Son yıllarda Türkiye’nin başını çok
ağrıtan bir husus var! Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişiliği ile Ekümeniklik.
Gerçi bu konular ile birlikte Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması da sık sık
dillendiriliyor ama okulun açılması Ekümeniklik ve Patrikhane’nin tüzel kişilik
kazanması hususlarının yanında önem olarak daha alt sıradadır. Rum
Patrikhanesi’nin tüzel kişiliği yoktur ve bu Cumhuriyetin ilânından itibaren
sürekli olarak ortaya atılan ya da Türkiye’den talep edilen, Rum
Patrikhanesi’nin “Ekümenik” kabul edilmesi ile doğrudan
ilişkilidir.
Patrikhane tüzel kişilik değildir ama Rum kilise vakıflarının hepsi birer tüzel kişiliktir. Bu bağlamda; söylendiği gibi cemaat mensupları ve vakıf malları ile akarları için resmi kurumlarca yürütülmek zorunda olan işlemlerin aksaması söz konusu değildir. Patrikhane Türkiye açısından dînî bir müessesedir ve Osmanlı dönemindeki cismani ya da idari yetkilere artık ihtiyacı yoktur. Cumhuriyet’in ilânından sonra yapılan düzenlemelerde de buna gerek duyulmamıştır. Cumhuriyet döneminde Patrikhane, evvela coğrafi sınırlarında bulunduğu Eyüp Kaymakamlığı’na muhatap, sonraki yıllarda kurulan Fatih Kaymakamlığı’nın coğrafi hudutları içinde kalması nedeniyle de şu anda Fatih Kaymakamı’na muhataptır.
Patrikhane’nin tüzel kişiliğinin olmayışı “Ekümenik” yani evrensel (Cihansümül) olma meselesinin de en büyük engelidir. Çünkü Rum Patrikhanesi, Dünya’daki tüm Ortodoksların lideri olma iddiasındadır ancak bu iddia, tüm Ortodoks kiliselerce kabul görmez. Ortodoks dünyasında (Doğu Kilisesi), Katolik Kilisesi’nde (Batı Kilisesi) olduğu gibi Papa’nın ruhani reisliği gibi tek bir ruhani lidere tabi olma durumu bulunmaz. Katoliklikte, tek merkez, tek lider vardır ve Vatikan tüm Katoliklerin dini merkezidir. Bu gün bir Alman, dün bir Polonyalı, ileride bir başka ırktan papa seçilmesi bu nedenle mümkündür.
Batı Kilisesi “ümmetçi” bir davranış sergiler. Dinî öğretilerde ve faaliyetlerde ulusalcılık ve milliyetçilik ön planda değildir. Amaç olabildiğince insanı kendi kiliseleri çatısı altında sadece inanç yönünden toplamaktır ve bu da misyonerliğin temel felsefesini oluşturur. Doğu Kilisesi’ndeki ise durum farklıdır. Çünkü burada ümmetçilik yoktur. Ulusalcılık ve milliyetçilik ön plandadır. Misyonerlik ve “Hıristiyanlaştırma” faaliyetleri de neredeyse yoktur. Bulgar, Rus gibi etnik tanımlamalarla adlandırılan patrikhanelerin başındaki dini lider de doğal olarak aynı ırktandır. Patrikhane ya da başpiskoposluk sıfatlı Ortodoks kiliseleri bu bağlamda millidirler ve Rus Patrikhanesi, Bulgar Patrikhanesi, Sırbistan Patrikhanesi örneklerinde olduğu gibi kurumlarının adları bir ırkı işaret eder.
Ekümenik olmanın en büyük şartı bir Havari tarafından kurulmuş olmaktır. Bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhanenin (Roma, İskenderiye, Antakya) yetki ve sınırları M.S. 325 yılında İznik’te toplanan ilk Ekümenik Konsili’nde tespit ve tayin edilmiştir. Bu konsilin IV-V-VI ve VII. maddeleri Metropolit ve Metropolitlik merkezlerinin imtiyazlarına ilişkindir. Havariler tarafından kurulan ve bu yüzden Hıristiyanlık dünyasında “apostolik” kabul edilen bu kiliselerden farklı olarak Konstantinopolis (İstanbul) Kilisesi apostolik bir kilise değildir. Nitekim Ortaçağ boyunca Roma Kilisesi, Batı dünyası üzerinde mutlak bir güce sahipken ve krallara taç giydirirken Bizans İmparatorluğu’nda durum farklıydı. Öncelikle İstanbul Patrikliği’nin gücü dinsel değil Bizans’ın siyasal gücünden geliyordu. Bizans ne kadar güçlü ise Patrikhane de o kadar güçlü idi. Bizans imparatorları “Sezaropapist” bir yaklaşımla kilise üzerinde mutlak bir denetim kurarak kiliseyi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaktaydılar ve patrikler üzerinde çok fazla denetime sahiplerdi. Bizans tarihsel sürecinde, patrikler hep emir kuludur.
