865 yılında Bulgar Çarı (Knyaz) 1.Boris Bulgarları
vaftiz etti ve beş yıl sonra da Bulgarların dinsel egemenliğini ilân etti. Bu
suretle, 4 Mart 870 tarihinde Bulgar Kilisesi tarihteki yerini aldı. Bu; Bulgarların,
Bizanslılarla büyük bir mücadele içinde oldukları bir zaman dilimidir.
Boris’in oğlu Çar Simeon, Aheloy Nehri
kıyısında, Bizans’a karşı kazandığı büyük zaferden sonra (Ağustos 917)
kendisini “Bulgarların ve Bizanslıların Kralı” ilân etti ve Bulgar Kilisesi’nin
statüsünü “Patriklik” seviyesine yükseltti. Bu süreç; 1018 yılında, Bulgaristan’ın
tekrar Bizans egemenliği altına girdiğinde “Bulgar Patrikliği”nin lağvedilmesi
ile sonlandı.
1235 yılında Çar 2.İvan Asen’in tahta
geçmesi ile merkezi “Tırnovo” olmak üzere, Bulgar Patrikliği yeniden
canlandırıldı. 14. Asırda Bulgar Devleti’nin bağımsızlığı sona ererek Osmanlı
İmparatorluğu’na katılınca (1416-1438) Tırnovo Patrikliği’nin yine sonu geldi
ve Bulgarlar dinsel açıdan bu kez İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar.
19.Yüzyılın birinci yarısında İstanbul’da
yaşayan Bulgarların en önemli iş merkezleri; Balkapan Han, Kurşun Han, Zümbük
Han gibi hanlar olmuştur. Bulgarların çok sayıda loncaları bulunuyordu ve “çorbacı”
tabir edilen zengin tüccarların sayısı da hayli fazlaydı. İşte bu zaman diliminde
İstanbul’da bağımsız bir Bulgar Kilisesi kurmak fikri cemaat arasında yeniden
doğdu. Bu fikrin babası, Arhimandrit [1] "Neofit Bozveli" şöyle demektedir:
“Burada bir merkez ve bir kilise inşa edilmelidir, faaliyet gösterecek olanlar burada padişahın gözü önünde olmalıdırlar; Fener ruhaniliği burada patrikhanenin yuvasında yenilgiye uğratılmalıdır.”
“Burada bir merkez ve bir kilise inşa edilmelidir, faaliyet gösterecek olanlar burada padişahın gözü önünde olmalıdırlar; Fener ruhaniliği burada patrikhanenin yuvasında yenilgiye uğratılmalıdır.”
Neofit Bozveli’nin ölümünden sonra 1849
yılında, "Stefan Bogoridi"nin Haliç’teki eski evinin arsasını Bulgar Cemaati’ne hibe
etmesi üzerine, İstanbul’da bir kilise inşasının hayali alevlendi.
Bir yandan sarayda söz sahibi ve padişah
ile yakın dost da olan, fakat öte yandan tamamen Rumlaşmış (Grekofil) ve Osmanlı
Tarihi sürecinde; "Stefanaki Paşa" ya da "Aleko Paşa" diye bilinen bir Bulgar olan
Stefan Bogoridi, Rumların soydaşlarına yaptığı baskılardan rahatsız olmaktadır.
Bogoridi bu vicdan azabıyla Bulgarların lehine bir takım girişimlerde bulunmaya
başladı ve nitekim 18 Eylül 1848’de Padişaha bir mektup yazarak İstanbul’da
yaşayan Bulgar Cemaati’ne mahsus bir papaz evi kurulması için müsaade istedi.
