Hıristiyanlık Tarihi açısından en önemli belgelerden biri olan, Milano Fermanı’nın 1700. Yılını kutlamak için 5/6 Ekim tarihleri arasında Roma İmparatoru 1.Konstantin'in doğduğu yer olan Sırbistan’ın Niş kentinde törenler düzenlendi.
Törenlere
şu siyasetçiler katıldı: Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç,
Sırbistan Başbakanı İvica Daçiç, Başbakan Yardımcısı Aleksandır Vuçiç,
Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vuyanoviç, Bosna Sırp Cumhuriyeti
Başkanı Milorad Dodik. Ayrıca; Moskova Patriği Kiril, Kudüs Patriği
3.Teofil, Sırp Ortodoks Kilisesi Patriği İriney ve çok sayıda din adamları ile
Fener Rum Patriği Bartholomeos da bu törenlere katıldı.
Milano
Fermanı, M.S. 313 yılında 1.Konstantin ile Licinius arasında, Milano'da
imzalanmış, Roma İmparatorluğu'nda, Hıristiyanlığa karşı hoşgörüyü sağlayan bir
fermandır ve bir anlamda, Hıristiyanlığın ileride resmi dil olmasını sağlayacak
ilk belgedir.
Bu
törenler çerçevesinde Niş kentinde, Milano Fermanı’nın oluşmasında ve dolayısı
ile Hıristiyanlığın bu gün var olmasının belki de tek sebebi olan 1.Konstantin
ve annesi Elena anısına yapılmış anıtta bir tören düzenlendi.
1.Konstantin, aynı zamanda Bizans’ın kurucusu İmparator olarak da anılır.
Bizans
tarihi için, “Roma Tarihi’nin yeni bir devresidir” ya da “Bizans,
eski Roma İmparatorluğu'nun (İmperium Romanum) bir devamıdır” şeklinde
niteleme de yapabiliriz. Bizanslılar kendilerini daima Romalı anlamına gelen
"Romario" olarak adlandırmışlardır.
Bazı Bizans tarihçileri bu varsayımı daha da ileriye götürerek, Konstantinopolis’ten
önceki yerleşim alanının adı olan Bizans’ın “Yeni Roma” ya da “Yakın Roma”
olarak tanımlanan o süreçte kendilerince kullanılmadığını ortaya koyarlar ve
Bizans adının yakın dönem tarihçileri tarafından kullanıldığında ısrar ederler.
Rum kelimesinin kökü de zaten “Romario”dur.
Bu gün Yunan diline de “Rumega” (Roma Dili) denilmektedir. (YN: Yazımızın devamında Bizans adını
kullanmaya devam edeceğiz.)
Roma
adı daima Bizanslıları büyülemiş ve Roma devlet geleneği onların siyasi düşünce
ve iradelerine sonuna kadar hâkim olmuştur. Her daim Roma İmparatorluğu'nun
mirasçısı olarak hareket eden Bizans; daima bütün Dünya üzerindeki yegâne
imparatorluk olmak istemiş, Hıristiyan olan bütün ülkelerin üzerinde egemenlik
iddiasında bulunmuştur. Ancak Bizans, eski Roma'nın mirasçısı olmak
düşüncesinde olmasına karşın, zamanın akışı içinde Romalı temellerinden
gittikçe uzaklaşmış, kültür ve dil bakımından Grekleşmiş ve Bizans hayatı
kiliseleşmiştir.
M.S.
3.Yüzyıl’daki Roma İmparator'u Diokletinus, yeni uygulamalar ile İtalya'nın
özel statüsüne son verdi. Eyaletlerin yönetimini tek başına üzerine alan
Diokletinus, İtalya’yı ve diğer büyük eyaletleri daha küçük idari birimler haline
dönüştürdü ve böylece, devlet arazisi 12 dioeceseye ayrılmış oldu. Diokletinus,
imparatorluğu yönetmek için, iki “Avgustus”
ve iki “Sezar” seçti. Böylece dört
başı olan bir nevi şûra oluştu ve devletin Doğu ve Batı’sını bu iki Avgustus
yönetmeye başladı. O dönemde Doğu Roma Avgustus'u olan 1.Konstantinos (Gaius Flavius Valerius Aurelius
Constantinus ), Batı Roma'nın Avgustus'u Licinus'u kanlı hesaplaşmalardan
sonra yendi ve Büyük Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetini eline geçirdi.
