Her ülkenin tarihinde bazı
kötü yaşanmışlıklar vardır. Geçtiğimiz yüzyılda ve de hâlâ Dünya’nın birçok yerinde
maalesef trajediler yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ancak bu trajedileri yaşayanlar
ile yaşatanların bir kısmı günümüzün siyasi ve insani koşullarını göz önüne
alarak barışmayı da başardılar. Bu konuda; Nazilerin Yahudilere yaptıkları ya
da Amerika’nın Japonya’ya attığı atom bombaları en büyük örneklerdir. Daha
yakına geldiğimizde ise Yugoslavya’nın dağılmasının ardından yaşanan büyük
acılar, Karabağ’daki katliam ve günümüzde ise Suriye’de hâlâ süregelen dram…
Cumhuriyetin ilk
yıllarında Türkiye’de yaşanan “Varlık
Vergisi” ile “6-7 Eylül Olayları”
da bu bağlamda gerçek birer trajedidirler.
1942’deki Varlık Vergisi
TBMM’de kabul edilmiş, kanunla salınmış bir vergidir ve iç kamuoyu ile
uluslararası platformlardaki tepkilerin neticesinde kaldırılmış, ancak yürürlükte
kaldığı sürede yaşananlardan ötürü, ardında binlerce mağdur bırakmıştı. 1955’teki
6/7 Eylül olaylarının boyutu ise ancak devletin bazı katmanlarının organizasyonu
ile oluşabilecek mahiyetteydi ve bu hadise de ardında binlerce mağdur bırakmış,
hatta bu olayların ardından küserek Türkiye’den göç eden bir dalga da yaratmıştır.
6/7 Eylül; Selanik’te “Atatürk’ün
Evi Bombalandı” söylemi ile başlayan olaylardır ve polis ve askeri
kuvvetler tarafından durdurulmuştur. “Yassıada
Mahkemeleri” sürecinde de “6/7 Eylül
Davası” olarak görülmüştür. Bu her iki olay da Türkiye’nin tarihten gelen ayıplarıdır
ama göz ardı edilmemesi gereken; bu her iki trajedinin de Türkiye tarafından
kabul edilmiş ve mağdurlarına özür ile tazminatların ödenmiş olduğudur. Son yıllarda Varlık Vergisi ile 6/7 Eylül
hadiselerinin yanı sıra birtakım çevrelerce kullanılmaya başlayan ve aleyhte
algı yaratılan iki husus daha var!
Bunlardan biri 1923/24 Nüfus
Mübadelesidir. Mübadele; Lozan Anlaşması’nın ardından Lozan’da taraf olan
ülkelerin ve Türkiye ile Yunanistan’ın karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kabul
ve birlikte uyguladıkları bir nüfus değiş tokuşudur ve Birleşmiş Milletlerin
oluşturduğu, “Mübadele-i Ahali Komisyonu” tarafında organize edilerek uygulanmıştır. Bu
kapsamda; Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı Yunanistan vatandaşları ile
Türkiye’de yaşayan Rum asıllı Türk vatandaşlarının değiş tokuşu oldu. Batı
Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar
bu mübadeleden muaf tutuldular. Yunanistan’ın diğer kesimlerinde yaşayan
Türkler ile yukarıda belirttiğimiz kesimlerde yaşayan Rumlar karşılıklı
mübadele edildiler.
Türkiye ve Yunanistan
taraflarını temsilen ve BM tarafından görevlendirilen dörder kişi ile (1.Dünya Savaşı’na katılmamış ülkelerden)
seçilen üç kişi mübadeleyi organize etmiş ve bu komisyonun adına “Karma Komisyon” denilmiştir. Karma
Komisyon görevini 8 Ekim 1923’ten, 21 Haziran 1924’e kadar Atina’da daha sonra
ise İstanbul’da sürdürmüş, mübadelenin tamamlanması üzerine de BM tarafından feshedilmişti.