Stefan Bogoridi’nin mektubuna, 23 Eylül
1849 (6 Zilkade 1265) tarihli Padişah
iradesi ile izin verildi. [2]
Stefan Bogoridi, şu anda üzerinde “Demir
Kilise”nin (Sveti Stefan) bulunduğu,
kendi mülkü ve üzerinde eski evi bulunan arsayı papaz evi yapımı için
bağışlayınca, 9 Ekim 1849’da papaz evi
ya da küçük kilise denilen eski ahşap ibadethane, 23 Ekim 1849’da yapılan
törenle Arhidyakon Stefan (Aziz Stefan) adı ile takdis edildi. [3]
Hemen sonrasında ise karşısında, rahiplerin
kalacakları “Metoh Binası”nın inşasına başlandı. 14 Mart 1850 tarihli toplantıda
İstanbul Bulgarları Kilise ve Metoh’u [4]
“Milli Mülk” olarak ilan etiler. Bunun ardından da “Bulgar Kilise Cemaati” resmen
kuruldu.
Kırım Savaşı’ndan sonra 1856 yılında
verilen “Hattı Hümayun Fermanı” Bulgarlara kanuni mücadele olanağı da verdi ve
bundan sonraki 14 yılda yaşananlar kilise bağımsızlığının kazanılmasında etken
oldu. Bunlardan 1860’da, 3 Nisan Paskalya Bayramı’nda yaşanan bir olay çok
önemlidir. O gün tarihi ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nde Episkopos "İlarion
Makariopolski", Rum Patrikhanesi’ne olan bağımlılığı ret ederek, Bulgar
Kilisesi’nin bağımsızlığını ilan etmiştir. 3 Nisan 1860’da yapılan bu Paskalya
Ayini’nde, Rum Patriği’nin adının anılması gereken bölüme gelindiğinde halk bir
ağızdan şöyle bağırmaya başladı: [5]
“Patriği anma Sultanı an ... Patriği anma
Sultanı an ...”
Bunun üzerine İlarion evvela Sultanı ve daha sonra Rum patriğini anmadan bütün
eski Bulgar Ortodoks piskoposlarının
adını andı ve bu hareket ile Rum
Patrikhanesi’ni artık tanımadığını ilân etti. Bu ayinden hemen sonra karşıda
bulunan Metoh Binası’nın balkonunda gençler Sultan onuruna yazılan ve
bestelenen bir şarkıyı okudular. İstanbul’da bulunan Bulgarlara ait 33 esnaf
loncası da binlerce imzalı bir mazbatayı saraya yollayarak durumdan Osmanlı
Hükümeti’ni haberdar etti ve Padişah’a
bağlılıklarını sundu.
Diğer şehirlerdeki piskoposlar ve aynı
amacı destekleyen cemaat ileri gelenleri, İstanbul’da bir “Karma Ulusal Konsey”
oluşturdular. Bu arada bazı siyasi parti oluşumları da faaliyetlerini
arttırdılar. Bunlardan en önemlisi, başında "İlarion Makariopolski" ile "Dr.
Stoyan Çomakof"un olduğu “Ulusal Hareket Partisi”dir. Halk, cemaat
toplulukları, entelektüeller ve demokrasi yanlıları da onları
desteklemişlerdir.
Diğer guruplar şunlardır:
Nayden Gerov, Todor Burmov gibi mülayimler,
Gavril Krısteviç, Tıpçileşov Kardeşler,
İvanço Hacıpençoviç v.s gibi Osmanlı taraftarları,
Dragan Tsankov, Dr. Georgi Mirkoviç v.s
gibi Batı yanlıları.
