2002’de Papaz Konstantin
Kostoff’un azli ile başlayan süreç; 13 Haziran 2007’de Yargıtay 4. Ceza
Dairesi’nin verdiği kararla sona erdi. Bu kararı; 26 Haziran 2007’de Anadolu
Ajansı’na düştüğünde öğrendik. Haber erken saatlerde girer girmez saat 11.00
civarında tüm büyük gazetelerin ve önemli haber sitelerinin tümünde yer aldı.
Ajans haberinin tamamı
şöyledir:
PATRİKHANE’NİN
EKÜMENİK İDDİALARINA YARGITAY’DAN YANIT
Yargıtay, Türkiye
topraklarında kalmasına izin verilen Patrikhane’nin, tamamen Türk hukukuna tabi
olduğuna işaret ederek, egemen bir devletin, kendi topraklarında yaşayan
azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi
tanımadığı bir takım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü
vermesinin, Anayasa’da gösterilen eşitlik ilkesine açıkça aykırılık
oluşturacağından kabul edilemeyeceğini vurguladı.
Yüksek Mahkeme, bu nedenle
Patrikhane’nin Ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmadığına
dikkati çekti.
Fener Rum Patrikhanesi
görevlileri, Vasil Yuanidi, Dimitri Bartalomeos Arhondoni, Apostol Daniilidis,
Yanaki Atanasyadis, Kostandinos Harisiyadi, Yorgi Diragun, Mihal Roka,
Hirisostos Emilyos Konstandinidis, Dimitri Savaidis, Haralambos Sofronıadis,
Hiristomo Kalaycı, Dimitro Komatas, Iakovas Fenerli hakkında, “dinlerden birine ait ibadet ve ayinden
başkalarını men etmek” iddiasıyla Kamu Davası açıldı.
Sanıkların, görev
yaptıkları Fener Rum Patrikhanesi’nin, Bulgar Ortodoks Kilisesi üzerinde ruhani
üstünlüğü olduğu düşüncesinden hareketle Bulgar Kilisesi’nde papaz olarak görev
yapan Konstantin Kostoff’un “ruhanilik
sıfatının kaldırılmasına karar alarak” adı geçenin “din özgürlüğünü ihlal ettikleri” iddia edildi.
Fatih 3. Asliye Ceza
Mahkemesi, sanık Mihal Roka’nın ölümü nedeniyle kamu davasının düşmesine, diğer
sanıklar Arhondoni, Harisiyadi, Sofroniadis, Daniilidis, Kalaycı, Yuanidi,
Atanasyadis, Diragun, Savaidis, Komatas, Konstandinidis ve Fenerli hakkında ise
beraat kararı verdi.
Davaya katılanlar
Konstantin Kostoff ve Bojidar Çipof vekili ile Cumhuriyet Savcısı’nın kararı
temyiz etmesi üzerine dosya Yargıtay 4. Ceza Dairesi’ne geldi.
AA muhabirinin aldığı
bilgiye göre, Daire, sanıkların eylemlerini “din özgürlüğünü ihlal” niteliğinde
bulunmadı ve onama istemli tebliğnameye uygun olarak Fatih 3. Asliye Ceza
Mahkemesi’nin, sanık Mihal Roka hakkında ölüm nedeniyle davanın düşmesi, diğer
sanıklar yönünden beraat kararını oybirliğiyle onadı.
RUHANİ
YETKİNİN KALDIRILMASI
Dairenin gerekçesinde, Rum
azınlığa mensup Fener Rum Patriği ve Sen Sinod (Kutsal Meclis) üyeleri olan
sanıkların, diğer bir Ortodoks azınlık olan Bulgar kökenli Türk vatandaşlarının
dini ayin ve işlerini yürüten Bulgar Kilisesi üzerinde dini ve hukuki açıdan
hiç bir yetkileri bulunmadığı halde, İstanbul Haliç’te bulunan Sen Stefan
Kilisesi’nde (Demir Kilise) Bulgar Kilise
Vakfı ile yapılmış iş akdine dayalı olarak papazlık görevi yürüten ve
kilisedeki ayinleri yöneten Konstantin Kostoff’un ayinlerde “Fener Patriğine karşı itaatsiz davrandığı,
ayin sırasında Patriğin adını anması gerekirken anmadığı” gerekçeleriyle “ruhani yetkisinin kaldırılmasına” karar
aldıkları belirtildi.