Milano
Fermanı, M.S. 313 yılında, çatışmalardan evvel bu iki Avgustus arasında
imzalanmış ve bu suretle Hıristiyanlığa karşı hoşgörü ortamı yaratılmıştır.
Şüphesiz bu fermanın oluşmasında en önemli rol, 1.Konstantinos’tadır. 1.Konstantinos’un,
Hıristiyanlığa olan hoşgörüsü ise Hıristiyanlığa inanmış olan annesi Elena’nın yoğun
etkisi ile oluşmuştur.
1.Konstantinos,
tüm Roma İmparatorluğu’nun hâkimi olduktan sonra, bugünkü Boğaziçi'nin
kenarındaki eski bir Grek kolonisi olan Byzantion'u, "Konstantinopolis" adıyla başşehir yaptı ve imparatorluğa “Yeni Roma” adını verdi. (Şehrin inşası: M.S. 324)
Konstantinopolis;
11 Mayıs 330'da törenle açıldı. İmparator, bu yeni başşehrin parlaklığını ve
zenginliğini arttırmak hususunda da elinden gelen hiç bir şeyi esirgemedi ve
özellikle kiliseler inşaatına büyük gayret sarf etti. Daha başlangıcından
itibaren İstanbul’da Hristiyanlık havasına girildi ve ahalinin büyük bir kısmı
da dil bakımından Grekleşti.
Doğu’da
Boğaziçi, Kuzey’de Haliç, Güney’de Marmara Denizi’nin sularıyla yıkanan, kara
cihetinden sadece bir tarafından ulaşılması kabil bu yeni başşehir emsalsiz bir
stratejik mevkide bulunuyordu. Zaman içinde Bizans İmparatorluğu adını alan bu
devlet, Büyük Roma'nın bitişinden itibaren, Fatih Sultan Mehmed'in, 1453’te İstanbul’u
alarak bu imparatorluğa son vermesine kadar, ayakta kalmıştır.
Bu
devrede, devlet ile kilisenin ittifakı her iki tarafa da büyük kazanç
sağlamış, Bizans Devleti, Hıristiyanlığı, kuvvetli bir ruhi birleştirici,
kudret ve imparatorluk için güçlü manevi bir destek olarak değerlendirmiştir.
Kilise ise bu ilişkiden sonsuz maddi çıkarlar elde etmiş ve mevcut nizamlara
karşı olan her türlü hareket için “Din Karşıtı”
denmiştir. İmparator bir yandan dini kullanarak halk üzerinde baskı sağlamakta,
öte yandan kilisenin hamisi rolünü oynamaktadır. Kilise yöneticileri, papazlar
ve devlet memurları kendi maddi çıkarları için tarihsel süreçte daima halkı
ezmişlerdir.
Annesi
Elena’nın baskısı ve telkinleriyle Hıristiyanlığı artık imparatorluğun da kabul
ettiği din haline getiren İmparator Konstantinos'un Hıristiyan olup olmadığı
tartışması ise günümüzde hâlâ devam etmektedir. Bazı tarihçilere göre 1.Kontantinos
din ile ilgisiz olup Hıristiyanlığı sadece siyasi nedenlerle himaye etmiştir. 1.Konstantinos'un
ölüm döşeğinde iken vaftiz olduğu bilinmektedir ve o esnada bilinçli olup
olmadığı da hâlâ tartışılan bir konudur. 1.Konstantinos'un, sağlığında, kilisenin
fiili başkanı olması ve de Hıristiyanlık tarihi içinde en önemli hadise olan M.S.
325, İznik 1.Genel Konsili’ni yönetirken henüz Hıristiyan olmaması ise çok
çelişkili ve asırlardır Hıristiyan teolojistlerinin tartıştığı bir husustur.
