Geçtiğimiz 5 Temmuz günü Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret etti. Ziyaret sonrasında Patrik ve Diyanet İşleri Başkanı, basın mensuplarına ziyaret ile ilgili açıklamalar yaptılar.
İlk olarak konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, çok olumlu mesajlar vererek bu tarihi buluşma ile ilgili görüşlerini açıkladı ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması taleplerini de değerlendirerek şunları söyledi: “Patrikhanenin din adamı yetiştirmesinin onların bir hakkı olduğunu düşünüyoruz. Din adamı yetiştirmek için başka ülkelere muhtaç olmayı doğru bulmadığımızı söyledik. Bu ülkede herhangi bir dini topluluğun kendi din adamlarını yetiştirmek için başka ülkelere muhtaç olması bu ülkenin büyüklüğüne yakışmıyor.” Batı Trakya’daki Türklerin bu ziyaret ile ilgili olarak kendisini faks yağmuruna tuttuklarına da değinen Başkan Görmez Bartholomeos’u kast ederek “Atina’da bir cami yapılması meselesini kendileriyle paylaştık.” dedi ve İslam Dünyası’nda yaşayan tüm Hıristiyanların hiçbir surette tedirgin olmamaları gerektiğine ve asırlardır birlikte yaşandığına vurgu yaptı.
Rum Patriği Bartholomeos ise mutat teşekkür sözlerinin ardından Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması taleplerini şu şekilde yineledi: “Hükümet bu konuya müspet yaklaşıyor, buna inanmak istiyoruz, müteatid defalar bize umut verildi. Maalesef bu güne kadar okulun tekrar açılması gerçekleştirilmedi. Fakat biz her zaman ümitli olmaya devam edeceğiz. Altyapımız hazır. Bize bugün izin çıkarsa biz yarın hizmete sokabiliriz. Medyanın bu olaya ilgisi için çok teşekkür ederiz. Bizi gerçekten duygulandırıyorsunuz.”
Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmaları Batı Trakya’dan bu görüşme nedeniyle gelen serzenişleri de dikkate alarak fevkalâde olumluydu. Yunanistan’ın hiçbir zaman Batı Trakya Türkleri lehine kullanmadığı mütekabiliyet prensiplerine rağmen Türkiye’nin büyük bir ülke olması ve her şeyden evvel kendi vatandaşları olan bir cemaatin dini sorunlarını çözmeye yönelik bir duruş sergilemekte olduğu vurgusu yapmıştır.
Evvelâ Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili gerçekleri gözler önüne sermek gerekli…
Bu okulu Türkiye kapatmadı… Kendileri Ruhban Okulu’nu kapattılar…
Ruhban Okulu, 1971 yılında çıkan YÖK Yasası’na tabi olmak istemedikleri için kendileri tarafından kapatılmış ama yıllarca bu okulun Türkiye tarafından kapatıldığı Dünya kamuoyuna sunulmuştur. Kısaca müfredat ve öğrenci kabul etme esasları açısından YÖK’e bağlı olmayı istememişler ve okulun eğitimine ara vermişlerdir.
2500 kişi civarında kalan Rum Cemaati dini ihtiyaçlar açısından aslında bir eksiklik yaşamamaktadır. Zira Rum Patrikhanesi’nde 100 kadar papaz ve metropolit kadrosu çalışmaktadır. İhtiyaç olan dini gereksinimler için gerekli papaz kadrosu değildir. İhtiyaç olan, Ekümenik yapılanma için kalabalık bir maiyet temin etmektir.
Özellikle son yıllarda sadece Rum Cemaati ve Patrikhane değil, diğer tüm gayrimüslim topluluklar için de fevkalâde önemli yardımlar, destekler ve iyileştirmeler sağlanmış ama bu nedense hiç takdir edilmemiştir. Zaten Patrik Bartholomeos da görüşme sonrasında, Diyanet İşleri Başkanı’nın çok olumlu söylemlerini ardından ısrarla hâlâ “… Öyle inanmak istiyoruz. Bugüne kadar bize hep umut verildi ama açmak mümkün olmadı…” şeklinde serzenişte bulunmaya devam etmiştir.
Lozan görüşmeleri esnasında Türk Murahhas Heyeti, Rum Patrikhanesi’nin Türkiye’den naklini ısrarla talep etmişti. Konferansın ilk günlerinde, Rum Patrikhanesi’nin, Türkiye dışına nakledilmesi için ısrar eden Türk delegasyonu, daha sonra Patrikhanenin tamamen etkisiz olması şartıyla burada kalmasını kabul etti. Rıza Nur, 10 Ocak 1923 Çarşamba günü Saat 11.00’de İsviçre’nin Lozan Şehri’ndeki Ossi Şatosu’nda toplanan konferansta yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “Şimdiye kadarki faaliyeti dini olmayıp siyasi olan Patrikhane’nin Türkiye hudutları dışına nakli icap eder.”
Rum Patrikhanesi’nin faaliyetleri her zaman siyasidir ve Diyanet İşleri Başkanı ile Bartholomeos görüşmesinin ardından da Yunanistan cephesinden tamamen siyasi bir tepki yapıldı.
Dışişleri Bakanı Dimitris Avramopulos, Parlamento'da 8 Temmuz’da yapılan güven oylaması öncesindeki konuşmasında şu değerlendirmeyi yaptı: “Yunanistan'ın, Türkiye ile ilişkileri iyileştirme çabaları çerçevesinde Heybeliada Okulu'nun yeniden faaliyete geçirilmesi gibi Patrikhaneyle ilgili konuların çözümü için çalışmaya devam edeceğiz. (…) Patrikhane konusu ise, Batı Trakya Müslüman Azınlığı ile bir mütekabiliyet temelinde ele alınamaz. (…) Patrikhanenin itibarı ve boyutu, ne uluslararası hukuk açısından, ne de uluslararası ahlak açısından inkâr edilemez ve Batı Trakya'daki Müslüman Azınlıkla bir mütekabiliyet statüsüne getirilme teşebbüsüne izin verilemez.”