Gerekçede, sanıkların, bu
kararı Bulgar Kilisesi Vakfı’na ve Dünyada çeşitli yerlerde bulunan Ortodoks
kiliselerine bildirdikleri, “bunun
sonucunda baskılara dayanamayan Bulgar Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu’nun
katılanın iş akdini fesh ederek kilisedeki görevini sona erdirdiği”
kaydedildi.
PATRİKHANE’NİN
HUKUKİ DURUMU
Patrikhanenin Türkiye’deki
hukuki durumunun irdelendiği gerekçede, Türkiye’deki azınlıklar konusunun Lozan
Antlaşması ile düzenlendiği anımsatıldı. Lozan Antlaşması’nın müzakereleri
sırasında azınlıkların varlığı ve hakları görüşülürken, antlaşma metninde Fener
Patrikhanesi ile ilgili bir hükme yer verilmediğine işaret edilen gerekçede,
antlaşmanın sonuç metninde ve konvansiyonun eklerinde, Fener Rum
Patrikhanesi’nin ismen dahi zikredilmediği, sadece bir azınlığın kilisesi
olarak belirtildiği vurgulandı.
Bu nedenle statü olarak
bir azınlık kilisesi olduğu kaydedilen gerekçede, anlaşma metninde
Patrikhanenin hukuki durumuyla ilgili hiç bir hükme yer verilmediğinden,
durumun Lozan müzakerelerinin görüşme kayıtlarının esas alınması suretiyle
tamamen Türk İç Hukuku’na göre belirlenmesi gerektiği ifade edildi.
LOZAN
KONFERANSI’NIN MÜZAKERE KAYITLARI
Dairenin gerekçesinde,
Lozan Konferansı’nın müzakere kayıtları incelendiğinde, görüşmeler sırasında
Türk heyeti tarafından Patrikhanenin yurt dışına çıkarılması konusunda ısrar
edildiği, müttefik temsilci heyetinin de resmi konuşmalarda, “patrikhanenin siyasi veya yönetime ilişkin
işlerle asla uğraşmayacağı, sadece din alanına giren işlerle yetineceği”
konusunda garanti verdikleri ifade edildi. Bu garantilerin 10 Ocak 1923’te
görüşme kayıtlarına geçirilen sözlü anlaşma olduğu belirtilen gerekçede, bu
garantilerin, Türk temsil heyetince “sözlü
senet” sayıldığı ve yalnızca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından Rum
kökenli Ortodoksların dini işlerini (ayin,
nikâh, boşanma, vaftiz...) yürütmek koşuluyla siyasi ve yönetsel bütün hak
ve yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verildiği kaydedildi.
Gerekçede, Lozan
Antlaşması’nın müzakereleri sırasında uzun süren tartışmalar sonunda
belirginleşen Patrikhane’nin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde elde ettiği bütün
ayrıcalıkları yitirdiği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile yeni bir
statüye dönüştürüldüğü vurgulandı.
Dairenin gerekçesinde, bu
durum çerçevesinde Patrikhane’nin, “Türkiye’deki
Rum azınlığın bir kilisesi olarak sadece dini yetkileri haiz bir kilise
niteliğinde ve antlaşmanın Azınlıkların Korunması başlıklı 35-45. maddeleri
çerçevesinde mütalaa edilmesi gereken dini bir kurum” olduğuna işaret
edildi.
EKÜMENİKLİK
İDDİASININ YASAL DAYANAĞI YOK
Türkiye topraklarında
kalmasına izin verilen Patrikhane’nin, Anayasa’nın 2. Maddesine göre “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”
olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, “sadece
belli bir azınlığa mensup kişiler üzerinde dini yetkileri haiz olan ve tüzel
kişiliği bulunmayan dini bir kurum” olduğuna dikkat çekilen gerekçede, şu
tespitler yapıldı:
“Bu nedenledir ki (Patrikhane),
tamamen Türk Hukuku’na tabidir. Egemen bir devletin kendi topraklarında yaşayan
azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi
tanımadığı bir takım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü
vermesi, Anayasa’nın 10 Maddesinde gösterilen eşitlik ilkesine açıkça aykırılık
oluşturacağından kabul edilemez.
