Bu makale; Bojidar Çipof'un Mayıs 2003'te, Kadir Has Üniversitesi'nde yapılan "Dünü ve Bugünü ile Haliç Sempozyomu"nda verdiği ve sempozyum bildirileri olarak basılan kitapta da yer alan konferansının genişletilmiş şeklidir. Yazarın "PATRİKHANE ile MÜCADELEM" adlı kitabının da giriş kısmında yer almaktadır.
1.BÖLÜM
İstanbul’da, Haliç’te bir “Demir Kilise”
vardır. Herkes önünden geçtiğinde merakla bakar. Bu aslında çok önemli bir
yapıdır. Çünkü Osmanlı Dönemi’nde, Türkiye’de inşa edilen ilk “prefabrik”
yapıdır. Bu gün Türkiye’deki Bulgar Ortodoks Cemaati 400 kişi civarındadır ve
bunların büyük bölümü de kiliseye düzenli gitmez.
Bulgarların “Bulgar Paskalyası”, Bulgarca söylemi ile “Çarigradski Viligden”
1 Nisan 1860’ta Haliç’te yaşanmıştır. Bu tarih Bulgar Kilise
hareketinin başlangıcı kabul edilir ve daha sonraki 10 yılda yaşananlar
sonucunda; 27 Şubat 1870 Cuma günü, Sultan Abdülaziz’in verdiği
fermanla Bulgar Eksarhlığı resmen kurulmuştur. Ne yazıktır ki süreç
içinde, Rum Patrikhanesi’ne karşı sürdürülen mücadele ve bu mücadeleyi
sürdürenler unutulmuştur.
Bulgaristan; 2. Meşrutiyet’in (1908)
karışık ortamında bağımsızlığını ilan ederek ortaya çıkan bir ülkedir.
3. Çarlık Dönemi olarak da bilinen süreç; 1908’den, ülkenin komünist
rejime döndüğü 1944’e kadar sadece 36 yıl sürdü. 1944’ten, Todor
Jifkov yönetiminin yıkılarak yerine cumhuriyet rejiminin geldiği
1991’e kadar da 47 yıl sosyalist cumhuriyet dönemi oldu. Halen devam
eden demokratik cumhuriyet ise 17 seneden beri süregelmektedir. 100
yaşında olan ve bu yüz yıl içinde 3 farklı yönetimle idare edilmiş
Bulgaristan; bu mevcudiyetini, 1293 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı Rus
Harbi’nin getirisi olan Aya Stefanos Antlaşması’na bağlar ve ona
şükran duymaktan geri kalmaz.
1870’te,
Sultan Fermanı ile kurulan Eksarhlık’tan doğan şükran, 1878’de
Rusya’ya şükrana olarak saf değiştirir. Bu zaman diliminde Bulgarlar
ile Rum Patrikhanesi birbirlerini tanımamaktadırlar. Zaten 1870’ten
itibaren (Rum Patrikhanesi tarafından) aforozludurlar. Nasıl
olduysa ülkenin komünist rejime geçmesinden sonra birbirlerini
tanıdıkları 1945 yılından itibaren, Bulgarlar tamamen başka yöne
döndüler. Bundan sonra, Rum Patrikhanesi, İstanbul Bulgar Cemaati’nin
yönetimini ele geçirmeye kalktı. Bulgar siyasiler, görevliler ve din
adamları da buna yardımcı oldular.
Bu
suretle, Sultan Fermanı ile kazanılan kilisenin yönü; Rum
Patrikhanesine döner ve ona olan bağlılık adına yapılmadık entrika
kalmaz. 1860’larda henüz bir Bulgaristan yoktur. Bu nedenle de dini
bağımsızlık mücadelesi ruhani kişilerce sürdürülmüştür. 1945’te yapılan
bir protokol İstanbul Bulgar Ortodoks Cemaati’ni allak bullak etti.
Aslında yapılan Anayasamıza da aykırıydı. Çünkü bahsi geçen cemaatin
neredeyse tamamı Türk vatandaşlarından oluşmaktaydı ve halen de
öyledir. Bu cemaat üzerinde 1945 yılından bu yana çokça oyunlar
oynanmakta ve Rum Patrikhanesi tarafından asimile edilmeye
çalışılmaktadır.
