Ve Ayasofya bilindiği gibi
asırlar boyu cami olarak ibadete açık kaldı. Bir başka deyişle Ayasofya sadece “Fetih” ve “Kılıç Hakkı” değil, aynı
zamanda bedel de ödenerek vakfiye haline getirilmiş bir yerdir.
Ayasofya Helenizm’in “Megali İdea” doktrinindeki en
önemli ayaktır. Megali İdea’ya göre ya da boş Helen inancına göre; “İstanbul bir gün yine Konstantinopolis adı ile
Helenizm’in başkenti olacaktır” Yunanistan Anayasası’ndaki 3.
Madde de bu bağlamda aynı ideali simgeler. Maddenin özeti şöyledir; “Yunanistan’ın resmi dini Ortodoksluktur, dinin
başı Konstantinopolis’tedir”
“Helenler”
ve “Helenseverler” Ayasofya’yı
kendi mülkleri gibi sayarlar. Onlara göre Ayasofya yıkılan Bizans’ın ayakta
kalan son abidesidir. Helenler için ise Ayasofya bir “haktır”
ve şimdi bu “hak”
başka bir statüye dönüştü. Dolayısı ile “Megali
İdea”daki “3
Ayasofya’da yeniden ayin yapma” hülyası da bitti.
Bağırıp çağırıp durduramadılar.
Şimdi ise hezeyan ve küfürler yapılmakta…
Örneğin daha çok yeni bir haber!
Yunanistan Servia ve Kozani
Metropoliti Pavlos Papalexiou 12 Temmuz’da Kozani'nin
Tetralofos kentinde bir şapelin açılış törenini yaparken Türkiye ve Türkler
için çok ağır ifadeler kullandı. “Türkler
onlar. Değişmezler. Üç özellikleri vardır. Yağma, kan dökülmesi ve yıkım. Onlar
asla insan olmazlar, ama onların da zamanlarının geleceğine inanıyorum. Peki, Türkler, Yunanlılarla arkadaş olabilir
mi? 400 yıllık kölelikten sonra imparatorluklarının devrilmesinin sebebi
olduğumuzu her zaman biliyorlar. Bu asla mümkün değildir"
İfadelerden de anlaşıldığı gibi Yunanistan’da had safhada Türk düşmanlığı
vardır.
Bu “hak”
benzetmesini “Sümela Manastırı”
için de örnekleyebiliriz. Sümela’da Rum Patriği birkaç sene ayin yaptı. Ayin
için verilen iznin günü ise çok tartışmalı oldu. Çünkü 15 Ağustos’ta “Meryem Ana Günü” olarak lanse
edilen tarih aslında Fatih Sultan Mehmet’in “Pontus
Rum İmparatorluğu”nu fethettiği 15 Ağustos’a denk getirilmişti!
Sümela Manastırı’nda dediğimiz gibi birkaç sene 15 Ağustos’ta ayin yapıldı.
Ardından tamir için Sümela ziyarete kapatıldığında o sene 15 Ağustos’ta
yapılamayan ayin için başta dönemin Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos olmak
üzere Türkiye’ye “kin”
kustular.
Yine çok yeni bir haber daha!
Yunan kaynaklarında görüldüğü üzere; 10
Temmuz’da eski Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos’un Patrik
Bartholomeos ile Ayasofya hakkında temasa geçtiği hakkında bir haber yer aldı.
Haberde Prokopis Pavlopoulos’un,
Ortodoksluğun ve Hristiyanlığın bu kutsal alanını savunması için Ekümenik
Patriğe tam destek verdiği yer alıyor. Pavlopoulos’un
“Türkiye -ve şahsen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan- Ayasofya'nın dini ve kültürel kutsallığına acımasız davranmıştır”
söylemine de haberde yer verilmiştir.
Mantalite bugün de tamamen aynı!