Bu nedenle Patrikhanenin
Ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. İstanbul
Valiliği’nin 6 Aralık 1923 tarihli yazılarından anlaşılacağı üzere, Patrikhane’de
dini ve ruhani seçimlere katılacak ve seçilecek kişilerin Türk vatandaşı
olmaları ve seçim sırasında Türkiye’de görevli bulunmaları gerekmektedir. Bu
husus da Patrikhane’nin Ekümenik sıfatının bulunmadığının açık bir
göstergesidir.
Patrik ve Patrikhane görevlilerinin
sıfat ve faaliyetlerine ilişkin olarak Türk Yasaları’na tabi oldukları ve
yapmış oldukları faaliyetlerin Türk yasalarına göre suç teşkil etmesi halinde
Türk Ceza Yasaları’na göre cezalandırılacakları tartışmasızdır.
Bu hukuki durum çerçevesinde
olay değerlendirildiğinde, bağımsız kilise olma özeliğine sahip bulunan Bulgar
Kilise Cemaati’nin kendi inançları doğrultusunda gerçekleştirdikleri ayinlere
ve ayini yöneten ruhani yetkililerin ayin yapma yetkisine ve içeriğine kimsenin
karışamaması gerektiği ilkesinden hareket edildiğinde, sanıkların almış
oldukları kararın yasalarla korunmaya değer haklılığının bulunmadığı
görülmektedir.”
DİN
ÖZGÜRLÜĞÜ
Gerekçede, Anayasa ile
koruma altına alınmış olan din özgürlüğüne karşı eylemlerin, 765 sayılı Türk
Ceza Kanunu’nda, “dinlerden birine ait
dini işleri veya ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal eden kimselerin
cezalandırılacağı” şeklinde yer aldığı, suç tarihinden sonra yürürlüğe
giren 5237 sayılı TCK.’da ise din özgürlüğünü ihlal suçunun, “dini ibadet ve ayinlerin toplu olarak
yapılmasının cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı bir başka
davranışla engellenmesi” halinde oluşacağının hükme bağlandığı anımsatıldı.
Dairenin gerekçesinde, şöyle devam edildi:
“Sanıkların görev yaptıkları Patrikhane’nin
yalnızca Rum kökenli Hıristiyan Ortodoks inancına mensup Türk vatandaşlarının
dini işlerini yürütmeye yetkili olduğu gerçeğini göz ardı edip yasalarla
belirlenen çerçeve dışına çıkarak ruhani olarak rütbe üstünlüğü olduğu
düşüncesi içeren bir savdan hareketle Bulgar Ortodoks Kilisesi’nde papaz olarak
görev yapan katılan Konstantin Kostoff’un ‘ruhanilik sıfatının kaldırılmasına
karar alınması’ adı geçenin din özgürlüğünü ihlal niteliğinde bulunduğunu
kabule yeterli değildir. Nitekim bu kararın üzerinden bir yıldan fazla süre
geçmesine rağmen Kostoff’un ayinleri yönetmeye devam etmiş olması ve katılanın
kilisedeki görevinin daha sonra Bulgar Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu tarafından
iş akdi feshedilmek suretiyle sona erdirilmiş olması da bunun bir kanıtıdır.
Sanıkların eylemlerinde, yasaların öngördüğü koşular çerçevesinde” dini işleri
veya ibadet ve ayinin yapılmasını men ve ihlal veya “dini ibadet ve ayinlerin
toplu olarak yapılmasının cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı
bir başka davranışla engelleme” unsurunun bulunmadığı belirtilen
gerekçede, gerek 765 sayılı TCK gerekse 5237 sayılı TCK’da düzenlenen din
özgürlüğünü ihlal suçunun oluşmadığı sonucuna varıldığı belirtildi.
KARARIN
DÜNYA’DAKİ TEPKİSİ
Bu karar hakkında
Yunanistan’da ve Dünya Basını’nda da çok haber çıktı. Kararın açıklanmasından
bir gün sonra da Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo Kumuçakos’un şu tepkisi
geldi.