Bulgar
Ortodoks Cemaati’nin ve Kilisesi’nin kimliğini bulması, hatta
Bulgaristan Devleti’nin temelleri dahi üzerinde bulunduğumuz bu
coğrafyada, İstanbul’da ortaya çıkmıştır. Bulgar Kilise tarihinin, ilk
papaz evi, ilk matbaası, ilk kilisesi, Eksarhlığın kurulması için ilk
mücadele, kilisenin örgütlenmesi İstanbul’da başlar. Bulgar Ortodoks
Cemaati’nin ve hatta Bulgaristan Devleti’nin tarihsel başlangıcı da
buradadır.
Osmanlı Devleti’nin benimsediği millet sistemi ile ilk başlarda “Rum Milleti”
içinde sayılan Bulgar Ortodoksların tarihi incelendiğinde, Rum-Bulgar
çatışmasının daima ön planda olduğu gözlenir. Bu çatışmalar; Fener
Rum Patrikhanesi ve ruhani hiyerarşisindeki din adamlarının nüfuz ve
çıkar amaçları güden baskıları sonucunda ortaya çıkmıştır ve günümüzde
de devam etmektedir.
Burada
Doğu ve Batı Kiliseleri’nin yapısını konunun daha anlaşılabilmesi
açısından bir kaç cümle ile kısaca açmak gerekir. Batı Kilisesi olarak
tanımlanan Katolik Kilisesi ile daha yakın bir tarihsel geçmişi olan
Protestan kiliseler; “Ümmetçi” bir davranış
sergilerler. Dini öğretilerinde ve faaliyetlerinde ulusalcılık ve
milliyetçilik ön planda değildir. Amaç olabildiğince insanı kendi
kiliseleri çatısı altında sadece inanç yönünden toplamaktır ve bu da
misyonerliğin temel felsefesini oluşturur.
Doğu
Kilisesi’ndeki ise durum farklıdır. Çünkü burada ümmetçilik yoktur.
Ulusalcılık ve milliyetçilik ön plandadır misyonerlik ve
“Hıristiyanlaştırma” faaliyetleri de yoktur. Ortodoks mezhebine bağlı
kiliselerde ön planda olan daima milliyetçiliktir. Ortodoks kiliseleri
bir yandan otonomilerini, dini özgürlüklerini sağlamaya çalışırken öte
yandan. Fener Rum Patrikhanesi’nin “Ekümeniklik” iddiası ve “Tüm Ortodokslar Helen’dir” felsefesi ile kurmaya çalıştığı baskı ile uğraşırlar. Bu reddedilmesine karşın din adına milliyetçilik yani “filetizm”dir.
Osmanlı Yönetimi tarafından “Rum Milleti”
içinde sayılan Bulgarlar, Rum din adamları tarafından sömürülmekte ve
özellikle lisan ve kültürlerini öğrenme açısından zorluk
çekmekteydiler. Millet sisteminin sadece ruhani yetkiler içermeyip
idari yetkiler, yargı, vergi ve daha birçok hususu da içerdiği göz
önüne alındığında Bulgar Ortodoksların sıkıntıları, Osmanlı
İdaresinden değil Rum Patrikhanesi despotlarından gelmekteydi.
Uyuşmuş kalmış olan Bulgar Milleti’nin ruhuna ilk iman kıvılcımını Paisiy adında bir Bulgar keşiş atmıştır.[1]
1762 yılında Atos Dağı’nda, Hilendar Manastırı’nda yaşayan keşiş Paisiy “Slav Bulgar Tarihi”
adlı bir el yazması kitap yazdı. Aynoroz’daki Hilendar Manastırı,
günümüzde artık bir Sırp manastırıdır. Bulgarların yönetiminde sadece
Aziz Zoğraf Manastırı (Sveti Georgi Zoğraf) kalmıştır. Bu kitabın en önemli kısmı şöyledir: “Ey
Bulgar ecdadını öğren dilini tanı... Ben bütün Bulgarlara bizim
milletimizin de anlı şanlı bir millet olduğunu ortaya koymak için bu
kitabı yazma zahmetine girdim ve buna devam edeceğim. Ben öyle Bulgarlar
tanıyorum ki şaşkınlık içinde kendilerini Bulgar saymaktan son derece
utanıyorlar... Tam aksine bunlar Yunanca öğreniyorlar... Ey akılsız
millet neden öz dilinden utanç duyuyorsun... Neden öz dilinde düşünmek
ve okumak istemiyorsun...” [2]
El
yazmasında, Osmanlı aleyhine hiçbir husus bulunmamaktaydı ama
Bulgarların ve Makedonların, Yunanlılaşmasına çok fazla tepki vardı. Bu
el yazması süratle çoğaltılmaya ve halk arasında dolaşmaya
başladı.[3]
Paisiy’den sonra bu dava için çalışan ikinci önemli kişi Sofrani (Stoiko Vladislanof)
adlı bir papaz oldu. Bu papaz da çeşitli kitaplar yazarak Bulgarların,
Rumlara karşı harekete geçmelerini istemekteydi. Rum Patrikhanesi;
1767’de Bulgar kültürünün en son kalesi olan Ohrid Başpiskoposluğu’nu
kapattırdı. Bu arada Bulgar kilise mektepleri de kapatıldı ve okullarda
sadece Yunanca okutturulması için bir genelge bütün kiliselere ve
mahalli despotlara yollandı. Tırnovo Katedrali’nde ise eski Bulgar
patriklerine ait bütün kitaplar bir törenle yaktırıldı. Bulgarlar artık
kendilerini Bulgar saymaktan utanır ve bunu gizler olmuşlardı. Kısa
bir zaman içinde Rila ve Hilendar manastırları dışında bütün kiliseler
tamamen Rumların boyunduruğu altına geçti.
