Geçtiğimiz günlerde Babil
Derneği (Bağımsız Araştırma Bilgi ve
İletişim Derneği) tarafından, Tophane Lüleci Hendek Caddesi’ndeki eski
Tütün Deposunda “20 Dolar 20 Kilo” adlı 30 Mart’a kadar devam edecek olan bir
sergi açıldı. 1964’te Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu
olarak sınır dışı edilmelerinin 50. Yılı vesilesi ile düzenlenen 20 Dolar 20
Kilo Sergisi ile birlikte birçok medya organında “Bilinmeyen sürgün” ya da “1964
sürgününün gizli yönleri” şeklinde başlıklar çıktı.
15 Mart Cumartesi saat
16'dabahsi geçen sergi mahallinde; “İstanbul'un
Son Sürgünleri” başlıklı, Rıdvan Akar, Cengiz Aktar, Ceren Sözeri, İlay
Örs, Samim Akgönül, sürgün mağduru olarak lanse edilen; Dionysinos
Angelopoulos ve Eirini Fragkou ile İstanbullu Rumların Evrensel
Federasyonu’nu temsilen Mihail Mavropoulos’un konuşmacı olarak katılacağı bir
panel de düzenlenecektir.
Babil Derneği
yetkililerine göre; “Yakın tarih bildiğiniz
gibi değil, size anlatıldığı gibi değil.”dir… Babil Derneği; 1964’te Türkiye’de
yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu olarak sınır dışı edilmesini bir “Tehcir” olarak kabul etmektedir ve önümüzdeki
Ekim ayında Bilgi Üniversitesi’nde bu konuda ayrıca uluslararası bir konferans da
tertipleyeceklerdir.
Geçtiğimiz yüzyılda
Dünya’nın birçok yerinde maalesef trajediler yaşanmış ama bu trajedileri
yaşayanlar ile yaşatanlar bir noktada barışmaya çalıştılar. Bu konuda;
Nazilerin Yahudilere yaptıkları ya da Amerika’nın Japonya’ya attığı atom
bombalarını ve daha birçok örnekleme yapmak mümkün…
Cumhuriyetin ilk
yıllarında Türkiye’de yaşanan “Varlık
Vergisi” ile “6-7 Eylül Olayları”
da bu bağlamda gerçek birer trajedidirler ve bunu birçok yazımızda vurguladık.
1942’deki “Varlık Vergisi” TBMM’de kabul edilmiş,
kanunla salınmış bir vergidir ve iç kamuoyu ile uluslararası platformlardaki
tepkilerin neticesinde kaldırılmış, ancak yürürlükte kaldığı sürede
yaşananlardan ötürü ardında binlerce mağdur bırakmıştır.
1955’teki “6/7 Eylül” olaylarının boyutu ise ancak
devletin bazı katmanlarının organizasyonu ile oluşabilecek mahiyettedir ve bu
hadise de ardında binlerce mağdur bırakmış, hatta bu olayların ardından küserek
Türkiye’den göç eden bir dalga da yaratmıştır.
Bu her iki olay da Türkiye’nin
ayıbıdır ve tabi ki bunların yaşanmaması gerekirdi. Göz ardı edilmemesi gereken
ise bu her iki trajedinin de Türkiye tarafından kabul edilmiş ve mağdurlarına
özür ile tazminatların ödenmiş olduğudur.
Son yıllarda Varlık
Vergisi ile 6/7 Eylül hadiselerinin yanı sıra başka iki husus kullanılarak
Türkiye hakkında gerçek bilgilere haiz olmayan iddialar ortaya atılmaya
başlandı. Bunlardan biri 1923/24 Mübadelesi ve diğeri de 1964 sürgünleridir.
1923/24
MÜBADELE-İ AHALİ
Nüfus Mübadelesi; Lozan
Anlaşması’nın ardından Lozan’da taraf olan ülkelerin ve Türkiye ile
Yunanistan’ın da karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kabul ve birlikte
uyguladıkları bir nüfus değiş tokuşudur ve BM’nin oluşturduğu, “Mübadele-i Ahali Komisyonu” tarafında organize edilerek uygulanmıştır.