Hepsinin ortak arzuları kilise probleminin
Bulgar Ulusu yararına neticeye vardırılması olsa da. 19. Yüzyıla gelindiğinde
Bulgarların açısından iki farklı hareket yan yana ilerlemeye başladı. Bunlardan
biri Fransız İhtilali’nin ardından yayılan milliyetçilik akımlarının,
Balkanlarda da zuhur etmesi ve Bulgarlar arasında Osmanlı yönetiminden
ayrılarak bağımsız bir Bulgaristan kurma düşüncesiydi. Diğer bir akım ise
Osmanlı’dan ayrılmayı düşünmeden, hatta Osmanlı’nın ve de Sultan’ın desteği ile
Rum Milleti içinde telakki edilmekten kurtulmaktı.[6] Bu bir anlamda dinsel, diğer anlamda ise
Patrikliğin cismani yetkilerinden kurtulmaktı. Rum despotların topladığı
vergiler, Bulgar Dili’ne olan baskı ve bu baskı neticesinde kiliselerde Yunanca
ibadet etmeye zorlanma ile Bulgarların okullarda da Yunanca eğitime
zorlanmaları başlıca sıkıntılardı. Bulgarlar özetle; Rum Patrikhanesi’nden
bağımsız bir kilise çatısı altında idare edilmek isteğindeydiler. Bulgarların
patrikhanenin idaresinden kesinlikle ayrılma eğilimine girmeleri ve büyük bir
kilise inşa etmek üzere padişaha bir dilekçe vermek üzere hazırlık yapmaları,
Rum Patriği Kirilos’u da harekete geçirdi ve Bulgarların dostluğunu kazanmayı
amaçlayan bir yaklaşımla bu istidayı bizzat kendisi saraya götürdü. [7]
27 Şubat 1870 Cuma günü, "Sultan Abdülaziz",
Patrikhaneden bağımsız bir kilise kurulmasını sağlayan “Ferman”ı imzaladı.
Ertesi gün, 28 Şubat Cumartesi, Todor Günü, "Veziriazam Ali Paşa", Bulgar heyetini
temsil eden "Gavril Krısteviç" ve "İvanço Hacıpençoviç"e ve Rumlardan oluşan bir
heyeti makamına çağırarak Padişah fermanının birer kopyasını iletti.
Ertesi gün, 1 Mart 1870, "Ortodoksluk
Bayramı"nda, Haliçteki eski ahşap kilise ve bahçesini mutlu bir cemaat
doldurmuştu. Ayinden ve şükran duasından sonra İlarion Makariopolski halka şöyle
hitap etti:
”3 Nisan 1860’da ulusal ve dinsel
bağımsızlık hareketimizi doğduğu kutsal bir gündür. Bu gün ise 1 Mart 1870 çok
daha önemli ve kutsal bir gündür. Halkın arzusunun gerçekleştiği gün, Sultan
Fermanı ile her şeyin neticeye bağlandığı, noktanın konduğu gündür. Hasat
yapmak, tohum ekmekten daha tatlıdır. Ümit ile tohum eken, hasadını da yapar.
Evlatlarım, biz 3 Nisan 1860 günü tohumumuzu ektik, bu gün 1 Mart 1870
meyvemizi alıyoruz. İşte bu ferman evlatlarım, yüksek idare tarafından dün
Bulgar Halkına verildi.”
İlarion Makariopolski aynı anda; deri bir
kılıftan fermanı çıkartarak cemaate gösterdi. İstanbul Bulgarları sevinç gösterileri
yaptılar. Herkes “Yaşasın Sultanımız, yaşasın onun vekilleri, yaşasın İlarion
Makariopolski” diye bağırıyorlardı.
Hemen her tarafa kutlama telgrafları
gönderildi. “Milli kilisemiz kutlu olsun. Kilise meselemiz bizim lehimize
halledildi.” Sultan’a ve Babıali’ye kilise olarak ve tüm loncalar birer teşekkür
telgrafları gönderdiler.
Eylül 1858’de verilen bir fermanla kilise
inşaatı için izin alındı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 1859’da yapılan bir törenle,
bu günkü Demir Kilise’nin bulunduğu yere temel atıldı. Törene Fener Rum, Kudüs,
İskenderiye ve Antakya patrikleri de katılmışlardır. Bir süre sonra zeminin
sağlam olmadığı ve kaydığı ortaya çıkacak ve inşaat işi duracaktır. Zemine buharlı
bir şahmerdan kullanılarak, birkaç yüz adet çam ve meşe kazık çakılarak
sağlamlaştırılma yoluna gidilmiş fakat bundan kesin bir sonuç alınamamıştır. Bu
arada kilise yapımı için toplanan para da bitti ve temelleri zemine kadar
atılmış bir şekilde kilise inşaatı yarım kaldı.