Sarayda söz sahibi ve padişah ile yakın dost olan fakat öte yandan tamamen Rumlaşmış (Grekofil), (Bulgarca söylemi=Gırkoman) bir Bulgar olan Stefan Bogoridi (Osmanlı Tarihi’nde; Stefanaki Paşa ya da Aleko Paşa diye bilinir)
Rumların soydaşlarına yaptığı baskılardan artık rahatsız olmaktadır.
Bogoridi, bu vicdan azabıyla Bulgarların lehine bir takım girişimlerde
bulunmaya başladı ve nitekim 18 Eylül 1848’de padişaha bir mektup
yazarak İstanbul’da yaşayan Bulgar Cemaati’ne mahsus bir papaz evi
kurulması için müsaade istedi. Stefan Bogoridi’nin mektubuna, 23 Eylül
1849 (6 Zilkade 1265) tarihli padişah iradesi ile izin verildi. [4]
Bogoridi, şu anda üzerinde Demir Kilise’nin (Sveti Stefan)
bulunduğu, kendi mülkü olan ve üzerinde evi bulunan arsayı papaz evi
yapımı için bağışladı. 9 Ekim 1849’da papaz evi ya da küçük kilise
denilen ibadethane tamamlanarak 23 Ekim 1849’da yapılan bir törenle
Arhidyakon Stefan (Aziz Stefan) adı ile takdis edildi. [5]
Kiliseye hemen bir mütevelli heyeti (yönetim kurulu) seçildi. Yönetim kurulu bir süre sonra kilisenin karşısına bu gün de “Metoh”
olarak adlandırılan binayı inşa ettirmek için padişahtan izin aldı.
Burası, İstanbul’dan geçen Bulgarların konuk edilebileceği 3 katlı ve
25 odalı bir bina olarak kısa sürede tamamlanmıştır. Bina üzerinde bu
gün de muhafaza edilmiş, görülebilen ve binanın üst kısmını bir uçtan
diğer uca saran, Slavca bir yazı ile padişaha teşekkür vardır.
1856
yılına gelindiğinde artık Rumlar ile Bulgarların arası fevkalade açık
bir durumdadır. Tatar-Pazarcık’tan Rum Patriğine gönderilen bir
yazıya göre Plovdiv (Filibe) Metropoliti Hrisant tüm papazlara hitaben çıkardığı bir yazı ile aidatların %40 oranında arttırılmasını emretmiştir. [6]
Bir
başka habere göre Plovdiv Metropoliti Hrisant kendisine büyük bir
çiftlik inşa etmeye başlamış ve masraflar için vergileri arttırmıştır.
