Bu akşam “paradigma” “nicelik”
ve nitelik” kafamıza takıldı ve bu
konuda biraz kelâm etmeye ya da ahkâm kesmeye karar verdik. İlk olarak, burada yazılanların ve varılan
sentezin; yazarın kendi fikirleri olduğunu ve “bence” söylemler içerdiğini ile kendi yaşam paradigması içinde
vardığı sonuçlar olduğunu da baştan ve peşinen belirtelim…
Paradigmanın ele alınabilmesi için ortada “bilimsel” mahiyette bir araştırmanın söz konusu olması gerekliliği
vardır. Bilimsellik bir işin içinde ise o zaman da ortada matematik veriler
olması gerekir. İnsan yaşamının da matematik verilerden oluştuğunu unutmadan, her
bilim sahasının, aynı zamanda kendi alanında araştırmalarla imajlar ürettiğini
ve neyin ve nereye kadar, hangi yöntemle araştırılması gerekliliğini ortaya koyduğunu,
bunları değerlendirerek kuralları belirlediğini, ilişkilendirdiğini ifade
etmeliyiz.
Paradigma hakkında şöyle bir araştırma yapmaya görün. Ne kadar
da çokmuş diyebilirsiniz. Evet, felsefi kavramların çokluğu kadar çoktur ve
bunlardan dillerle “pelesenk”
olmuşlarına da özellikle burada yer vermek istemedik. Paradigmaların; çağımızın
beklentisi ile doğru orantılı olarak, dışlayıcı, ayrıştırıcı, cepheleştirici
olmaması ve toplumun tüm katmanlarını ”kapsayıcı”
olması ise temel dileğimizdir.
Paradigma; “En kısa
yoldan, bir cümle ile nedir?” diye soruyorsanız; “değerler dizisi” de diyebiliriz ya da “felsefi bilgidir” de diyebiliriz.
Paradigma, bir değerler dizisi ise o zaman değerlerimize haydi
sahip çıkalım. Çünkü bunu kabullenmesek de son günlerde buna çok ihtiyacımız
var. Paradigma, bir felsefi bilgi ise o zaman da insanlık tarihinin en güzel
felsefi söylemlerine, aşk, sevgi, sevda, mutluluk, umut, sevecenlik,
insancıllık ve diğer tüm erdemsel içerikli felsefi kavramlara sahip çıkalım.
Fakat bunları yaparken kolaycılığa da gitmeyelim.
Düşünelim!
Bu yazıda “düşünme”
yetisinin önemine de değinmek istiyoruz. Bu yetiyi kullanarak belleğimize
alacağımız her veriyi ise özenle seçelim. Bilgisayarlar bazen fazla bilgiden
çökerler! Bunu anımsayalım ki biz de çökmeyelim!
Fırsat buldukça kitap okuyalım… Ekrandakileri okumak başka bir
şeydir, elinde bir kitabı tutmak başka bir şeydir. Bu bir duygudur, bir
sevgidir, o nesne ile duygusal bir bağdır. Adeta o kâğıt tomarı ile insan
arasında kurulan bir sevgi köprüsüdür. Kitap okumak bireyin “düşünme” yetisine yapacağı en büyük
antrenmandır.
Bu yazımızda “nicel anlam”
(sayılabilen, ölçülebilen, örneğin= büyük
zeytin, iri kilim, ufak kaşık) yüklenmemiş ifadelere de “negatif açı”dan vurgu yapacağız. Elbette
ki işin nicel yanı insan yaşamı ile iç içedir ve doğru orantılıdır. Yazımızdaki
tümcelere “pozitivist” bir açıdan
bakmak ve “nitel anlam” yüklemek (örneğin; çok güzel gün, güzel davranış,
mutlu insan) dileğindeyiz.
“Epistemolojik” (bilginin doğası, kapsamı ve kaynağı ile ilgilenen
felsefe) anlayışa göre; bireyler deneyimlerini dış dünyada kazanırlar.
Ancak “anlam” bireyden bağımsız
olarak değil ancak birey tarafından Dünya’ya verilmektedir. Düşünme; bireyin en
büyük yetisi olmakla birlikte, her bireyin düşünme yetisini tam olarak
kullanmadığı da bilinen en büyük sorundur/gerçektir. Bunun getirdiği en büyük
tehlike de bireyin sahip olduğu en önemli yeti olan “düşünme” yetisini birilerine teslim etmesi ya da kısaca “usunu tutsak” ettirmesidir.
Bu bağlamda; “Düşünmenin
en tembel şekli dışarıdan pompalanmış yanlış ya da kötü bilgilerin gerçek
olarak algılanarak belleğe atılması ve sahiplenilmesidir.” şeklinde bir
söylem abartılı olmayacaktır. Düşünmenin, tarihsel süreçte en kolay tutsak
edilmesi en çok din ile sağlanmıştır. Dini kendi amaçları doğrultusunda kullanarak
maddi ve yönetsel çıkar sağlayıcılarının, bireyin usunu tutsak etme adına Dünya
Tarihi’nde en çok yaptıkları eylem budur. Tarihsel süreçte ve kitapsız dinlerde
bu çok daha kolay olmuş, bireyler “putlara”
taptırılmıştır. Tabi bunun bir de ideolojik açısı vardır ki din adına değil de
farklı ideolojiler adına düşünmenin tutsaklığı çok sık rastlanan bir durumdurve
çok da tehlikelidir.
