11 Mayıs 2012 Cuma

RUM PATRİKHANESİ ve RUS KİLİSESİ


Rusların Hıristiyanlıkla tanışması 988 yılında gerçekleşmiştir.  O zamanki adı ile “Kiev Devleti”nin Büyük Knez’i 1. Vladimir Kiev ile Novgorod’u birleştirerek bugünkü Ukrayna’dan Baltık Denizi’ne kadar büyük bir devlet kurmuştur. Bir putperest olan ve hatta insanların kurban edildiği ayinlere de katıldığı bilinen 1. Vladimir; Bizans İmparatoru Basileios ile askeri bir anlaşma yaparak ve kız kardeşinin de imparatorla evlenmesi karşılığında ittifaka girdi. Bu ittifak ile birlikte Rusların Hıristiyanlığı kabul etmesi ve ayinlerde eski kilise Slavcası’nın kullanılması taraflarca kabul edildi.

Hıristiyanlığın Rusların arasında kabul edilmesinin ardından, bir Bizanslı metropolit kiliseyi organize etti ve Ruslar dinsel açıdan 1037’den 1448’e kadar Konstantinopolis’in denetimi altında oldular. Ancak ilk kabul ediş esnasında eski Slavca’nın “Kilise Dili” olarak devrede olmasının Rus Kilisesi’nin bugünkü gücünde olmasındaki rolü büyüktür.

Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik iddialarını biliriz. Ancak bu doğru değildir. Zira Ekümenik olmanın en büyük şartı; kilisenin bir Havari tarafından kurulmuş olmasıdır. Dünya’da bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhane vardır. (Roma, İskenderiye, Antakya) Fakat Roma dışındaki diğer kiliseler -ki bunlar bugün Ortodoks kiliselerdir- Rum Patrikhanesi’ni ekümenik olarak kabul ederler ve kendi aralarında Rum Patrikhanesi’ni “Eşitler Arasında Birinci” (Primus inter pare) olarak tanımlarlar.

Burada şu husus çok önemlidir: Bu kiliselerde kullanılan dil hâlâ eski Yunancadır. İşte burada Rusların 988’de -Bizans kontrollü de olsa- Hıristiyanlığı kabul edişlerinde eski Slavcanın kilise dili olarak kullanılmasını şart koşmuş olmalarının önemi ortaya çıkmaktadır. Rus Kilisesi’nin aynı din ve mezhepte olmak dışında dil bağı yoktur ve diğer Slav kiliseler de eski Slavcayı kilise dili olarak kullanırlar.

İstanbul’un Fethi ile birlikte Rusya Yunanlılara karşı hasmane bir tutum sergilemeye başlar. İstanbul’un Fethi’nden önce bilindiği gibi Bizans imparatoru askeri destek karşılında ve Ortodoksluğu lağv etmek koşulu ile Papalığa taviz vermiş ve Katolik ile Ortodoksluğun birleştirilmesi için İstanbul’a gelen bir kardinal da Fetihten kısa bir süre önce kutlanan Paskalya Bayramı’nı Katolik Ritüeline göre icra etmiştir.

Rusya bu yapılanın dine karşı bir “ihanet” olduğuna inanmıştır. Bu inanış daha sonraki süreçte, Rusya’nın, Ortodoksların hamiliğine soyunmasına, Panslavizmin destekçisi olmasına ve sonraki asırlarda Osmanlı’nın başına çok dertler açan “Grek Projesi”ni (Project Grek) devreye sokmasına neden oldu.

Tarih boyunca diğer ülkelerde ve en çok Bizans’ta da olduğu gibi kilise; hep imparatorların maşası olmuştur. Rus Çarı 1. Petro (Büyük Petro) da bu bağlamda 1721’de Moskova Patrikliği’ni etkisizleştirdi ve devlet denetimi altında bir Sen Sinod kurdu. Bu tarihten sonra kilise daima çarlığın maşasıdır ve bağımsız hareket kabiliyeti yoktur.

1917 Ağustos’unda -ki o çok karmaşık bir dönemdi- Moskova Patrikliği yeniden kuruldu ve başına Patrik “Tihon” geçti ama bu kez de hemen ardından “Ekim Devrimi” gerçekleşti. 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler, ilk olarak kiliselerin sınırsız mal varlıklarına el koydular ve Çar Romanov ve ailesi ile birlikte Moskova Patriğini de öldürdüler.

Bolşeviklere karşı çıkan bir grup din adamı kutsal eşyaları da kaçırarak eski Yugoslavya'da bir Rus Ortodoksluk merkezi kurdular. Bu kilise 1950 yılında New York'a taşındı ve diaspora Ruslarının en önemli dini merkezi oldu.

