28 Ekim 2013 Pazartesi

YENİKAPI "MARMARAY" ya da "DEDEMİN BOSTANI"



Yarın (29 Ekim) İstanbul’da Marmaray Projesi’nin ilk etabı Cumhuriyet’in 90. Yılına denk gelen bir günde açılacak. Kentimize mutlaka önemli bir katkısı olacak bu proje için kendi hesabıma “Hayırlı Olsun” diyorum.
Marmaray’ın bir bölümünün gerçekleşmesi bende başka bir heyecan yaratmakta…

Zira Marmaray’ın Yenikapı İstasyonu benim dedemin bostanı…

5 Şubat 1953’te gözlerimi açtığım Süleymaniye Doğumevi’ndeki birkaç günlük serüvenimden sonra şu an Marmaray Yenikapı İstasyonu’nun olduğu dedemin bostanı içindeki kırmızı tuğlalı eve getirildim ve orada büyüdüm.

Birkaç sene sonra bostanın yanı başında ailemin yaptırdığı bir başka eve taşındık, kırmızı tuğlalı evde ise büyük dayım ailesiyle kaldı.  Bostanın yeni evin yanı başında olmasından ötürü bu toprak parçasından kopmadım. O arazide büyüdüm, koştum, incir ve dut ağaçlarına tırmandım, velhasıl tüm yaramazlıklarımı bu toprak parçasının üzerinde gerçekleştirdim.

Kim bilebilirdi ki; bu gezdiğim, yaramazlık ettiğim toprağın altı Milattan evvel başka çocukların da koştuğu aynı topraktı…

Kim bilebilirdi ki; kamulaştırıldıktan sonra başlayan arkeolojik kazılarda yaklaşık 30 bin antik obje çıkartılan bir arazi üzerinde koştum, yaramazlık ettim…

İstanbul’un orta yerinde, betonlaşan, ürküten bir şehirde, bir bostanda, ağaçlar ve çiçekler ile kümes hayvanları arasında büyümek; bu çok büyük bir ayrıcalıktı…

Mevsimine göre ekilen sebzeler: Maydanoz, domates, marul ve diğerleri… Yanında kümes, incir ağaçları, dut ağacı, kuyu ve dolap beygiri, sebzelerin ıslak olarak bekletildiği bir havuz… Bu havuzu doldurmak için gözleri bağlı dönüp duran bir emektar at…

Civardaki diğer bostanlar arasında imece ile hazırlanan “saz” stokunu hazırlamak bir karnavala dönüşürdü! Bu “saz” dediğim; bildiğimiz, sazlıklarda büyüyen sazlar… Hale mal götürürken, maydanoz ve dereotu gibi sebzeleri bağlamaya yarardı... Her bahçıvan kendi ihtiyaçları kadar saz alır ve gündüzden ıslatır, akşam evvelce çekilen kuraya göre bir bahçıvanın evinde ananevi “saz kesme” imecesi başlardı… Ortaya bir naylon örtü, üzerine de ıslak ıslak sazlar atılır, her gelenin elinde bir falçata, odada çepçevre erkekler ve tabi de çocuklar, bu sazları üçe yarıp, demet demet topluyorlar. Bu demetler zamanı geldikçe tekrar havuzda ıslanacak ve başta maydanoz olmak üzere sebzeleri hale götürmek için bağlamakta kullanılacak. Şarkılar, türküler, fıkralar, çocukların dışarı çıkarıldığı açık fıkralar, çaylar, börekler ve sevgi paylaşımı…

Tabi ki herkes kendi sazını isterse birkaç günde kesip saklardı, ama dedik ya “imece”, toplanma, sevgi paylaşımı… Bir "Dostlar Meclisi" ve maksat muhabbet...

Zamanla saz yerine evvela ince sicim, sonra da plastik malzeme kullanılmaya başlandı. “Dostlar Meclisi” kapandı. Tabi bir anane de o dönemde bitti…

İncir ağacından düşen bir yerini kırar derler. İnanmayın ben çok düştüm! Sakat bir yerim de yok!