Fener Rum Patrikhanesi belki de en rahat dönemini Türkiye Cumhuriyeti tarihi esnasında yaşamış ve yaşamaktadır. Bu sürede patrik olanların neredeyse çoğu ömür boyu patriktir. Rum Patrikhanesi için “Devlet içinde Devlet” (İmperium in imperia) olma durumu belki Osmanlı dönemi için söylenebilir. Patrikhane için söylenen “Eşitler Arasında Birinci” (Primus inter Pares) sıfatlandırması, tamamen Bizans’ın siyasi olarak patrikliği kullanma durumundan ortaya çıkan bir tanımlamadır. Ancak bu iki eski söylemin yanı sıra Bizans döneminde kullanılan ve bir anlamda hadiseye bir açıklık getiren şu söylem göz ardı edilmektedir: “Patriksiz İmparatorluk olmaz” (İmperium sine Patriarcha non staret)
İstanbul’un Fethi ve Osmanlı yayılması ile birlikte Patrikhane bir anlamda gücünü yeniden toplamış ve ruhanî nüfuz bölgesini tekrar genişletmiştir. Bugün Türk tarihçileri Osmanlı hoşgörüsünü vurgulamak adına genelleme yanılgısına düşerek ancak 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bir “Millet Sistemi” ve “Millet Başılığı” statüsünü Fatih dönemine bağlarlar. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul Patrikliğine Bizans dönemindeki haklarını ve itibarını iade etmiştir, ancak tarihî deliller patrik efendiye millet başı statüsü verildiğini ispat etmeye yeterli değildir. Nitekim bugüne kadar Osmanlı arşivlerinde bu tür bir belge bulunamamıştır. Patrikhanenin kendisi de bu yönde bir ferman ibraz edememektedir, ayrıca patriklere verilen fermanlarda da Osmanlı tebaası bütün Ortodoksları temsil ettiğini ima eden “Millet Başı” lafzı yoktur. 1870 tarihli Bulgar Eksarhlığı Fermanı ile de zaten dinî yetki alanı yarıya indirilmiştir.
Rum Patrikhanesi’nin en büyük iddiası kilisenin Havari (Aziz) Andreas tarafından kurulduğudur. Fakat tarihsel verilerde Aziz Andreas’ın bu topraklara geldiği hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bu kilisenin ilk yüzyılda Andreas tarafından kurulmuş olması gerçek olsaydı, o zaman bir havari tarafından kurulan ve Ekümenikliği kabul edilen üç kilise arasında yer alması gerekirdi. Oysaki gerçek o zaman diliminde küçük bir kasaba olan “Bizantium”un sadece bir papazlık olduğu ve Heraklia (Marmara Ereğlisi) Metropolitliği’ne bağlı olduğu hakkında çok fazla kaynak vardır.
Mademki Havari Andreas bu kiliseyi kurdu, o zaman neden 325 İznik Konsili’nde patrikhane olarak yer almadığı da sorulmalıdır. Bu tespit aslında kendi kullandıkları sıfatla da doğrulanmaktadır. Zira kullandıkları san “Konstantinopolis Başpiskoposu ve Yeni Roma ile Ekümenik Patriği” şeklindedir. Evvelâ Konstantinopolis Başpiskoposu, sonra da Yeni Roma ile Ekümenik Patriği sanları sıralanmaktadır çünkü bunlar patrikhaneye Bizans imparatorları tarafından ve bir zaman diliminde tamamen siyasî amaçlarla verilmiştir.