[7] Edirne esnafının bir şikâyet mektubuna göre ise 2 Şubat günü
kiliselerde Bulgarca ayin yapılması yasaklanmıştır.[8] Bulgarca öğretim
yaptığı için Üsküp Metropoliti Yoakim, öğretmen Yordan Konstantinof’u
görevden almış ve şehirden kovdurmuştur. [9]
Bizantis Gazetesi’nin 2 ve 8 Mart 1857 tarihli nüshalarında tanrıya ibadet için tek dilin Rum (Yunan)
dili olduğu ve buna karşı gelenlerin halkı isyana teşvik ettikleri ve
bambaşka bir ayin şekli istedikleri iddia olunmaktadır.[10]
Bulgarların bu dönemde milli duyguları uyanmakta, okulları için, milli
ruhanilik için ve Bulgarca basılmış kitaplar için mücadele etmeye
başladıkları izlenmektedir.[11] Rumca yayınlanan, Bosfor Telegraf
Gazetesi’nden alıntı yapan Tsarigratski Vesnik Rum yazarların da
Bulgarların kendi dillerinde ibadet yapmalarının sağlanmasını doğal
karşıladıklarını yazmaktadır. [12]
Bulgarların
patrikhanenin idaresinden kesinlikle ayrılma eğilimine girmeleri ve
büyük bir kilise inşa etmek üzere padişaha bir dilekçe vermek üzere
gerekli hazırlıkları yapmaları, Rum Patriği Kirilos’u harekete geçirir
ve Bulgarları kazanmayı amaçlayan bir yaklaşımla bu istidayı bizzat
kendisi saraya götürür.[13] Eylül 1858’de verilen bir fermanla kilise
inşaatı için izin alındı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 1859’da yapılan bir
törenle de bu günkü Demir Kilise’nin bulunduğu yere temel atıldı.
Törene Fener, Kudüs, İskenderiye ve Antakya patrikleri de
katılmışlardır.[14]
Bir
süre sonra zeminin sağlam olmadığı ve kaydığı ortaya çıkacak ve
inşaat işi duracaktır. Zemine Buharlı bir şahmerdan kullanılarak,
birkaç yüz adet çam ve meşe kazık zemine çakılarak sağlamlaştırılma
yoluna gidilir fakat bundan kesin bir sonuç alınamaz. Bu arada kilise
yapımı için toplanan para da biter ve temelleri zemine kadar atılmış
bir şekilde kilise inşaatı yarım kalır.[15]
Bu
durum Rum Patrikhanesi’nin işine gelmiş ve baskıları daha da
arttırmıştır. Bu esnada Bulgarlar Rumlar tarafından ezilmiş, Aynoroz’da
hapse atılmış eziyet görmüş bir din adamını kendilerine önder olarak
görmeye başladılar. Bu kişi Metropolit İlarion Makariopolski’dir.
Makariopolski’nin önderliğinde toplanan Bulgarlar Rum Patrikhanesi’nden
kopma hazırlıkları sürdürmektedirler ve isyan nihayet başlar. 3 Nisan
1860’da yapılan Paskalya Ayini’nde, ayin esnasında Rum Patriği’nin
adının anılması gereken kısma gelindiğinde halk bir ağızdan bağırmaya
başladı “Patriği anma Sultanı an... Patriği anma Sultanı an ...”
Bunun
üzerine İlarion evvela Sultanı ve daha sonra patriğin yerine bütün
eski Bulgar piskoposlarının adını andı ve bu hareket ile Fener Rum
Patrikhanesi’ni artık tanımadığını ilan etti [16] ve bir daha ayin için
izin almak gereği duymadı, patriğin adını da bundan böyle anmadı. Bu
ayinden hemen sonra karşıda bulunan Metoh binasının balkonunda gençler
Sultan Abdülmecit onuruna yazılan ve bestelenen bir şarkıyı okudular.
İstanbul’da bulunan Bulgarlara ait 33 esnaf loncası da binlerce
imzalı bir mazbatayı saraya yollayarak durumdan Osmanlı Hükümetini
haberdar etti ve padişaha bağlılıklarını sundu.[17]
Yıllar
geçtikçe Rum ve Bulgarlar arasındaki anlaşmazlıklar daha da arttı.
1869 yılına gelindiğinde; bu çok uzayan mücadeleden ve kilise
kavgalarından artık rahatsızlık duyan Babıâli ve Ali Paşa meseleyi ele
aldı ve önemli bir adım atarak 1869 yılında Rum ve Bulgarlardan
itibarlı kişileri bir araya getiren bir komisyon kurdu. Ortaya çıkan
mazbatanın maddelerine patrikhanenin itiraz etmesine rağmen bu mazbata
Ali paşa tarafından 5 Mart 1870’de Babıâli’ye sunuldu.[18] Meseleyi
bir ferman ile çözmeye karar veren Sultan Abdülaziz de 6 Mart 1970’de
Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan
patrikhaneden ayrılmalarını kabul etti. [19]
Nihayet 11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) 11 maddeden oluşan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı”
kabul edildi.[20] Buna karşı çıkan Rum Patrikhanesi; 5 Nisan 1870’de
bir mazbata ile itiraz etti ve Padişah fermanına rağmen Bulgar
Eksarhlığı’nın kurulmasına karşı çıktı ve uzun süren yazışmalar,
itirazlar süreci yaşandı. Ferman bu süre içinde yürürlüğe giremedi.
