Rum
Patriği Barholomeos ile ilgili birkaç gündür çıkan haberler var. Uzunca bir
süredir içerde siyasilere, akademisyenlere ve medya mensuplarına “şirin” görünmeye çalışırken, bir yandan
da içlerindeki kinin hiçbir zaman bitmeyeceğini ortaya koyan bir söylemle
Amerikan CBS Televizyonu’na verdiği beyanat tartışılıyor.
Nedir
bu beyanatın özeti: Tek cümle ile “Türkiye’de
kendini çarmıha gerilmiş hissediyorum” ve devam ediyor “Türkiye’de ikinci sınıf
vatandaş muamelesi görüyoruz”.
Bu
söylemler ilk değil ve son da olmayacak. Bu hususta yazılacak söylenecek çok
söz var. Çıkacak tek sonuç içlerinde saklanan, gizlenen “KİN”
Yunanistan
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Grigoris Delavekuras, Fener Rum Patriği
Bartholomeos'un Amerikan CBS Televizyonu’na yaptığı açıklamayı "Herkes dikkate almalı" dedi. Bu
beklenen ve de bilinen tepkidir.
Yunanistan
bu günkü bildiğimiz coğrafyasında tesadüfen kurulmuş bir ülkedir. Yunanistan;
bir AB üyesi olmasına karşın kökten dinci bir ülkedir. Megali İdea’ya göre
merkezi İstanbul olan “Büyük Yunanistan”ı
kurmak iken bu amaç gerçekleşememiş ve 1814 Filiki Eterya ile başlayıp 1821’de
–Yunanlılara göre- hüsranla biten
maceradan sonra gelişen bir takım olaylar sonucunda kurulmuş bir ülkedir.
Yunanistan
Anayasası’nda belki de başka bir ülkede örneği bulunmayan maddeler bulunur.
Bunlardan 3. madde özetle şöyledir: “Yunanistan’ın
resmi dini Ortodoksluktur, dinin başı Konstantinopolis’tedir (İstanbul)”
1789
Fransız İhtilalı’nı müteakiben, Avrupa’da Yunan hayranlığı ve “Yunancılık” akımı başlamıştır. Bunun
tohumlarını atan Giritli bir Yunanlı olan ozan, şair “Rigas Ferreos”tur. Bu
militan şair; Avrupa’da zemini hazır olan Yunan hayranlığını çok güzel
kullanarak kendine önemli yandaşlar bulmuştur. Bu yandaşların en önemlisi ise
şüphesiz Ferreos’tan fevkalade etkilenen ve Yunanlılara methiyeler içeren,
lirik şiirler yazmış olan “Lord Bayron”dur.
Rigas’ın attığı bu tohumlar meyvelerini kısa sürede vererek ortaya Yunan
yandaşı olup Avrupalı soylulardan destek gören çeşitli örgütler yaratmıştır. Bu
örgütlerin en önemlisi şüphesiz 1814 yılında Rus Çarı’nın, Odesa kentindeki
yazlık sarayında toplanarak kurulan ve “Paramasonik”
bir kuruluş olan “Filiki Eterya”dır.
Yunan milli ülküsü olan “Megali İdea”ya
göre Filiki Eterya; en kısa zamanda askeri örgütlenmesini de tamamlayarak
merkezi İstanbul olan bir ihtilal yapmak ve “Büyük Yunanistan”ı oluşturmak amacı ile kurulmuştu.
Uzun
zaman bir lider arayışında olan Filiki Eterya; örgütlenmesini sıkıntılı bir
şekilde tamamlayabildiğinde artık 1821 yılına gelinmişti. Bu esnada, Rum
Patrikhanesi; örgütün silah deposu halini almıştı. Padişah; bu durumu
öğrendiğinde derhal Patrikhaneye bir baskın düzenledi ve aramalar esnasında
önemli miktarda silahın yanı sıra; eyleme geçildiğinde kullanılmaya hazır çok
sayıda sahte yeniçeri giysisi ele geçirildi. Patrik 5.Grigorios şu anda “Kin Kapısı” denen kapı üzerinde asıldı.
İşte “Kin Kapısı” Rumlar ve
Yunanlılarca sembolleştirildi ve o meşhur fetva verildi: “Bir Osmanlı Padişahı ya da bir
Osmanlı veliahdı ya da bir Osmanlı şeyhülislamı burada (kapıda) asılmadıkça
burası açılmasın…” . Aradan geçen 187 yıla rağmen bu kapının
açılamamasındaki tek etken bu fetvadır. Yunanlı kaynaklardan öğrendiğimize
göre; bu kapı ile ilgili özel bir ritüelin bulunduğu ve her patrik olanın,
patrik olduğu gece bu kapının arkasında bu özel ritüele göre bir ayin yaparak
bu yemini tekrarladığı ortaya konmaktadır.
Günümüzde,
Rum Patrikhanesi’ne birçok ülkenin -başta
Yunanistan ve ABD- devlet başkanları düzeyinde yapılan tüm ziyaretlerde;
ziyaretçi yan kapıdan içeri alınır. Bu kapının açılması yönünde; geçmişte ve
günümüzde Türkiye tarafından yapılan talepler ise daima nazikçe
reddedilmektedir. O halde bizler de zaman zaman Rum Patrikhanesi tarafından
gösterilen “sahte” iyi niyetli
söylemlerine karşı şu soruyu onlara doğrultabiliriz: “mademki iyi niyetlisiniz, o halde
adı “Kin” olan bu sembolü artık açınız.”