Bostanımızda; “Mürekkep İnciri” türünde bir ağaç vardı ki bu İstanbul’da tekti. Bir dut vardı ki çok garip bir ağaçtı… Dutlar nispeten bodur olurlar, bu almış başını göğe doğru uzanmış. Tabi bırakılır mı böyle bir ağaç? Hemen üzerine gecekondu misali bir ağaç ev kondurdum… Ama ne keyifti oradan çevreyi seyretmek, anlatılmaz bir duyguydu. Sanki Robinson misali...

Bir ara kümes hayvanlarına hırsız dadandı. Her gece birkaç tavuk yok oluyor. Belli ki hırsız civardan. Ama pusuya yatıyoruz gelen olmuyor. Eeee ilerleyen yılların elektronikçisi olacak Bojidar devreye girdi… Bir lambalı radyonun besleme transformatörü ile 500 volt kadar bir elektrik tellere bağlandı. Bir gece bir çığlık... Ama ne çığlık... Koştuk hemen. Tabi kaçmış köftehor… Olsun, elektrik vermeye devam dedi dedem. Ama bir gece çığlıklar başka türlü yükseldi, bu kez çığlıklar tavuklardan gelmeye başladı.

O gece yağmur yağmasaydı, tüm tavuklar yüksek voltajda telef olmayacaktı. Tabi bu geleceğin elektronikçisini ortada bulmak çok zor oldu! Anneannem oklavayla bana mahallede tur attırdı…

Domates! Öyle bir kokar ki dalında, tarif edilemez bir kokudur. Dalından domatesi kopar, gömleğinin koluna sil ve ye! Mis gibi kokusu içine dolsun. Ne kötü ki artık bu kokuya rastlayamıyorum.

Mevsim biter, domatesler sökülür. Tabi yeşil olanlar turşuluk ayrılır. Biz yeşil domateslerin çok azını satardık. Tenekelerle turşu kurulur ve tüketirdik. Balkondaki meşe fıçıya da kendi lahanalarımızdan turşu kurardık. 365 gün turşu yenirdi... Sabah, öğle, akşam… Hatta yatmadan ve de çaktırmadan yediklerimi saymıyorum… Asitsiz yapılan turşu çok faydalıdır derler. Tavsiye ederim, gerçekten şifadır...

Yenikapı ne güzeldi. Sahilden tutulan balıklar, tutulan uskumrular bahçede kurutulur “çiroz” olurdu. Torik zamanı ise tenekelerce “lakerda” yapardık. Ailemizde balık kültürü hayli yerleşmişti. O yıllarda Yenikapı sahilinden atılan olta boş gelmezdi…

Sabah gün ağarmadan, hale sebze götürmeye giden büyüklerin yanında gitmek için yalvarırdık. Ama sebep başkaydı tabi… Halin karşısında yuvarlak hamur içinde sucuklu, kıymalı, domatesli açık pide yapan bir yer var. Pizza da neymiş? O pidelerin tadı hâlâ damağımda…

Bir de sırık satın alma turları vardı. Domates ve fasulye için kullanılan sırıkları almak için bir kamyon kiralanır ve Beykoz köylerine kadar kamyon kasasında seyahat edilirdi. Evet, bu gün kamyon kasasında seyahat yasak ama siz o gün bu ne keyifti bilir misiniz? Bu güzel yollar, otobanlar da o zaman yok tabi, sanki şehirlerarası seyahate çıkmışız gibi gelirdi bize…

Bunlar; bir yaşam öyküsünden çok az kesitler… Bu kadar kısa da olur, yazarsan 500 sayfalık bir kitap da olur…

Bu bostanda yarın (29 Ekim) Marmaray Projesi’nin açılısı var…

Bir bostanda büyümek…

Nasıldır bilir misiniz?


Bojidar Çipof

28 Ekim 2013