Mübadele kapsamında;
Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı Yunanistan vatandaşları ile Türkiye’de
yaşayan Rum asıllı Türk vatandaşlarının değiş tokuşu sağlandı. Batı Trakya’da
yaşayan Türkler ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar bu
mübadeleden muaf tutuldular. Bu göç vesilesiyle mağdur olanların sayısı çok
fazladır ama oluşan mağduriyetlerde tek başına Türkiye suçlanamaz ve bu
bağlamda Mübadeleyi Türkiye’nin yarattığı bir trajedi olarak kabul ve lanse
etmek ise tam anlamıyla bir haksızlıktır. Çünkü ahali değiş tokuşunu
gerçekleştirmek üzere kurulan uluslararası komisyonda; Türkiye ve Yunanistan
taraflarını temsilen dörder kişi ile BM tarafından, (1.Dünya Savaşı’na katılmamış ülkelerden) seçilen üç kişi
görevlendirilmiş ve adına kısaca “Karma
Komisyon” denilmiştir.
Karma Komisyon görevini 8
Ekim 1923’ten, 21 Haziran 1924’e kadar Atina’da daha sonra ise İstanbul’da sürdürmüş,
mübadelenin tamamlanması üzerine de BM tarafından feshedilmiştir.
1964
SÜRGÜNLERİ
Tabi ki 1964’te de çok
sayıda mağduriyet oluştu ama bu olayı tam bir perspektif ile irdelemeden,
sadece 16 Mart 1964’te başlayan sınır dışı işlemini ele alarak Türkiye’yi
suçlamak ve bunun adına “zorunlu göç”
ya da “sürgün” demek haksızlıktır. 1964
ile ilgili hakikati aşağıdaki şu iki cümle ile özetlemek mümkündür:
Türkiye
1964’te kendi vatandaşları olan Rumları sınır dışı etmedi!
Türkiye
1964’te Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı etti!
Sürgün tanımlaması; bir
ülkenin kendi vatandaşı olanları hudut dışı etmişse kullanılabilir. Her ülkenin
toprakları üzerinde yaşayan kendi vatandaşı olmayan kişiler için ikamet izni
vermemek, yenilememek ve gerektiğinde sınır dışı etme hakkı uluslararası
kurallar gereği vardır.
Burada şu gerçeği de göz
ardı etmemek gerekiyor: Tabii ki 1964’te TC vatandaşı olduğu halde mecburen gidenler
de oldu. 1930’dan itibaren Yunanistan vatandaşları ile Rum asıllı Türk
vatandaşları arasında evlilik yolu ile yoğun aile bağları oluşmuş durumdaydı ve
bu tür ailelerin bireylerinden olup zaruri olarak Türkiye’den ayrılanlar da
azımsanamaz.
Yazımızın devamında anlaşılacağı
gibi; Türkiye ile Yunanistan arasında, Kıbrıs dolayısı ile bir “Savaş Hâli” mevcuttu. Bu bağlamda
hükümetin esas amacının, etnik olarak sadece Yunanlı olanların sınır dışı
edilmelerini amaçladığı görülmektedir.
(Yazarın
Notu: 1993 ile 2007 yılları arasında Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda
yönetim kurulu üyeliğimiz oldu. Bu süreçte vakıf belgeleri arasından anladığımız
üzere sınır dışı işleminin sadece etnik olarak Yunanlı olanlara yönelik olduğu
anlaşılmaktadır.)
İstanbul’daki Bulgar
Cemaati’nin mensuplarının büyük bölümü geçtiğimiz asırda Yunanistan’daki Ege
Makedonya’sından gelerek İstanbul’a yerleşmiş kişilerdir. Bunların bir kısmı
Türkiye’ye Yunan pasaportu ile gelmişler ve süreç içinde TC olmak için talepte
bulunmamışlardır.