Nasıl ki Sümela Manastırı’nda ayin yapmayı kendilerine “hak” görüyorlarsa Ayasofya’nın
cami olarak anılmamasını da kendilerine “hak”
görüyorlar.
Rum Patriği’nin Ayasofya Çıkışı
Ayasofya için suskunluğunu ilk
başta koruyan Rum Patriği Bartholomeos 23-26
Haziran tarihleri arasında Cenevre'de yapılan Sen Sinod toplantısının ardından
Ayasofya ile ilgili ilk kez açıkça konuştu. 24
Haziran’da Washington Post muhabirine “Erdoğan'ın açıklamalarından şok oldum”
şeklinde bir beyanda bulundu. Bu söylem birkaç gün içinde, çok sayıda Yunan TV
kanallarında; Bartholomeos’un “Ayasofya’nın
camiye dönüştürülmesi, dünyadaki milyonlarca Hıristiyan’ı, İslam düşmanına
çevirecektir. Ayasofya
camiye olursa, milyonlarca Hıristiyan İslam düşmanı olacaktır”
şeklindeki söylemi yer aldı.
Bartholomeos yukarıda içeriği
bulunan beyanatının bir benzerini İstanbul Feriköy’de bulunan “12 Havariler Kilisesi”nde
yapılan bir ayinden sonraki konuşmasında da yaptı. “Ayasofya’nın
camiye dönüştürülmesi, dünyadaki milyonlarca Hıristiyan’ı, İslam düşmanına
çevirecektir” söylemini yineledi.
Bu söylem “Dünya’daki
Hıristiyanların İslam düşmanı olmaları” şeklinde bir algı
yaratmakta!
Bakırköylü ABD Başpiskoposu Elpidophoros Lambriniadis
ABD’nin bir sene evvel göreve
gelmiş bir Başpiskoposu var. Uzun yıllar Patrikhane’nin çeşitli görevlerinde
bulunmuş, Bakırköylü Elpidophoros
Lambriniadis…
Bu kişi Türk Vatandaşıdır ve ilk
kez bir Türk Vatandaşı ABD Başpiskoposu olmuştur. Lambriniadis’in
Bartholomeos’tan sonraki patrik olacağına ise kesin bir gözle bakılıyor. Lambriniadis ABD’ye gider
gitmez Türkiye aleyhine çalışan Helen sivil toplum örgütlerinin başındaki bir
lider gibi davranmaya başladı. (Eski
yazdığımız, bu sitede bulunan birçok makalede “Archonlar” ve “AHEPA”
gibi bu STK’larla ilgili fazlasıyla bilgi var)
Türk Vatandaşı Elpidophoros Lambriniadis de
Ayasofya için rahat duramadı. Twitter üzerinde yaptığı birkaç paylaşımı
aşağıdadır.
“Ayasofya'nın
camiye dönüştürülmesi dini şovenizmin en kötü örneğidir. Türkiye, Ayasofya'yı
bir anıt olarak kapatarak, Atatürk'ün dünyaya açtığı pencereyi kapattı”
“Ayasofya
hakkındaki şok edici haberler, Türk hükümetinin Ekümenik Patrikhanesi ve
Türkiye'deki diğer Hıristiyan azınlıklara yönelik politikasının, yani dini
özgürlüğün ihlaline işaret etmesini ummuyor”
“Ayasofya'nın
camiye dönüştürülmesi dini fanatizmin en kötü örneğidir. Türkiye, Ayasofya'yı
bir anıt olarak ortadan kaldırarak Atatürk'ün dünyaya açtığı pencereyi
kapatıyor”
“Ayasofya
hakkındaki korkunç haberlerin, Türk hükümetinin Ekümenik Patrikhanesi'ne ve
Türkiye'nin diğer Hıristiyan azınlıklarına yönelik tutumunun kötüleşmediğini ve
dini özgürlüklere saygıdan olumsuz bir dönüşün sinyalini vermemesini umuyoruz”
Elpidophoros
Lambriniadis yukarıdaki
Twitlerden daha onlarca attı. Biz sadece birkaç örnek verdik. İçeriklerdeki
ortak cümlelerden de anlaşıldığı üzere nasıl bir öfke ve hezeyanla tepki verdi
ise arka arkaya attığı Twitlerinde hep aynı sabit ifadeler yer almış.