“Yunanistan’ın başşehri Kontantinopolis’tir”
diyen bir milletten bahsediyoruz. İlköğretim yıllarından itibaren çocuklarına
Megali İdea’yı aşılayan ve topraklarımızda gözü olan bir milletten
bahsediyoruz. Megali İdea emellerinden olan Fener Rum Patrikhanesi’nin
Ekümenikliği ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması hususlarında da son derece
dikkatli olunmalıdır.
Maalesef;
İstanbul’un bir yerinde adı gibi “KİN”
dolu bir “KAPI” yüreğimizdeki bir
hançer gibi 187 yıldan beri durmaktadır.
Şimdi
bu kapının ardındaki kurumun başı da kinini kusmaya alenen başladı. “Türkiye’de kendini çarmıha gerilmiş
hissediyorum” Bu devam edecek olan bir söylemin işaretidir.
Bu
adamların her sözü her harfi dikkatle incelenmeli, irdelenmelidir. Bu uzun bir
süreç için hazırlanmış, tasarlanmış bir söylemin kanımca bir parçasıdır. 1993
yılından 2007 yılına kadar, Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda yöneticilik
yaptım. Bu süreçte Rum Patrikhanesi ve mensupları hakkında 1996 ve 2002
yıllarında iki dava açtım. 1997 ve 2007 yıllarında bu davaların sonuçları
Yargıtay’ca onaylandı ve içtihat halini aldı. 2007 yılındaki karar; bir anlamda
“Ekümeniklik” iddialarının
çürütülmesi için en önemli dayanak oldu.
13
Haziran 2007 tarihli bu kararın; 26 Haziran’da Anadolu Ajansına düşmesi ile
birlikte uzun bir haber maratonu ve uluslararası baskılar başladı. Bu karar
hakkında Yunanistan’da ve Dünya Basını’nda da çok haber çıktı. Kararın
açıklanmasından bir gün sonra da Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo
Kumuçakos’un tepkisi geldi. Yorgo Kumuçakos’un bu tepkisinin ardından; Avrupa
Birliği Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Oli Rehn basın açıklamasıyla
kararı kınadı, ardından Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni ve daha
birçok yabancı siyasetçi de bu karara tepki verdiler. 19-20 Eylül tarihlerinde
Ankara’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu
Müsteşarı Nicolas Burns, Rum Patrikhanesi’ne geldi ve kendisine Patrikhane
hukuk danışmanları tarafından hazırlanan; bu karar hakkındaki yorumları ve ABD
Başkanı’ndan istekleri içeren bir dosya verildi. Tabi dosya Bush’un masasına
gitti.
Şimdi
bu konularda tecrübeli biri olarak şu hususlara dikkat çekmek istiyorum:
Bu
beklenen bir dalganın habercisidir ve ardından gelecek olan adımlar vardır. Bu
adımların en başta gelecek olanı Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı dış baskılar
artmasıdır.
Bu
adamlar hiçbir sözü bilinçsiz söylemezler. Uzunca bir süredir kendilerinin ve “hukuk” danışmanlarının ağızlarına
pelesenk olan bir söyleme dikkat etmeliyiz.
“Biz yaklaşık 2000 yıldır bu topraklardayız”
Bunun ardından “Ekümenizm” için
önemli bir argüman yaratma isteği vardır. Çünkü Rum Patrikhanesi dini anlamda
Ekümenik değildir. Bu tamamen teolojik bir konudur. Çok basit olarak bunun
ispatı yapılabilir. Bunu başka bir yazımda ele alacağım. Bu teolojik mesnetten
yola çıkıldığında 1. İznik Konsili’nden (M.S.
325) itibaren kesintisiz olarak bu topraklarda faaliyette bulunduklarının
altı çizilmek istenmektedir. Bunu da bir başka yazımda ele alacağım çünkü çok
önemli bir konudur.
Kesintisizlik
durumu 1024 yılında bozulmuştur. 1024 yılında Haçlı Orduları İstanbul’u ele
geçirdi ve Bizans 57 yıl boyunca İznik’e sığındı. Ta ki Haçlılar kendi
istekleriyle ve taş üstünde taş bırakmadan çekildiklerinde geri geldiler. Tabi
Patrikhane de o zaman geri geldi.
Şimdi
dikkat! Bu kesintisizlik söylemi üzerine yoğunlaşmak gereklidir. Tipik bir
Bizans oyunu devreye girdi. Ben her zaman siyasi erk kimin elinde olursa olsun,
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılamayacağını ve esas tehlike olan Ekümenikliğin,
bir anlamda Ortodoks halifeliğinin bu topraklar üzerinde kurulamayacağını
savunanlardanım. Beş yıl evvel de “okul açılabilir ama!” dendi. Şimdi de aynısı
söyleniyor. O “ama”nın içinde
yasalar ve yönetmeliklere de uyma şartları var. Zaten o yasalara ve
yönetmeliklere uymak isteselerdi YÖK Yasası çıktığında, bu yasaya uymamak için
okulu kendileri kapatmaz ya da süresiz tatile almazlardı. Bu konu da maalesef “Türkiye okulu kapattı“ şeklinde
söylenmektedir.
Ekümenikliğin
kabul edilmesinden bir evvelki adım Ruhban Okulu’nu açtırmaktır. Dikkatli
olmalıyız. Dikkatli olmalıyız, çünkü dalga dalga saldırıya uğramaya başladık.
Ama endişem yok! Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu saldırılara şerbetlidir.
“KİN” dolu bir “KAPI”nın ardındaki o “ses”
de kinini artık açıkça kusmaya başladı.
“Türkiye’de kendini çarmıha gerilmiş
hissediyorum” diyerek başladı.
Uyanık
olalım…