O
devir, aynı zamanda çok muhtelif külte birden inanmanın pek tabii sayıldığı
bir inanç devresidir. 1.Konstantinos'un putperest inanç adetlerine de yardım
etmekten vazgeçmediği, hatta bizzat bu adetlerden biri olan “Güneş Kültü”ne ısrarla bağlı olduğu,
bugün en önemli Bizans tarihçileri arasında kabul edilen Prof. Georg 0strogorsk tarafından da ortaya
konulmaktadır. İmparator 1. Konstantin ve annesi Elena, daha sonra aziz olarak
ilan edilmişlerdir. (Aziz Konstantin ve
Elena olarak birlikte anılmaktadırlar)
1.Konstantin’in
Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etken; kitlelerin inanç ile
baskı altına alınması ve yönetilmesindeki kolaylıktır. Ancak İznik 1.Genel
Konsili’nden önce bu kolaylık bir şekilde kaybolmaya başlamıştı. İskenderiye’den yükselen bir akım imparatoru
ve tabi Hıristiyan din adamlarını rahatsız etmeye başladı. İskenderiyeli din
bilgini “Arius” Hazreti İsa’nın
varlığı ile ilgili olarak savunduğu ve çok fazla taraftar bulan bir akım
yaratmıştı. Kısaca “Ariusçuluk”
denilen bu kavram, kitleleri dalga dalga sarmaya başlamıştı. İmparator
Konstantin, kitlelerin manevi yönetimini elden kaçıracağını anladı ve bir genel
konsil toplanmasını istedi. İşte bu toplantı, tarihte “İznik 1.Genel Konsili” olarak adlandırılan ve Hıristiyanlığın ilk
büyük toplantısıydı.
Hıristiyanlar
arasında asırlardır tartışılan ve hâlâ karşıtları olan “Baba Oğul ve Kutsal Ruh” bu konsilde kabul edilmiştir. (Bir Hıristiyan, günümüzde bu kavrama
karşıysa; sapkın ya da heretik kabul edilir. Heretik=din dışı)
M.S.
325 İznik 1.Genel Konsili’nde alınan önemli bir karar da “Arius Doktiri”nin mahkûm edilmesi ve reddedilmesidir. Ariusçuluk
dışında, Nasturizm ve Monofizizim de bu konsilde reddedilmiştir.
Tabi
ki M.S. 313’teki Milano Fermanı olmasaydı belki de M.S. 325 İznik Konsili de
olmayacaktı ve Hıristiyanlık da bugünkü yerinde olmayacaktı. Milano Fermanı, daha çok 1.Konstantin'e mal
edilir ve Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde dini barışı
sağladığı savunulur.
Hıristiyanlığın
yayılmasında en büyük rolü oynamış olan misyonu; daha önce Kıbrıs, Küçük Asya
ve kadim Yunanistan üzerinden Roma’ya varmış ve Roma’da buluştuğu Aziz Petrus ile (öldürülene kadar) birlikte hareket
ederek gerçekleşmiştir.
Aziz
Pavlus’un Küçük Asya ve Yunanistan’daki çalışmaları her ne kadar önemli olsa da
Hıristiyanlık adına ilk ve önemli ivme Roma’da başlar. Zira o süreçte Roma; Doğu ve Batı olarak
ayrılmamıştır ve Dünya’daki en büyük imparatorluktur. Bizantium Kasabası’nın
bir İmparatorluk kentine dönüşmesi ve Doğu ile Batı Roma’nın ortaya çıkışının
ardından ise İstanbul Kilisesi önem kazanır ve Roma Kilisesi için zor günler
başlar. İlk İncil’in dilinin Grek olması ve artık Yeni Roma olarak anılmaya
başlayan Bizans’ın da bu alfabeyi kullanıyor olması İstanbul Kilisesi’nin
kendini dinin başı olarak addetmesi sonucunda, Doğu ve Batı kiliseleri
arasındaki çatlak büyüdü.
Konstantinopolis’ten önce küçük bir kasaba olan
Bizantium, sadece bir papazlıktı ve Heraklia Metropolitliği’ne (Marmara Ereğlisi) bağlıydı. İstanbul Kilisesi,
M.S. 325 İznik Konsili’nde başpiskoposluğa yükseltilmiştir. O zamana kadar
Hıristiyanlık Tarihi açısından daha önemli rol oynayan Roma, bu nedenle hep
üstünlük peşinde olmuştur. İstanbul Kilisesi ise imparatorluk
gücünü de arkasına alarak hareket ederek dinin başı rolünü kapmaya çalıştı. İstanbul
ile Roma Kiliseleri arasındaki bu rekabet, M.S. 451’de yapılan “Kadıköy Konsili”nde ayrılıkla
sonuçlanmıştır.
Yazımızın
ilk iki paragrafında ayrıntısını verdiğimiz Milano Fermanı’nın 1700. Yılını
kutlamak için Sırbistan’ın Niş kentinde sadece Ortodoks din önderlerinin bir
araya gelmesi, davetliler arasında Batı Kilisesi yani Katoliklerin üst düzey
temsil edilmemesi, iki bin yıl süren Doğu ve Batı kiliselerinin rekabetinin
günümüzde hâlâ devam eden tezahürüdür.