Elpidophoros
Lambriniadis’in 22 Haziran
2020 Pazartesi saat 23.00'te Yunanistan ERT1 televizyonunda gazeteciler Fanis Papathanassiou ve Nicole Livadari ile
yaptığı bir röportaj yayınlandı. Elpidophoros röportajında ABD Yunan
Diasporasının geleceği hakkında Yunanistan'la olan güçlü bağlarından
bahsederken, Türkiye'nin provokasyonundan endişe duyduğunu da ifade etmişti.
Helen Olmayan Taraflardan Gelen Ayasofya Tepkileri
Başta ABD olmak üzere
Helenseverler de ellerinden geleni yaptı. Tehditler, aba altından sopa
göstermelerin sonu gelmedi. Bu baskılar neticesinde Türkiye’nin Ayasofya’nın
değişiminden korkacağını zannedenler çoktu. Bugün ise haber sitelerinde başta
Yunanistan siyasetçileri olmak üzere hezeyanlar yer almakta.
Rusya’nın Ayasofya Hassasiyeti
ABD’nin desteğindeki Rum
Patrikhanesi ile Rusya’nın bir devlet kurumu gibi çalışan Moskova
Patrikhanesi’nin geçtiğimiz iki yıl içinde Ukrayna Kilisesi üzerinden büyük
kavgalarına şahit olduk. Ancak konu Ayasofya’ya geldiğinde aynı sesten
konuştuklarına son iki hafta içinde şahit olduk.
Ruslar için Ukrayna çok
önemlidir. Zira Rus Çarlığı’nın kurulması bugün Ukrayna toprağı olan Kiev’de
gerçekleşmiştir. Rus dini tarihindeki en önemli figür ise Prenses Olga’dır. Kiev’in
Prensesi Olga Rusların Hıristiyanlaşmasındaki en önemli figürdür ve (geç bir yaşta) 957'de İstanbul’a yaptığı
ziyarette Ayasofya’da vaftiz edilmiştir. Prensesi Olga’nın ölümü 11 Temmuz 969’dur. Ruslar 11
Temmuz’u büyük bir ayin olarak kutlamaktadır. Rusya’da Hıristiyanlık Olga'nın
torunu 1. Vladimir tarafından resmi olarak 988’de kabul
edilmiştir.
6 Haziran’da Moskova Patrikhanesi
Dışişleri Sorumlusu Volokolamsk Metropoliti Hilarion basına verdiği bir demeçte
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın
Ayasofya'nın müzeden camiye dönüştürülmesi konusunu işleme koyma emri
hakkındaki bilgilerin endişe verici” olduğunu söyledi. Hilarion
ilerleyen günlerde de Ayasofya ile ilgili söylemlerine dozunu arttırarak devam
etti.
ABD’nin Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu Raporu
ABD’de Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu (USCIRF) adlı bir kuruluş var;
her sene bir rapor hazırlıyor ve ABD Hükümeti’ne sunuyor. Bu kurum: 1998
tarihli ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Yasası kapsamında kurulmuş. Başında ise
ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Büyükelçisi Sam
Brownback bulunuyor.
Aslında bu raporun uluslararası
diplomaside hiçbir bağlayıcılığı yok’ Çünkü rapor sadece tavsiye niteliğinde.
Ancak bu rapor ABD tarafından “Algı
Yönetimi” olarak kullanılan önemli bir argüman! Bu raporda
başta Rum Patrikhanesi üzerinden olmak üzere her sene Türkiye aleyhine ifadeler
yer alıyor. ABD’nin “Helenseverliği”
dikkat çekiyor!