1964’te Türkiye’deki Yunan
vatandaşlarının ikamet tezkereleri uzatılmayarak sınır dışı edildiklerinde bu
kişiler, Bulgar Kilisesi’nden etnik açıdan Yunanlı olmadıklarını gösterir
belgeler alarak ve bunları ilgili makamlara sunmak suretiyle sınır dışı
edilmemişlerdir. Hatta Türkiye Cumhuriyeti daha sonra özel bir kararname çıkartarak,
Yunanistan vatandaşı olan Bulgar Cemaati mensuplarına kısa sürede Türk
vatandaşlığı vermiştir.
1964’te Yunanistan ile
Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Böyle bir ortamda Türkiye’nin
Yunanistan vatandaşlarının ikamet tezkerelerini iptal ederek sınır dışı etmesine
neden olan başka hususlar da var! Bunların en büyüğü Aralık 1963 sonunda
Kıbrıs’ta, Rumlar tarafından tarihe “Kanlı
Noel” olarak geçen trajik katliamdır.
20 Aralık’ta, Kıbrıs’taki
Türk köylerinde çok sayıda katliam yaşandı. “24 Aralık Noel Gecesi” Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesi; eşi
Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat “Dînî Bütün Hıristiyanlar” tarafından hunharca katledildiler!
Bir banyo küvetine
sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de ve Dünya’da büyük
infial yarattı. Bu olaydan sonra Kıbrıs’ta 103 köy boşaltıldı toplamda 25 Bin
kişi gerçek anlamda kendi vatandaşı olduğu ülkeden “sürgün” oldu. Bu trajik
olayın fotoğrafı ise yıllarca akıllardan çıkmadı ve Kıbrıs ile ilgili her
olumsuzlukta medyada kullanıldı. (Örnek: 22
Aralık 1985 Milliyet)
Bu arada 1964 başında bir başka
gelişme de olmuş ve Beyoğlu’nda gizli faaliyet gösteren bir Yunan derneği
ortaya çıkarılmıştı. Derneğin adı; “Elliniki
Enosis” yani “Helenik İlhak”tı. “Enosis”
yani “İlhak” Kıbrıs’ın Yunanistan’a
katılmasının simgesel söylemidir.
Kıbrıs Başpiskoposu
olmadan önce İngiltere’nin Başpiskoposu olan ve Kıbrıs’a gittiğinden sonra katliamları
tetikleyerek tarihe “Kanlı Papaz”
olarak geçen “Makarios” da bu
yöntemi daha önce kullanmış, İngiltere’de yaşayan Yunanlılardan zorla bağış
adıyla haraç topladığı için ülkeden kovulmuştu.
Aynı yöntemin İstanbul’da
da gerçekleştirildiği bu derneğin deşifre olmasıyla ortaya çıkınca ortam daha
da gerildi. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda; Türkiye’de böyle bir adla
gizli faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemaati’nden bağış ya da
haraç toplayan bir derneğin varlığı İsmet İnönü Hükümeti’ni harekete geçirdi. Derneğe
yapılan baskında binlerce bağış sahibinin adı ortaya çıktı ki bunların büyük
bir kısmı Türkiye’de 1930 Anlaşması’na istinaden ikamet eden ve TC vatandaşı
olmayan Yunanlılardı.
13 Mart 1964’te ise ortam
daha da gerildi! Kıbrıslı Rumlar muhasara altında tuttukları Türk köylerine
insani yardım gönderilmesini engellemeye başladılar ve 10 Türk köyüne daha
saldırdılar.
Bu olay artık bardağı
taşıran son damla oldu ve Türkiye; “İkamet
Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı, 1930 yılında Türkiye adına imzalayan
İsmet İnönü’nün bizzat verdiği bir önerge ile feshetti. Böylece Yunanistan vatandaşı
olanların sınır dışı edilme işlemleri başladı.
1964
Sürgünleri; sürgün değildirler. Günün savaş şartları çerçevesinde, kendi
vatandaşı oldukları ülkeye sınır dışı edilen Yunanistan vatandaşlarıdır.