Yıllar geçtikçe Rum ve Bulgarlar arasındaki
anlaşmazlıklar daha da arttı. 1869 yılına gelindiğinde; bu çok uzayan
mücadeleden ve kilise kavgalarından artık rahatsızlık duyan Bab-ı Ali ve Ali
Paşa meseleyi ele aldılar ve önemli bir adım atarak 1869 yılında Rum ve
Bulgarlardan itibarlı kişileri bir araya getiren bir komisyon kuruldu. Ortaya
çıkan mazbatanın maddelerine patrikhanenin itiraz etmesine rağmen bu mazbata
Ali Paşa tarafından 5 Mart 1870’de Babıâli’ye sunuldu. Meseleyi bir ferman ile
çözmeye karar veren "Sultan Abdülaziz" de 6 Mart 1970’de Bulgarlara müstakil bir
kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan Patrikhaneden ayrılmalarını kabul
etti. [8]
Nihayet 11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) 11
maddeden oluşan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” kabul edildi. [9]
27 Şubat 1870 tarihli ferman ile 15.Asrın
başlarında kaybedilmiş olan Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığı tekrar tescil
edilmiş oldu. Bazı çevreler; fermanın temelde Bulgar Kilisesi’ne “Otonomi”
tanıdığı, Babı-Ali’nin ruhani bir problemi çözmeyi denediği, Bulgarların
Ortodoksluktan koptukları ve İstanbul Patrikhanesi’nin önderliğini kabul
etmedikleri anlamında algılandı. Ancak ferman hukuki bir vesika olarak analiz edildiğinde
1856-1870 dönemi içinde yaşananlar da göz önünde bulundurulduğunda, bunun doğru
olmadığı anlaşılmaktadır.
Böylece Babıali, İmparatorluğun genel
refahı ve ikbali için, aynı din mensubu Bulgarlar ve Rumlara hakkaniyetli
davranıyordu. Fermanda, Türk tarafından, herhangi bir "antikanonik" durum yoktur.
(Kanon=Kilise yasaları.) 1867’de Rum Patriği 6. Grigorios tarafından hazırlanan
bir proje ile yine kendisi tarafından revize edilmiş olan Bulgar-Rum
Komisyonu’nun 1869 tarihli projesi de fermanda temel olarak alınmıştır.
Fermanın, 4. 6. ve 7. maddelerine göre
Bulgar Egzarhlığı’nın İstanbul (Fener Rum) Kilisesi ile doğrudan münasebeti
olmaktadır. Fermanın diğer maddeleri de kilise kanonları ve faaliyetleri ile
ahenk içindedir. Sadece 10. Madde Rum Patrikhanesi için -kendilerince- bir
engeldir. Bu madde; Bulgar Egzarhlığı’nın dinsel faaliyet sahasını belirlemekte
ve aşağıdaki şu episkoposlukları kapsadığını belirtmektedir:
Ruse, Silistra, Şumen, Tırnovo, Sofya,
Vratsa, Loveç, Vidin, Niş, Pirot, Köstendil, Samokov, Veles, Varna (kısmen),
Sliven Sancağı, Sozopol Kazası, Filibe (kısmen)
8 Mart 1870 günü Ortaköy’deki Egzarhlık
Binası’nda[10]
getirdiği bir muvakkat karma kurul oluşturuldu:
Siviller: Gavril Krısteviç, Hacı İvanço
Pençoviç, Georgi Çaloğlu, Hacı Nikola Minçoğlu, Dr. Stoyan Çomakov, Dr. Hristo
Stambolski, Hristo Tıpçileşkov, Dimitır Geşoğlu, St. Kamburov, Velyu Mişoev
Din adamları: İlarion Lovçanski, Paisiy
Plovdivski, Pamaret Plovdivski, Antim Vidinski, İlarion Makariopolski
Bu kurul 30 Mart 1870 günü Sultan “İradesi”
ile onaylandı. Kurulun birincil görevi; Bulgar Egzarhanesi’nin idaresi için bir
tüzük projesi hazırlamaktı. Böylece "Gavril Krısteviç" tarafından amaçla kaleme
alınmış olan bir tüzük taslağı, temel olarak alındı. 27 Eylül 1870’de bu
muvakkat kurul, tüzüğün hazırlığını bitirdi ve bir broşür halinde bastı. Aynı
zamanda Bab-ı Ali de bu tüzük taslağını görüşmek, kabul etmek ve Egzarhı seçmek
üzere İstanbul’da bir ulusal dini kurultayın toplanmasına izin verdi.