Yunanistan hiçbir zaman mütekabiliyeti işletmediği gibi Batı Trakya Türkleri kendi müftülerini dahi seçmekte özgür değildirler. Yunanistan tarafından atanmış müftüler ile seçilmiş müftülerin mücadelesi süredururken kendilerine “Türk” değil “Müslüman Azınlık” denmektedir. Ve Yunanistan’daki Türk azınlığın, vakıfların idaresi, vakıf mallarına el konulması v.b. sorunları bulunmakla beraber, Yunan Yönetimi’nin “Türk” kelimesi geçen dernekleri kapattığı ve/veya açılmasına izin vermediği bilindiğinden Türk kuruluşlarında “Türk” adının kullanılmasına dahi izin verilmemektedir.
Batı Trakya Türklerinin yüz binler ile ifade edilmelerine karşın Türkiye’deki 2500 Rum kadar değerlerinin olmadığını ise Avramopulos’un şu son beyanında görmek kabildir…
Batı Trakya’daki Türkler, aslında Lozan’da, İstanbul Rumlarına rehin kalmışlardır…
Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasını sağlamak için İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri mübadeleye dâhil edilmemiştir.
Yunanistan’daki Türk vakıfları ve okulları perişandır ama Türkiye’deki Rum vakıfları ve okulları özellikle son yıllarda ihya edilmişler ve mütekabiliyetteki haksızlık da göz önüne alınmadan evvelâ birer Türk vatandaşı oldukları ön plana çıkarılmıştır. Anlaşılıyor ki ne kadar verilirse verilsin hep daha bir şeyler istenmektedir. Ama hiçbir zaman ise Batı Trakya’da bir iyileştirme yapmaya Yunanistan’ın gönlü olmamaktadır. Örneğin hiç camisi olmayan Atina’da, gerçekten bir gereksinim olan, bırakın Yunanistan’da yaşayan Türkleri, Avrupa’da yaşayan, oradan gelip geçen Türklerin ve de diğer Müslümanların ibadet ihtiyacına yönelik de hizmet vermesi için bir cami yapımına yıllardır izin verilmemektedir.
Bu görüşme sonrasında basına yapılan beyanlarda da Diyanet İşleri Başkanı’nın fevkalade olumlu açıklamalarının ardından Bartholomeos tarafından yine serzenişte bulunulması ise hep daha diyen, daima artı bir şeyler isteyen zihniyeti bir kez daha ortaya koymuştur.
Diyanet İşleri Başkanı ile Rum Patriği’nin görüşmesinde bir de trajikomik vaka yaşandı…
Prof. Dr. Mehmet Görmez, Fener Rum Patriği Bartholomeos'a üç dinde aynı anlama gelen bir ayetin bulunduğu bir pano ile bir tespih hediye etti. Bartholomeos da üzerinde 'Allah' yazan bir hat ve gümüş bir tepsi verdi. Buraya kadar bu hediye alışverişi de son derece güzeldi ama bakın ne oldu?
Bartholomeos’un, Diyanet İşleri Başkanı’na verdiği ve üzerinde “Allah” yazan gümüş tepsi kendisine başka bir Müslüman tarafından hediye edilmişti. “Uluslararası Ekonomik ve Kültürel İlişkiler Birliği Başkanı İbrahim Danacılar”ın Patrikhaneyi ziyareti esnasında bu tepsiyi Bartholomeos’a hediye ettiği sonradan ortaya çıktı.
İbrahim Danacılar, patriğe verdiği hediyenin başkasına verilmesine bir anlam veremediğini belirterek şunları söyledi ve sitem etti:"Acaba Müslüman olduğumuz için mi verdiğimiz hediyeyi beğenmedi?"
Bir hediyeyi başka birine vermek, bu medya önünde yapılmış ve fotoğraflanmış ve de tarihe not düşülmüşse -ki bu fotoğraf hemen basında yer aldı- ne kadar doğrudur? Zaten Patrik Bartholomeos, muhatap olduğu Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ve söylemleri ile değil kendi derdi olan Ruhban Okulu’nun açılmasından başka hiçbir husus ile alâkalı değildi ve de bunu gösterdi.
Kamuoyunda hep dillendirdikleri gibi bu okulu Türkiye kapatmadı ve bizim de her fırsatta dillendirdiğimiz gibi de mevcut yasalara uymak koşuluyla açılmasında hiçbir mani yoktur. İstenen YÖK Yasasına ve daha birçok Anayasa, kanun ve yönetmeliğe aykırı olarak ve özerk bir dini okul açmaktır ki bu okul için de zaten Rum Cemaati içinde öğrenci olacak kimse yoktur.
Bir Diyanet İşleri Başkanı’nın ilk kez Patrikhane’yi ziyaret etmesi gibi böyle çok önemli bir durumda el altındaki bir hediyeyi ona hediye etmek ise karşısındaki muhatabı önemse(me)mek ile orantılı değil midir?
Türkiye’nin, Yunanistan’da ezilen ve mütekabiliyetten hiç nasibini alamayan Batı Trakya Türklerine rağmen kendi vatandaşları olan Hıristiyanlara yaptığı yardımlar ile bu vatandaşlarını koruyan, kollayan, kucaklayan görünümüne karşı en azından saygısızlık demek abartı olmaz…