Geçtiğimiz sene 21 Haziran
2019’da aynı şekilde bir önceki senenin “Dini
Özgürlükler Raporu” açıklanmıştı. O zaman diliminde Türkiye’ye
bir hasım gibi her açıdan saldıran ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bu raporun
açıklamasında bulundu ve hatta Türkiye ile ilgili bölümleri ABD’nin
Uluslararası Dini Özgürlükler Büyükelçisi Sam
Brownback ile birlikte sundu. Pompeo sözü Sam Brownback’e bırakmadan önce
şu konuşmayı da yapmıştı.
“Ek
olarak, İstanbul’daki Heybeliada Ruhban Okulu’nun da derhal yeniden açılmasını
tavsiye ediyoruz.Dini özgürlükler konusunda “kabadayılık” yapan herkes için şunu
söyleyeyim: ABD sizi izliyor ve hesaba katılacaksınız…”
Bu seneki sunum da Mike Pompeo ve Sam Brownback tarafından
yapıldı. vABD’nin Uluslararası Dini Özgürlükler Büyükelçisi Sam Brownback ise ülkede
özel bir konumdadır ve güçlü bir ofisin de uzun zamandır başındadır. Pompes ve
Brownback ikisi de bilinen Helenseverler…
Bu seneki rapor ofisin resmi web
sayfasında 10 Haziran’da sunuldu. ABD Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu;
Türkiye’yi ikinci derece din özgürlüğünü kısıtlayan ülkeler arasında kabul ediyor.
Her sene yayınlanan raporlarda yazılan yazılar resmen deli saçması!
Rapora bakarsanız Türkiye’de
güvenli gidilebilecek bir kilise bile yok! Tüm Hıristiyanlar zulüm altında…
Özüne baktığımızda ise ABD kafayı Rum Patrikhanesi’nin olmayan Ekümeniklik statüsü
ile Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmaya takmış durumda.
2019 Raporundan Birkaç Cümle
2019’un Din Özgürlüğü Raporu
içeriğinde din özgürlüğü açısından Türkiye'de hiçbir şeyin değişmediğine dair
kanıtlar sunmaktadır. Türkiye din özgürlüğü konusunda çok az ilerleme
kaydetmiştir veya hiç ilerleme kaydetmemiştir ve geçmiş yıllarda olduğu gibi,
dini özgürlükleri korkunç bir şekilde ihlal etmeye devam etmektedir.
Uluslararası insan hakları topluluğunun dikkatini Ekümenik Patrikhane ile
Türkiye'deki tüm Hıristiyanlar ve diğer dini azınlıkların durumuna yönlendirmek
ve Türk Hükümeti’nin, ülkesinde tam bir dini özgürlük sağlaması için
tekrarlanan çağrıları dikkate alacağı umudunu yineliyoruz.
Mart ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
İstanbul'daki Ayasofya'nın statüsünün müzeden camiye dönüştürülme olasılığını
kamuoyuna açıkladı. Üst düzey ABD hükümet yetkilileri, kamu görevlileriyle ve
özel olarak hükümet yetkilileriyle, Ayasofya'yı
olağanüstü bir öneme sahip bir alan olarak anladıklarını ve korunmasını karmaşık
çok dilli tarihine saygı duyacak şekilde desteklemeye devam ettiler. Hükümet
yetkilileri ile konunun öneminin altını çizdiler ve Ayasofya'nın barış içinde bir
arada yaşamanın, anlamlı diyaloğun ve dinler arasında saygının bir sembolü
olduğunu vurguladılar.
10
Haziran 2020’de yayınlanan 2019 yılı Uluslararası Din Özgürlüğü raporunda
Amerikalıların başta Heybeliada olmak üzere Anadolu’daki birçok şehirde
istihbarat ve algı çalışmaları yaptıkları da bu raporda ikrar edilmektedir.
--------------------------------------