1871 Ocak ayından itibaren seçilen
delegeler İstanbul’a gelmeye başladılar. Hazırlık mahiyetindeki birkaç
toplantıdan sonra 23 Şubat 1871 günü, “Ulusal Kongre” törenle açıldı. Bu
kongreye 11’i din adamı, 39’u sivil olmak üzere toplam 50 kişi katıldı. Kongrenin
başkanlığına en yaşlı episkopos olan "İlarion Lovçanski", sekreterliğe de "Marko
Balabanov" seçildiler. Toplam 37 içtimadan sonra 14 Mayıs’taki oturumda “Bulgar
Egzarhlığı”nın tüzüğü kabul edilip imzalandı. Kongre, Egzarhı seçmek için ise 2
ay netice alamadan bekledikten sonra, 24 Temmuz 1871 tarihinde sona erdi.
Egzarhlığın tesisinde; Osmanlı Devleti de
yardımcı/yol gösterici olmuştur. 11 Şubat 1872’de toplanarak Egzarhı seçmelerini
istemiş, hatta dayatmıştır. Ertesi gün seçim yapılmış ve 2 ay sonuç alamadan
çalışan kurul bu kez biraz da kerhen, en yaşlı metropolit olan İlarion
Lovçanski’yi ilk Egzarh olarak seçti. Ancak Bab-ı Ali’nin ve bazı politik
çevrelerin baskısı sonucu Lovçanski derhal istifasını verdi ve 16 Şubat’ta
yapılan ikinci seçimde "Vidin Metropoliti Antim" Egzarh olarak seçildi. 23
Şubat’ta Bab-ı Ali bu seçimi onaylamış ve 17 Mart 1872’de görevini üstlenmek
üzere Egzarh Antim İstanbul’a gelmiştir. 1876 Nisan’ındaki başarısız Bulgar ayaklanmasından
sonra Egzarh Antim fazlaca öne çıktı ve bu Osmanlı Hükümeti’nin hoşuna gitmedi
ve uzaklaştırılması istendi. 12 Nisan 1877 tarihinde Egzarhlık makamından
indirilerek Ankara’ya sürgüne gönderildi.
24 Nisan 1877’de Ortaköy’deki Egzarhlık
merkezinde toplanan 3 metropolit ve 16 sivilden oluşan seçici kurul, "Loveç Metropoliti
Yosif"i (1840-1915) yeni Egzarh olarak seçti ve Padişah bu seçimden memnun
olarak kendisine “Birinci Rütbe Mecidi Nişanı” verdi.[11]
Egzarh Yosif; çok güç bir dönemde Bulgar Kilisesi’nin
başına geçmiştir. Çünkü Türk-Rus Savaşı başlamış ve Bab-ı Ali’nin Egzarhlıktan
memnuniyetsizliği ise gün be gün artmıştı. Sen Sinod’un birliği de bu arada sarsılmış,
karma Egzarhlık kurulu da dağıtılmıştı. Bulgarlar da kendi aralarında ikiye
ayrılmışlar Osmanlı taraftarları ile bağımsızlık peşinde olanların kavgaları
ayyuka çıkmıştı.
Görkemli bir kilise inşa etme fikri ise bu
geçen süre içinde düşünce bazında kalacak ve ancak 1877’de Bulgar Prensliği’nin
kurulmasından sonra tekrar ivme kazanacaktır. Bulgar Prensliği’nin kuruluşundan
sonra, 1878’de yarım kalan kilisenin
bitirilmesi için ciddi girişimlere tekrar başlandı ve Aralık 1887’de sonuçlandı.
Prenslik de kilise yapımına devam edilmesi için gereken maddi kaynağı sağladı.