Kısa bir tanımlamayla özetlersek: Fener Rum Patrikhanesi, Hıristiyanlık Tarihi’nde bir havari tarafından kurulmuş elçisel bir kilise, Apostolik bir kilise değildir…
Rum Patrikhanesi, her ne kadar lider olma iddiasında bulunsa da başta Rus Patrikhanesi olmak üzere diğer milli kiliselerin bir kısmı ile de sorunludur. Bunun en büyük örneği geçtiğimiz sene sonunda Aynaroz’daki Yunan ve Rus manastırlarında ortaya çıktı. Sovyetlerin dağılma sürecinde büyük bir güç savaşı yaşandı. Sovyet ve sonrasındaki dönemde, eskiden Rus coğrafyası içinde bulunan ve doğal olarak Rus Patrikhanesi’nin hiyerarşisinde bulunan Ukrayna, Gürcistan gibi kiliselerin doğal ve siyasi/milli bir tepki olarak Rus Patrikhanesi’nden ayrılmaları, bu kiliselerin direk olarak Rum Patrikhanesi’ne bağlanmaları sürecini başlattı. Bu süreçte evvelâ Ukrayna’da sonra da Gürcistan’da ABD destekli olarak Rum Patrikhanesi’nin güç gösterisi ortaya çıktı. Dünya Ortodoks nüfusunun çok büyük bir kısmı Rusya’dadır. Her iki Ortodoks’tan biri Rus’tur. Bu bir şekilde ABD’nin neden Rum Patrikhanesi’ne bu kadar destekçi olduğunu da açıklamaktadır. Tabi ki ABD’nin Patrikhane’ye desteği bu kadar basit bir şekilde açıklanamaz ama en büyük neden; Ortodoksların liderliğinin, en büyük Ortodoks nüfusa sahip Rusya’nın/Rusların eline geçmemesidir. Ukrayna, Gürcistan ve diğer Kafkas ülkelerinde yaşanan güç savaşındaki Rum Patrikhanesi’nin aktifliğini de bu çok yönlü denklem ile bir suretle açıklamak mümkündür.
Ve ABD’nin patrikhane’ye olan desteği 2011 de tavan yaptı. Archonlar diye bir grup da bu süreçte etkin olarak ortaya çıktı. (Eski yazılarımızda bu konuda çokça bilgi bulunmaktadır.) ABD Başkan Yardımcısı ve daha birçok ABD görevlisi de Türkiye’de adeta gövde gösterisi şeklinde ziyaretler yaptılar. Ama en büyük Ortodoks nüfusa sahip ülkenin Devlet Başkanı Putin, İstanbul’u da kapsayan Türkiye ziyaretinde, kendine “Ortodoksların Lideriyim” diyen kişiyi ziyaret etme gereği duymadı…
2012’de Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik yolunda ilerlemek için evvelâ “Tüzel Kişilik” meselesini halletme gayreti içinde göreceğiz. Bir önemli husus: Tüzel kişilik ile Ekümeniklik için AİHM’ye dava açamadıklarıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kaybedilmiş haklarla ilgili bir kurumdur ve Tüzel kişilik ile Ekümeniklik, Rum Patrikhanesi tarafından Türkiye’de kazanılmamıştır…
AİHM’nin Büyükada Rum Yetimhanesi’nin tapusunu eski üzerinde olan Rum vakfına değil de Patrikhane’ye tescil etmesi ile bir ilk yaşanmış ve tüzel kişiliği olmayan bir yer tapu almıştı. Hemen akabinde Patrikhane hukukçularının, “…bir anlamda tüzel kişilik elde edildi…” şeklindeki söylemlerini de anımsatarak çok önemli bir vurgu yapmak istiyoruz. Patrikhane’nin Yunanistan’da önemli mal varlığı olduğunu eski yazılarımızda dile getirmiştik ama şimdi Türkiye üzerinde de Patrikhane adına mülkler yani tapular tescil ettirme çalışmaları yapılmaktadır. Bir koldan eski kilise ve başka mülklerin alımı (Mudanya’daki Zeytinbağı/Tirilye örneği gibi.) Diğer koldan öğrencisizlikten kapalı Rum okullarının tapularının, (Azınlık vakıfları mülkleri ile ilgili yeni yönetmelikten de istifade ederek) bir şekilde Rum Patrikhanesi’nin üzerine tescil edilmesi için harekete geçilmiştir. Ne kadar çok tapu, o kadar çok tüzel kişiliğe yaklaşma şeklinde bir hareket gözlenmektedir.
Şu hususu da unutmamak gerekir ki Rum Patrikhanesi’ni “Ekümenik” kabul etmek ile Türkiye üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurulmasına rıza göstermek arasında hiç bir fark yoktur. Çok dikkat edilmesi gereken bir başka husus ise “Yeni Anayasa” sürecidir. Çünkü bu süreçte” Tüzel Kişilik” ve “Ekümeniklik” yolunun açılmasına yarayacak bir madde için yoğun çabalar, kulisler yapılıyor…