Son yılların en büyük tehlikesi bu bağlamda; internete “puta tapar” gibi bağlananların artışı
ve bunun bir tezahürü olarak artan psikolojik sorunlardır. Bireyler “düşünme” işini neredeyse bilgisayarlara
bırakmış ve adeta “robot”laşmışlardır.
Düşünmenin, eyleme geçtiği yani sözle ya da yazı ile ortaya
çıktığı, ürün halini aldığı “düşünce”nin,
toplumlarda yürürlükte olan yasa, tüzük ve yönetmelikler ile insanların
birbirine duyması gereken saygı çerçevesinde ve “etik” kurallar da göz önüne alınmak şartıyla ortaya çıkması her
koşulda mümkün olmamaktadır.
Bu uzun tümceyi bir de şu şekilde ifade edelim:
Düşünce kimi zaman “cesur”dur,
kimi zaman “ürkek”tir, kimi zaman da
“korkak”tır. Burada düşünce
özgürlüğü de dâhil olmak üzere çok geniş bir senteze varmak gerekliliği vardır.
Zira düşünmenin ürün olarak ortaya konma şekli olan düşünce; nerede, ne kadar
özgür olmalıdır? Bu soruyu da düşünce özgürlüğünün kısıtlanması, bastırılması
şeklinde düşünmeyip, düşünme özgürlüğü adı altında ve yasalardan çok “etik” açıdan; hatalı, kötü hatta “ayıp” olan söylemleri kast ettik. Çünkü
bu tür bir söylem oluşmuşsa, doğal olarak bu da bir düşünmenin eylemidir. Düşünmenin
tutsak edilmemesi kadar, düşünmenin eylemsel şekli olan düşüncenin de başka
bireylere zarar vermemesi, kırmaması gereklidir.
“Paradigma” için “değerler dizisi” de diyebiliriz, “felsefi bilgidir” de diyebiliriz.” söylemimizin
üzerinden şöyle yürümeye başlayalım: Felsefi bilgiler ve kavramlar, “İnsanlık “Tarihi”nin yol taşlarıdır. İdeolojik olanlarını bu konumuzun dışına
atarsak, bu kavramlardaki temel ortak nokta “erdem”dir. Erdemlerden yola çıkarak, düşünmenin saflığını da
vurgulamak kaydıyla ve de düşünmeden ortaya çıkacak düşüncenin de başta “ahlâksal” noktalarda bir başka bireye
zarar vermeyeceği hususunda gereken yere vardığımızda; artık sıra pozitif
açıdan nitel kavramlar yaratmaya gelmiştir.
Burada nitel anlam yüklemede, “pozitivist” bakış açısının gerekliliğini de vurgulamak istiyoruz.
Zira nitel anlam yüklemede “çok kötü bir
gün” ve benzeri sonsuz negatif tanımlamalar da yapılabilir. Yaşam ne kadar
pozitif bir olgu ise o zaman da bize düşen yaratacağımız ya da çok zaman
yaratmak zorunda kalınan nitel anlamları pozitif yaratmamız, pozitife çevirmeye
çalışmamız ve bu pozitivizmi yaşamımıza “egemen”
kılmamızdır.
Burada ne yazık ki internetin ve sosyal paylaşım sitelerinin
neredeyse insan yaşamına “egemen”
olduğu Dünya’mızda bir yaraya da parmak basmak gereği vardır.
“Nicelik”, yani
arkadaş listelerini kabartmak peşinde olan, insan koleksiyoncularına,
koleksiyonlarındaki “arkadaş”larının
“nitelik”lerine de dikkat etmeleri
hususunu önemle anımsatmak istiyoruz. Zira bilgisayar virüsü kadar tehlikeli
olabilecek; “paradigmal zihinsel
enfeksiyon” kapma riski buralarda çok yüksektir. Tarihsel süreçte usun
farklı yöntemlerle tutsak olma serüvenine -iş icabı monitör karşısında gün boyu olmak
zorunda olanları bu söylemin dışında tutarak- monitör karşısında,
amaçsız bir şekilde “bakakalan” ya
da “dona kalan”ların çokluğu moral bozucu bir şekilde katılmıştır.
“Paradigma”nız
çerçevesinde, etrafınızdaki “nicelik”lerin
en yüksek “nitelik”lerle “mücehhez” (dolu
-ya da- donanmış) olması dileğiyle…
Bu yazı yukarıdan
aşağıya bencedir…
Ya sizce?
Birkaç sözünüz varsa
bekleriz…
Bojidar Çipof
6 Haziran 2011