Rus Kilisesi’nin Bolşeviklerden itibaren olan Komünist dönemde yaşadıkları tek başına bir makale ile dahi irdelenemez. Bu makalemizde varmak istediğimiz noktada daha fazla açılıma gerek olmadığı kanaatindeyiz. Bu süreç; Çarların oyuncağı olan kilisenin bu kez de komünistlerin oyuncağı olduğu bir süreçtir ve sisteme bağlılık göstermeyen din adamları çok zor durumlara düşmüştür.

Stalin’in 1943’ten itibaren din politikasını değiştirmesi Rus Kilisesi için bir dönüm noktasıdır. Bu değişim; 1945’te 1870 Bulgar Eksarlığı Fermanı’ndan itibaren Rum Patrikhanesi tarafından afarozlu (Shizmatik) olan Bulgar Kilisesi’nin de durumunu değiştirmiştir. (Bu konuda bir önceki makalemizin okunması tavsiye edilir)

Sovyetler Birliği yıkılınca Patrik 2. Aleksey, Amerika’daki kiliseyi Rusya'daki Kilise ile birleştirmek istedi.  ABD Rus Kilisesi iki şartla birleşmeyi onaylayacaklarını açıkladılar. Komünistlerin katlettiği insanlar için bir anma günü ilan edilmesi ve eski Patrik Sergey'in komünistlere koşulsuz boyun eğmiş olduğu için bu hususta kilisece tüm Ruslardan özür dilenmesi. Bu talepleri  Putin ve Patrik Aleksiy kabul etmediler. Ancak yine de birleşme gerçekleşti. Tabi ki bu birleşme ile birlikte Moskova Patrikhanesi çok güçlendi ve Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik iddialarına bir safsata olarak bakmaya başladı. Bu zaten Putin’in de desteklediği bir tepkiydi. Putin; İstanbul ziyaretinde Ortodoks olmayan devlet adamlarının dahi her ne sebeble İstanbul’da bulunsalar mutlaka bir ziyaret gerçekleştirdikleri Rum Patrikhane’sine uğramadı…

Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus bilindiği gibi Rusya’dadır. Bu noktaya, Rusya’nın değişimden önceki pozisyonunu ve SSCB dönemi göz önüne alınarak bakıldığında, Ortodoksların yarıdan fazlasının bu coğrafyada bulunduğu görülür. Moskova Patrikhanesi bu bağlamda, kendisinin dünyadaki en büyük Ortodoks cemaate sahip olduğunu ve Dünya üzerindeki her 2 Ortodoks’tan birinin Rus olduğunu her fırsatta ortaya koyar.

Sovyet Rusya’nın dağılması ile birlikte Moskova ile sürekli rekabet içinde olan Rum Patrikhanesi gözünü dağılma neticesinde ayrılan devletlerdeki kiliselere dikti. Bunların en önemlileri de şüphesiz Ukrayna ve Gürcistan kiliseleridir. Bu ülkelerdeki kiliselerin eskiden Moskova olan dini idare merkezini ya da otoritesini kendi ulusal politikaları çerçevesinde, kabul etmemeleri ise çok doğal bir tepkidir. Bu tepki Ukrayna ve Gürcistan’ı bir arayışa sokmuştur. Bu başsız kalan kiliseler, Rum Patrikhanesi’nin ağzının suyunun akmasına neden olması ise bir başka önemli noktadır.

Rum Patriği Barholomeos 7-12 Ekim 2011 arasında Aynaroz Bölgesi’ne bir ziyaret yaptı. Bu ziyaret, o bölgede Rusya için fevkalade önem arz eden “Aziz Pandeleimon Rus Manastır”ı ile ilgili Rusya’nın da önemli bir adım atmasına neden oldu. 30 Eylül 2011’de Rus Patriği Kiril, Devlet başkanı Dimitri Medvedev ve çok üst düzey bürokratların katılımı ile “Aziz Pandeleimon Rus Manastırı Kültür ve Manevi Mirası Koruma Kurulu” oluşturuldu ve bu manastırın rehabilitasyonu için çok büyük bir bütçe ayrıldı.

Böyle büyük bir gövde gösterisinin nedenleri arasındaki en önemli husus ise 1 Eylül’de Rum Patrikhanesi’nde yapılan ve kendileri ile ilgili konuları da içeren ama Rus Kilisesi’nden bir temsilcinin çağırılmadığı bir toplantıdır.

Eski Sovyet yönetiminde olan Baltık ülkelerinin kiliseleri de bu değişim sürecinde teker teker Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar ama bunlar Ukrayna ve Gürcistan kadar önemli değildir. Bu iki ülkede de geçtiğimiz iki yıl içinde Rum Patriği Bartholomeos’un gövde gösterileri oldu ve Rusya tarafından hoş karşılanmadı. Bir sonraki yazımızda; bu gezileri ve Patrikhane’nin Ukrayna ve Gürcistan faaliyetlerini ayrıntıları ile ele alacağız.