Rusya ise yapılacak bu kilise için gün hâlâ
kullanılan altı adet çan hediye etti. [12]
Egzarh Yosif, Rusların farklı isteklerine tereddüt
göstererek şu net neticeye vardı: Egzarhlığın İstanbul’da kalması gerekir.
Çünkü ancak oradan Makedonya ve Trakya halkı ile direkt temasta olabilir. Onu
iktidarın ve diğer yabancı ülkelerin her türlü propagandalarından bu suretle koruyabilirdi.
Küçük ve dış görünüşü hayli çirkin olan eski
ve ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nin yerine inşa edilen Demir Kilise’nin
tamamlanmasında Yosif’in rolü büyüktür. Yosif, 20 Mayıs 1889’da (20 Ramazan
1306) saraya tekrar müracaat ederek kilisenin yapımına devam edilmesi için
gereken izni aldı. [13]
Projeler ünlü Ermeni mimar "Josef Aznavur" (Hovsep) tarafından yapılmıştır. Uzun arayışlardan sonra varılan sonuca göre kilise
Avusturya’da Vagner Firması’na yaptırılmış tamamen sökülebilir özelliği olan bu
kilise evvela firmanın bahçesine kurulmuş ve bilâhare sökülerek İstanbul’a nakledilmiş
ve bir kez daha burada monte edilmiştir. Haliç’te demirden inşa edilen Aziz
Stefan (Sveti Stefan) Kilisesi birçok mimari özelliğinin yanı sıra Osmanlı
toprakları üzerindeki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de taşır.
Başbakanlık Arşiv Belgeleri’ne göre; Sveti
Stefan Kilisesinin açılış günü 20 Eylül 1898’dir. [14] Fakat bazı Bulgar kaynaklarında ise bu
tarih 8 Eylül 1898 olarak belirtilmektedir. Demir Kilise’nin açılış töreni ile
ilgili olarak birçok Başbakanlık Arşiv Belgesi bulunmaktadır. Alınan istihbarat
bilgilerine istinaden, açılış esnasında bazı Rumların taşkınlık yapabilecekleri
ve bunun şehrin asayişini bozacağı ve bunun için önlem alınması defalarca
saraya iletilmiştir. Bu nedenle Balkanlardan gelecek Bulgarların engellenmesi
ve hatta gelecek kişi sayısının sınırlı tutulması için resmi görevlilerce
saraya tavsiyelerde bulunulmuştur.
Bu belgelerden birisi ise taşıdığı imzalar
nedeniyle ayrı bir önem taşır. 7 Eylül 1898 tarihli bu belgenin altında Şurayı
Devlet Reisi, tüm nazırlar ve Şeyhülislam ile müsteşarların imzaları
bulunmaktadır. Belgeden bazı alıntılar şöyledir:[15]
“Rumlarla Bulgarların mezhepçe olan
ihtilafları malumdur. İnzibatı ihlal edebilecek bazı münasebetsizlikler vukuuna
ihtimal vardır (...) Bulgarların nakline muvafakat olunmamasının şimendüfer
kumpanyalarına tebliğine...”
Demir Kilise’nin devreye girmesinden sonra Egzarh
Yosif’in ısrarı üzerine Edirne’deki Papaz Okulu da 1891’de İstanbul’a taşınmış
ve zamanla 6 sınıflı tam bir ruhban okuluna dönüştürülmüş, Egzarhlık, 1897
tarihinde itibaren Şişli’de büyük bir bahçenin içindeki kendi binasında
faaliyet göstermeye başlamıştır.
1895 yılında, fermanın 25. yıldönümü nedeniyle
“Hayırsever Derneği” de kuruldu. Bu derneğin temel gayretlerinde biri ise
İstanbul’da bir hastanenin yapılmasıydı. Hastanenin inşaatına 1896 sonbaharında
başlandı. Binanın temel taşı 20 Nisan 1897 tarihinde atıldı, açılışı ise 25
Nisan 1902’de yapıldı. Bu tarih aynı zamanda Egzarh Yosif’in 25, Egzarhlık
hizmet yılına denk getirilmiştir.