Sonunda Sultan Abdülaziz’in izniyle 6 Mart 1872’de (25 Zilhicce 1288)
Vidin Metropoliti Antim Efendi ilk Bulgar Eksarhı olarak seçildi. Bütün
illerde bulunan Bulgarlar padişaha şükran mektupları göndermeye
başladılar. Rum Dini Meclisi 10-24 ve 28 Eylül 1872 tarihlerinde
yaptıkları üç oturum neticesinde padişah fermanına rağmen tüm Bulgarları
aforoz etti.[21]
1877’de,
Rusya’nın Osmanlıya savaş ilan etmesi Eksarh Antim’in gözden
düşmesine neden oldu. Şüpheli kişilerle görüştüğü saptandı ve
azledildi. 6 Mayıs 1877’de yapılan seçimle ikinci Eksarh olarak sarayın
itimat ettiği Lofça Metropoliti (Lazar Yovçev 1840 -1915) Yosif Eksarh seçildi ve kendisine Birinci Rütbe Mecidi Nişanı verildi.[22]
Görkemli
bir kilise inşa etme fikri ise bu geçen süre içinde düşünce bazında
kalacak ve ancak 1877’de Bulgar Prensliği’nin kurulmasından sonra
tekrar ivme kazanacaktır. Bulgar Prensliği’nin kuruluşundan sonra,
1878’de yarım kalan kilisenin bitirilmesi için ciddi girişimlere
tekrar başlandı. Bu girişimler ancak Aralık 1887’de sonuçlandı ve
prenslik kilise yapımına devam edilmesi için gereken izni verdi ayrıca
inşaatın devamı için gereken kaynak da sağlandı. Rusya da yapılacak bu
kilise için altı adet çan hediye etti.[23]
Eksarh 1.Yosif, 20 Mayıs 1889’da (20 Ramazan 1306)
saraya tekrar müracaat ederek kilisenin yapımına devam edilmesi için
gereken izni aldı. Projeler ünlü Ermeni mimar Josef (Hovsep) Aznavur
tarafından yapılmıştır. Uzun arayışlardan sonra varılan sonuca göre
kilise Avusturya’da Vagner Firması’na yaptırılmış tamamen sökülebilir
özelliği olan bu kilise evvela firmanın bahçesine kurulmuş ve bilahare
sökülerek İstanbul’a nakledilerek bir kez daha burada monte
edilmiştir. Haliç’te demirden inşa edilen Aziz Stefan (Sveti Stefan)
Kilisesi birçok mimari özelliğinin yanı sıra Osmanlı toprakları
üzerindeki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de taşır.[24]
Başbakanlık
Arşiv Belgeleri’ne göre; Sveti Stefan Kilisesinin açılış günü 20
Eylül 1898’dir. 1290 Kilisenin açılış töreni ile ilgili olarak birçok
Başbakanlık Arşiv Belgesi bulunmaktadır. Alınan istihbarat bilgilerine
göre, açılış esnasında bazı Rumların taşkınlık yapabilecekleri ve
bunun şehrin asayişini bozacağı ve bunun için önlem alınması defalarca
saraya iletilmiştir. Bu nedenle Balkanlardan gelecek Bulgarların
engellenmesi ve gelen kişi sayısının sınırlı tutulması için resmi
görevlilerce saraya tavsiyelerde bulunulmuştur. Bu belgelerden birisi
ise taşıdığı imzalar nedeniyle ayrı bir önem taşır. 7 Eylül 1898
tarihli bu belgenin altında Şurayı Devlet Reisi, tüm nazırlar ve
Şeyhülislam ile müsteşarların imzaları bulunmaktadır. Belgeden bazı
alıntılar şöyledir:
“Rumlarla
Bulgarların mezhepçe olan ihtilafları malumdur. İnzibatı ihlal
edebilecek bazı münasebetsizlikler vukuuna ihtimal vardır (...)
Bulgarların nakline muvafakat olunmamasının şimendüfer kumpanyalarına
tebliğine...” [25]
DEVAM EDECEK…
[1] Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara 1943, s.20 Türk Tarih Kurumu Basımevi
[2] Adı
geçen el yazmasından tercüme. Halil İnalcık da “Tanzimat ve Bulgar
Meselesi” adlı basılmış doktora tezinde yaklaşık aynı kelimeler ile ve
N.Stanef’in “Geschicte der Bulgaren” 1917 tarihli eserinden alıntı
yaparak bu bölümü vermiştir.