Anadolu
Ajansı- Atina: Ekümenik kararı hukuki değil siyasi
Yunanistan Dışişleri
Bakanlığı’ndan, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliğinin tanınması ile
Patrikhane’nin normal şekilde çalışması ve desteklenmesinin sonuçta Türkiye’nin
de çıkarına olduğu açıklaması geldi.
ATİNA - Yunan özel ALPHA
Radyosu’na verdiği demeç veren Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo
Kumuçakos, Yargıtay’ın dün aldığı, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik niteliği
iddiasının yasal temeli bulunmadığını belirten kararıyla ilgili açıklamalarını
bugün de sürdürdü.
Patrikhane’nin
ekümenikliğini tanınmasının, gerek Avrupa, gerekse dünyaya, daha çağdaş,
Avrupalı ve demokratik bir Türkiye’de kültür ve dinlerin uyum içinde var
olabilme imkanı bulunduğunu göstereceğini belirten Kumuçakos, Patrik’in 17
yüzyıldan bu yana bu onursal unvanı taşıdığını ve bir mahkeme kararının bunu değiştiremeyeceğini
öne sürdü.
Yargıtay kararının hukuki
olmaktan çok siyasi olduğunu iddia eden Kumuçakos, Patrik’in ekümenikliğinin,
yüzyıllardır Ortodoks olsun olmasın, tüm dünyada milyonlarca Hıristiyan veya
başka din ve mezhep taşıyan insanın bilincinde kök salmış durumda olduğunu
kaydetti.
Kumuçakos, “Ancak
görünen odur ki, komşu ülkede birtakım, geçmişte takılıp kalmış teorilerden
kaçınılamıyor. Bilindiği gibi, ekümenik Patrikhane’nin ‘Megali İdea’ görüşünü
bir biçimde hayata geçirdiği ve Türkiye için tehlike kaynağı teşkil ettiğine
dair bir algılayış vardı ve korkarım ki halen bunun kalıntıları bulunmakta.
Hatta tarihin bir ironisi olarak, Türkiye’deki ‘Helenizm’in köklerinin
sökülmesinde’ dahi bu görüş muhafaza edildi.Bunların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
Ancak göründüğü gibi komşu ülkede bazı çevreler, bu takıntıdan kopamayarak,
engelsiz çalışan ekümenik bir Patrikhane’nin tehdit veya engel değil, avantaj
olduğunu göremiyor” diye konuştu.
EKÜMENİKLİK
TÜRK-YUNAN KONUSU DEĞİL
Radyonun, Yargıtay’ın kararının
Türk-Yunan ilişkilerine olası etkisine ilişkin sorusunu da yanıtlayan Sözcü,
Patrikhane’nin ekümenikliğinin Türk-Yunan konusu olmadığını söyledi.
Kumuçakos, Patrikhane’nin,
güvence altında olması, normal ve engelsiz biçimde çalışması konusunda Türkiye’nin
yükümlülüğünün, AB üyelik perspektifiyle ilgili tüm metinlerde bulunan dini
özgürlüğe saygı ilkesinden kaynaklandığını belirtti.
Yorgo Kumuçakos’un bu
tepkisinin ardından; Avrupa Birliği Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi
Oli Rehn basın açıklamasıyla kararı kınadı, ardından Yunanistan Dışişleri
Bakanı Dora Bakoyanni ve daha birçok yabancı siyasetçi de bu karara tepki
verdiler.
2007
AB RAPORUNDA BOJİDAR ÇİPOF'UN YARGITAY KARARI
Bu karar, “Türkiye’nin Avrupa Birliği 2007 İlerleme
Raporu”na girdi. Her daim bağımsız Yargıdan bahseden Avrupa, bu kez Türk
Yargısı’nı hedef aldı ve Yargıtay’ın verdiği kararı tenkit etti. Buna yakın bir
ifadeyle AB 2008 İlerleme Raporu’na da girdi. İlerleme Raporu’nun, bu kararla
ilgili olan İngilizce ve Türkçe bölümleri şöyledir:
İNGİLİZCE
METNİN 17. SAYFASI
“The Ecumenical Patriarch is not
free to use the ecclesiastical title Ecumenical on alloccasions. In June 2007,
the Court of Cassation ruled on a case against the Holy Synod of the Ecumenical
Patriarchate. The Court acquitted the accused. However, it also concluded that
there is no basis in Turkish legislation providing that the Patriarchate is
Ecumenical; that the Patriarchate is a religious institution which has no legal
personality; that persons who participate and are elected in religious
elections held in the Patriarchate should be Turkishcitizens and be employed in
Turkey at the time of the elections. This decision potentially creates further
difficulties to the Patriarchate and to other non-Muslim religious communities
in the exercise of their rights guaranteed under the ECHR.”
