30 Kasım 2010 Salı

BÜYÜKADA RUM YETİMHANESİ’NİN TAPUSUNUN PATRİKHANE’YE DEVRİNİN ARDINDAN


Ve sonunda Rum Patrikhanesi, AİHM kararı ile 29 Kasım’da Büyükada Rum Yetimhanesi’nin tapusunu aldı. Patrikhanenin avukatı Cem Murat Sofuoğlu elinde tapu belgesi ile Yetimhanenin önünde “zafer” fotoğrafı çektirdi ve bu kare medyada yer aldı. 

Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olduğu belirtilen, Büyükada Yetimhanesi; Türkiye ile Patrikhane arasında olan sorunlar sıralamasında üçüncü sıradaydı ve bu “sorun” biraz da siyasi bir kararla artık Patrikhane açısından “sorun” olmaktan çıktı. Ama bu önümüzdeki günlerde adım adım esas Türkiye için büyük bir “sorun” olan ve gerçekleşmesi durumunda topraklarımız üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurmakla eşdeğer bir anlam ifade eden “Ekümeniklik” yolunda Patrikhanenin kazandığı bir “zafer” olarak görülmelidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (bize göre) “yanlı” bir tutumu neticesinde, ortaya “siyasi” bir karar olarak çıkmıştır ve bu mülkün bina değerinden maada simgesel olarak Rum Patrikhanesi’ne “Tüzel Kişilik” kazandırma amacını taşıyan bir karar niteliğindedir.

AİHM’de açılan davada; tapunun Patrikhane adına tescil edilmesi talep edilmiş, Türkiye bu mülkü vermekten imtina etmemiş ama Rum Yetimhanesi Vakfı adına tapu tescili yapılması için direnmişti. Zira Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişiliği yoktur ve tüzel kişiliği olmadan bu şekilde bir tapu sahibi olunması ile Rum Patrikhanesi tarihimizde bir ilk olarak yerini aldı. 

Keza Patrikhane’nin avukatı Sofuoğlu geçen Cuma günü bunu şöyle bir cümle ile ifade etti: “Belki kimse farkında değil ama bu müthiş bir şey. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez böyle bir şeye tanık oluyoruz.” 

Türk Hukuk sistemine ve bağlı olarak Tapu Kanunu m. 2'ye göre; tüzel kişiliği olmayan bir kurumun mülkiyet hakkı sahibi olması mümkün değildir.   Böyle bir tapu intikalini almak yönünde hak sahibi olmak için “hukuk süjesi” olma gereği vardır ve ancak gerçek kişiler ya da tüzel kişiler hukuk süjesidir ve şahıs adlarına ya da tüzel kişiliği olan bir kurum adına ancak tapu alınabilir.

Tapu Kanunu m. 2'ye göre Hükmi şahısların tapu işlerinde merkez veya şubelerinin bulundukları yerin en büyük mülkiye amirinden nizamnamelerine göre gayrimenkul tasarrufuna izinli olduklarına ve tescil işini yapacak mümessilin salahiyetine dair alınacak belgenin verilmesini mecburi kılmaktadır. Bu; çok açık olarak ancak tüzel kişilerin gayrimenkul edinebileceklerini ortaya koyan bir maddedir.

Bu mülkün devri ile maalesef “Hukuk Tarihi”mizde gerçekten bir ilk yaşandı ve tüzel kişiliği olmayan Rum Patrikhanesi adına bir tapu intikali gerçekleşti. “Bu karar ile Patrikhane tüzel kişilik kazanır mı ya da bunun yolu açılır mı?”  Bu cümleyi bu sitedeki bir önceki yazımızda vurguladık. Bu tapu ile birlikte “de facto” bir durum oluşması ve Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişilik kazanması tabi ki mümkün değildir. Ancak bu Türkiye’nin başını ağrıtacaktır ve emsal gösterilmek suretiyle “Ekümenizm”in yolunun açılması sağlanmak istenecektir.

Hadiseyi AİHM açısından irdelersek, ortaya bir hukuk cinayeti çıkmaktadır. Çünkü AİHM bu konudaki reyini baştan ihdas etmiş ve davayı olmayan Ekümenik sanı ile açmış ya da bu şekilde kabul etmiştir. Bu elbette ki zaten tüm AB ülkelerinin ve ABD’nin Rum Patrikhanesi için sürekli olarak bizden istediği, sürekli talep ettiği bir husustur ve AB ile ABD her fırsatta Patriğin “Ecumenical Show” yapması için zemin ve fırsat yaratmaktadırlar.

Bu ülkelerin;  evvel emirde Ortodoksları ilgilendiren Rum Patrikhanesi’nin Ekümenikliğini neden sahiplendikleri düşündürücüdür. Zira Dünya’daki Ortodoks nüfusun yüzde doksanına neredeyse sahip olan Rusya’nın da düz mantıkla bakıldığında bu doğrultuda davranmasını beklemek gerekir. Ancak Rusya’nın tavrı böyle değildir ve çok açık bir analizle Rusya’nın Ortodokslar üzerinde “egemen” olmasını istemeyen ya da bunu çıkarlarına ters gören başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne destek olmaktadırlar. 

AB’nin bir organı olan AİHM de reyini baştan belli edip Büyükada Yetimhanesi’nin, Rum Patrikhanesi adına tescil edilmesi yönünde karara bağladığı davayı zaten “Affaire Rum Patrikliği (Patriarchat Ecumenique) Turkey, Application No. 14340/05” dosya numarası ile açmıştır. Bu dava ile ilgili olarak; 8 Eylül 2008 ve 15 Haziran 2010 tarihli kararlardaki yazış şekli de aynen böyledir. 