[3] Bu
el yazması; 13 Eylül 1996’da kimliği belirsiz bir kişi tarafından
çalınarak, Bulgar Ulusal Müzesi’ne verildi. Bunun üzerine Zoğraf
Manastırı’nda kütüphane görevlisi keşiş Pahomiy yargılanmaya başladı.
Bulgar Ulusal Müzesi bu kitabı hiçbir surette geri vermeyeceğini
açıkladı. Yunanistan’da çıkan “Yeni Makedonya Gazetesi” bu kitap
duruşmadan evvel geri gelmezse tüm Bulgar keşişlerin kovulabileceğini
ve mahkûm olabileceklerini yazdı. Rum Patriği Bartholomeos’un
keşişleri sürgün edebileceğini haberleri çıktı. Bulgar Sen Sinodu
kitabı geri vermek üzere harekete geçti ve çok tepki aldı. (16 Aralık
1996 Trud Gazetesi Sofya) Sonunda kitap geri verildi. Bu arada kitabın
elimizde de bulunan kopyaları alınabildi. Bir duyuma göre kitabın
aslının geri verilmeyip çok iyi bir taklidinin verildiği ve aslının
Sofya’da bir kasada saklandığı şeklindedir. Kitabın mikro filmleri
Bojidar Çipof arşivinde mevcuttur.
[4]
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:18, Lef 1.
Eksarh Yosif 1889 yılında aynı yere yeni bir kilise yapımı için müsaade
için Babıâli’ye müracaatta, bu müsaadenin 8-17 Ekim 1849’da (Evahir-i
Zilkade 1265) verildiğini belirtmektedir.
[5] Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk Bulgar İlişkileri, İstanbul 1984 s.67
[6]
Tsarigratski Vesnik (İstanbul Gazetesi) 24 Kasım 1856 Sayı:304
Fener’de, Metoh binasının altında basılan ilk Bulgar gazetelerinden
biri. Bu matbaanın kalıntıları halen Metoh binasının altındadır. Fakat
yol asfaltının birçok defa üst üste atılması sebebiyle bu bölümün
kapısı artık kapanmıştır ve içeriye girilememektedir. Yoldan eğilerek
bakıldığında matbaanın kalıntıları görülmektedir.
[7] Tsarigratski Vesnik, 24 Aralık 1856, Sayı:309
[8] Tsarigratski Vesnik, 16 Şubat 1857, Sayı:316
[9] Tsarigratski Vesnik, 16 Şubat 1857, Sayı:316
[10] Tsarigratski Vesnik, 23 Mart 1857, Sayı:321
[11] Tsarigratski Vesnik, 30 Mart 1857, Sayı:322
[12] Tsarigratski Vesnik, 13 Nisan 1857, Sayı:324
[13] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bİ, No:876, Lef 7.
[14] Hasan Kuruyazıcı, Mete Tapan, Sveti Stefan Bulgar Kilisesi, İstanbul 1998, s. 21 Yapı Kredi Yayınları
[15] Hasan Kuruyazıcı, Mete Tapan, a.g.e., s. 23
[16] Pars Tuğlacı, , a.g.e., s.70
[17] Aşkın Koyuncu, Bulgar Eksarhlığı Çanakkale 1998, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. S.74
[18] Aşkın Koyuncu, a.g.e. BOA, Düvel-i Ecnebi Defteri, Bulgaristan Berat Defteri, sayfa 1 hüküm 1 ve BOA, Bİ, No:104’den naklen.
[19] Aşkın Koyuncu, a.g.e. BOA, Bİ, No:104’den naklen.
[20] Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi mektuptan alıntı
[21]
Bulgar Patrikhanesi Arşivi Müdürü Dr. Hristo Temelski’nin, 1870
shizması ve Bulgar Eksarhlığı’nın kuruluşu ile ilgili olarak Bojidar
Çipof’a hazırladığı çalışmadan alıntı.
[22] Aşkın Koyuncu, a.g.e. BOA İrade-Hariciye, No:16616 ve 166637’den naklen
[23]
Bulgar Eksarhı 1. Yosif’in günlüğü (Eksarh Yosif 1, Dnevnik) Günlüğün
tıpkıbasımı ve güncel Bulgarca ile tercümesi birlikte basılmıştır.
Sofya 1992, s.216
[24] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bİ, No:876, Lef 13
[25] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bİ, No:1290, Lef 1/b