TÜRKİYE
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN TERCÜMESİ 16. SAYFA
“Ekümenik Patrik, dini “Ekümenik”
unvanını her vesileyle kullanma özgürlüğüne sahip degildir. Haziran 2007’de,
Yargıtay, Ekümenik Patrikhane’nin Sen Sinod Meclisine karşı açılan dava
hakkında karar vermiştir. Mahkeme, sanığın beraatına hükmetmiştir. Bununla
birlikte, kararda, Türk mevzuatında Patrikhaneyi Ekümenik kılan hiçbir
dayanağın bulunmadığına, Patrikhanenin tüzel kişiliği bulunmayan bir dini kurum
olduğuna, Patrikhanede yapılan dini seçimlere katılanların ve seçilenlerin Türk
vatandaşları olmaları ve seçim tarihinde Türkiye’de çalışıyor olmaları
gerektiğine hükmedilmektedir. Bu karar, Patrikhanenin ve diğer gayrimüslim dini
toplulukların, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından teminat altına alınan
haklarını kullanmalarında ilave sorunlara yol açma potansiyeli vardır. “
19-20 Eylül tarihlerinde
Ankara’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı
Nicolas Burns, bu ziyaretten evvel, İstanbul’da dini liderleri ziyaret etti.
Burns’un, Rum Patrikhanesi’ne yaptığı ziyarette kendisine hukuk danışmanları
tarafından hazırlanan; bu karar hakkındaki yorumları ve ABD Başkanı’ndan
istekleri içeren bir dosya verildi. Tabi dosya Bush’un masasına gitti.
ANKA
HABER AJANSI BU ZİYARETİ ŞÖYLE VERDİ:
“ANKARA (ANKA) Yeni Türk
Hükümeti'nin kurulmasından ardından Ankara’yı ziyaret eden ilk üst düzey
ABD'li yetkili olacak ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı
Nicolas Burns, yarın İstanbul’da dini topluluklar liderleriyle buluşacak.
ANKA’nın edindiği bilgiye
göre, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 3. numaralı ismi olan Nicolas Burns,
Çarşamba günü Ankara’da görüşmelerde bulunmasından önce yarın İstanbul’da dini
topluluklar liderleri ile hükümet dışı kuruluşlar ve iş dünyası temsilcileriyle
bir araya gelecek.“
KARARIN
ARDINDAN GELEN TELKİNLER
Bu kararda; sanıkların bir
ceza almaması nedeniyle kazanan taraf onlardı. Biz ise kararın sonucu değil
gerekçedeki yorumlar nedeniyle son derece memnunduk. Bir Yargıtay Kararı’nın
sonucunda şekilde kaybeden konumunda olduğumuz için bu kararı “Tashihi Karar” yapma olanağı da vardı.
Bu zaten İç Hukuk sürecinde son nokta olmaktadır. Bundan sonra istenirse AİHM
de gidilebilir ancak bu ülkemizi şikâyete girer ki (Patrikhanenin sık sık yaptığı gibi) kesinlikle tarafımızdan
yapılması mümkün değildir. Kazanan da aslında “Tashihi Karar” yoluna gidebilirdi. Ama bu alışılmış yöntem
değildir.
İşte bu durumda, birçok
yakın kişi ki bunların arasında hukukçular da var, kararı “Tashihi Karar”a götürmem için bana telkinlerde bulundular. Amacımız
insanların hapis cezası almaları, yatmaları değildir. Amacımız Anayasal
haklarımızın savunulmasıdır. Bu Yargıtay Kararı; vicdanınızı tatmin etmiştir.
Başkalarını tatmin etmedi ki ABD Başkanı’nın masasına kadar dosya gönderdiler.