Bu tür davranışlarla tabi ki Patrikhane’ye Türkiye toprakları üzerinde “tüzel kişilik” ve “Ekümeniklik” kazanamaz. AİHM’de açılan davaların da bir “hak zayi” sonucunda açılması gerekir. Patrikhane ne Osmanlı Hukuku içinde ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren böyle bir “hak” elde etmemiştir. Lozan Anlaşması’nın içinde Rum Patrikhanesi lehinde bir madde olmadığı gibi tüm maddelerde adı dahi zikredilmez. Patrikhane Lozan Zabıtları’nda sadece tartışma tutanaklarında yer almış ama Murahhas Heyet’in bastırmasıyla hiçbir maddede adı geçmemiştir. 

Yasalarımıza göre Rum Patriği; Türkiye’de yaşayan Rum asıllı vatandaşlarımızın sadece dini lideri konumundadır ve Patrikhane’nin tüzel kişiliği de yoktur. Adım adım gidilen bir sürecin içindeyiz. Hukuken olmayan bir hakkı “siyasi baskı” ile sağlamaya çalışan çok büyük bir “blok” karşımızdadır. Karşılıklı onlarca, yüzlerce sorun, madde, konu ne derseniz deyiniz, Tüm AB ülkelerinin ve ABD’nin bu sürekli baskısı çok manidardır. Bu yolda bazı büyük fonlar da ülkemizde kesenin ağzını açmışlar ve akademik çevrelerde, birkaç özel üniversite ve buralarda görevli (seçilmiş) akademisyenler ile medyadan seçtikleri “kalemşör”leri fonlamaktadırlar.

Rum Patrikhanesi’nin statüsü, Ekümenikliği, tüzel kişilik kazanması ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması taleplerine ya da bu yöndeki baskılara dikkatle bakıldığında; Türkiye’den istenen çok fazla husus arasında daima bunlar ilk öncelikler arasındadır ve bu durum düşündürücü olmaktan da öte “ürkütücü”dür.

Bu tapu davası neticesinde Rum Patrikhanesi, Ekümeniklik açısından yol almış mıdır ve Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada,  ile Gökçeada’da çok değerli mülklere sahip 23 vakfın gayrimenkullerinin devrinin önü de açılır mı? Bu noktalara da dikkat edilmelidir.

Burada; ileride bu davayı emsal göstererek başka mülkleri de Rum patrikhanesi adına tescil ettirerek tüzel kişiliği “de facto”  yaratma çabaları başlayacaktır.  Patrikhane’nin bir başka avukatı olan Kezban Hatemi’nin bu hususta verdiği şu mülakat da bu bağlamda düşündürücüdür: “Patrikhane’nin tüzel kişiliğinin olmadığı iddiası yıllardır derin devletin zihinlerimize yerleştirmeye çalıştığı bir şey. Tüzel kişiliği olmayan bir yerle nasıl yazışırsınız, nasıl resmi muhatap olarak alırsınız? Yetimhanenin iadesi kararı var olan ama görmezlikten gelinen tüzel kişiliğinin bir kez daha tasdiki anlamına gelir.”

Türk Hukuku dışında hiçbir hukuk sistemi Patrikhaneye tüzel kişilik veremez. Onun için Türkiye Cumhuriyeti'nden Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik vermesi beklenmektedir. Bu işi Türkiye’ye ve siyasi baskı ile yaptırmaya çalışılıyorlar. Başta AİHM olma üzere hiçbir dış hukuk sistemi bu hakkı Patrikhane’ye sağlayamaz, sağlayamayacaktır. Bu itibarla “ihale” Türkiye’ye verilmiştir ve sonuçlandırması için ne gerekiyorsa yapılmaktadır. 

Yarınlar adına bu çok büyük bir tehlike arz eden durumdur. Son zamanlarda sıkça telaffuz edilen “Lozan”ın delinmesi ya da değiştirilmesi ile esas Türkiye “Tapu Senedi”ni elden çıkartma tehlikesi altındadır. 

Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişiliği ancak Türkiye Cumhuriyeti verebilir ve “özel” bir yasa tasarısı hazırlanıp bir takım taşlar yerinden oynatılmadan -ki Anayasa üzerinde değişiklik de gerekir- şu an geçerli hukuk kurallarıyla “siyasi” olarak da bunun gerçekleşmesi mümkün değildir.

 Neden AİHM’de “Ekümenikliğimizi verin.” diye bir dava açamıyorlar? Böyle bir  “san” AİHM tarafından kullanılsa da AİHM’nin bu “san”ı vermeye hiçbir şekilde hakkı bulunmamaktadır. Bu kazanılarak kaybedilmiş bir hak değildir, işte bu noktada “Bizans Entrikaları” ile bunu sağlama cihetine gidilmektedir.

 Bu gün basında yer alan ve Rum Patriği Bartholomes’un ağzında ifade edilen, “Bizden giden tapu geri geldi.” şeklindeki sevinç söylemi; alınan tapu ile ilgili olmaktan öte bu suretle açılan gedikten içeri dalarak, mücadeleye devam edeceklerinin işaretidir ve artık bunları görmemiz ve bu hususta çok dikkatli olmamız gerekir.