Bu hastane, günümüzde Bulgar Vakfı’nın
yapmış olduğu idari hatalar sonucunda hukuksal açıdan mazbut hale düştü ve
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetimine girdi. Daha sonra ise Vakıflar
Müdürlüğü’nce yapılan kiralama ihalesi sonucunda "İhlas Grubu"na kiralandı ve
halen “Türkiye Gazetesi Hastanesi” olarak faaliyet göstermektedir. [16]
Bu makalemizi, başında da zikrettiğimiz
gibi Demir Kilise’nin anıldığı aziz adı olan “Sveti Stefan”ın anma günü olan ve
bir dini ayin ile kutlanan 27 Aralık münasebetiyle yazdık ve ağırlıklı olarak,
Türkiye’deki ilk prefabrik yapı özelliğini taşıyan Demir Kilise’nin yapımına
kadar oluşan tarihsel bilgileri paylaştık.
Yukarıda bahsettiğimiz “Eski Bulgar
Hastanesi” (Evlogi Georgiev) ve 1895 yılında kurulan “Hayırsever Derneği” hakkında ise ayrıntılı bir başka makale
kaleme alacağız. Zira hastanenin cemaatin elinden çıkmasında çok fazla ihmal ve
yolsuzluk vardır. Hayırsever Derneği ise kapanana kadar hastanenin hizmet
kollarından biri olarak da çalışmıştır ve günümüzde “Radost Derneği” (Sevinç)
adı altında, vakıftan bağımsız olarak, yoksul cemaat mensuplarına yönelik hayır
işleri yapmaktadır.
[1] Arhimandrit=Episkopostan alt bir dini
rütbe.
[2] Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:18, Lef 1. Egzarh Yosif 1889
yılında aynı yere yeni bir kilise yapımı için müsaade için Bab-ı Ali’ye
müracaatta, bu müsaadenin 8-17 Ekim 1849’da (Evahir-i Zilkade 1265) verildiğini
belirtmektedir.
[3] Bir kilise
kutsanması esnasında o kiliseye verilecek adın, bir aziz adı olması gerekir.
Burada Aziz Stefan adının seçilmesindeki maksat; Stefan Bogoridi’yi de
çağrıştırması ve onun da anılmasının sağlanması amacını taşımaktadır.
[4] Metoh
Binası; İstanbul’dan geçen Bulgarların konuk edilebileceği 3 katlı ve 25 odalı
taş bir bina olarak bir süre sonra tamamlanmıştır. Bina üzerinde bu gün de
muhafaza edilmiş ve binayı boydan boya saran, Slavca bir yazı ile Padişaha
teşekkür vardır.
[5] Bulgar
Paskalyası ya da Çarigradski Viligden olarak
tanımlanan gündür.
[6] Bu dönem ile ilgili daha fazla ayrıntı
için: “19. Yüzyıl’da İstanbul’daki
Bulgar Basını”,
makalemizi http://bojidarcipof.blogspot.com/2012/10/19-yuzyilda-istanbuldaki-bulgar-basini.html
makalemizi http://bojidarcipof.blogspot.com/2012/10/19-yuzyilda-istanbuldaki-bulgar-basini.html
[7] Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan
İradeleri, No:876, Lef 7
[8] Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri,
No:104’den naklen.
[9] Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi mektuptan alıntı.
[9] Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi mektuptan alıntı.
[10] Kiralanan
bir Musevi evi
[11] Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, İrade-i Hariciye, No:16616 ve 166637’den naklen.
[12] Bulgar Eksarhı 1. Yosif’in günlüğü “Eksarh
Yosif 1, Dnevnik” Günlüğün
tıpkıbasımı ve güncel Bulgarca ile tercümesi birlikte basılmıştır. Sofya 1992, s.216
[13] Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan
İradeleri, No:876, Lef 13
[14] Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:1290
[15] Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:1290, Lef 1/b
[16] İstanbul Bulgar
Cemaati mensupları için her ay belli bir kontenjan sağlık hizmeti bedelsiz
olarak verilmektedir.