Bugün ne yazık ki mübadeleyi de Türkiye’nin bir ayıbı olarak kullanan çevreler
var! Oysaki mübadeleyi yukarıda kısaca açıkladığımız gibi uluslararası bir
komisyon yapmıştı.
Son yıllarda, Türkiye’nin
haksız yere suçlandığı hususlara bir de 1964 Sürgünü eklendi. Merkezi
Yunanistan’da bulunan “İstanbullu
Rumların Evrensel Federasyonu” adlı bir sivil toplum kuruluşu bir yandan
1964 öte yandan 6/7 Eylül üzerinden Türkiye’ye yüklenmektedirler. Hâlbuki Türkiye’de
son yıllarda azınlıklara Cumhuriyet tarihinde görülmemiş edinimler sağlandı ve
özellikle Vakıflar Genel Müdürlüğü hukuku çerçevesinde 1936 Beyannamesi olarak
bilinen bir belgeden yola çıkarak azınlık taşınmazlarının önemli bir kısmı iade
edildi. Rum Cemaati’ni ilgilendiren hususlar dâhilinde birçok kilise restore
edildi, metruk kiliselerde ve Sümela’da ayinlere izinler verildi, Gökçeada ve
Bozcaada’da kapalı okullar yeniden açıldı.
1923/24 Nüfus Mübadelesi
ile Yunanistan’a göç edenler ve ikinci, üçüncü nesil akrabaları tarafından Yunanistan’da
sayısı azımsanmayacak mertebede “Mübadil”
dernekleri kuruldu. İnsani açıdan bakıldığından bu oluşumlar fevkalâde güzel
sivil toplum çalışmaları olarak değerlendirilebilir. Ve nitekim bu mübadil
dernekleri tarafından Türkiye’ye tertiplenen gezilerde yerel halk ve
yöneticiler de ziyaretçileri son derece sevgi ve ilgi ile karşılamakta ve
misafir etmektedir.
Mart 2011’de Sayın Ahmet
Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı sıfatıyla yaptığı Yunanistan gezisinin ardından
“120 bin Rum geri dönmek istiyor” şeklinde bir sloganla siyasi hayatımıza, eski
bir İstanbullu ve Atina Teknik Üniversitesi’nde görevli bir profesör olan “Nikolaos Uzunoğlu” başkanlığındaki “İstanbullu
Rumların Evrensel Federasyonu” adlı bir oluşum girdi.
Aniden ortaya çıkan bu
federasyon İstanbul ve Anadolu’da birçok etkinliğe imza attı ya da aracı oldu.
Türkiye aleyhine yapılan bu çalışmalar, en fazla 1964 yılında Rumların
Türkiye’den gönderilmeleri üzerinde yoğunlaştı. Nedir bu 1964’te Rumların sınır
dışı edilmeleri olayı ya da onların deyimiyle “1964 Sürgünü” ve bu olayda Türkiye haksız mıydı? Zulüm mü yapmıştı?
Lozan’ın ve mübadelenin
ardından Türkiye ile Yunanistan arasında, Atatürk ve Venizelos’un yarattığı
ciddi bir dostluk süreci yaşanmış ve 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında
“İkamet Ticaret ve Seyrisefanin
Anlaşması” imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre her iki ülke vatandaşları
karşılıklı olarak ikamet ve ticaret için diğer ülkeye gittiler. Bu daha çok
Yunanistan’dan Türkiye’ye gitme şeklinde oldu ve 1923 Mübadelesi ile gidenlerin
de bir kısmı yeniden geri geldiler.
1964 yılında Kıbrıs’ta kanlı
olaylar yaşandı ve Yunanistan ile de adeta bir “Savaş Hali” yaşanmaktaydı. Aşağıda kısaca açıklayacağımız
nedenlerden ötürü İnönü başkanlığındaki hükümet tek taraflı olarak ve anlaşma
içeriğinde bulunan haklarına istinaden “İkamet
Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı fesih etti.
Bunun ardından Türkiye’de bulunan
Yunan vatandaşlarının belli bir süreçte ülkeyi terk etmeleri istendi. Bu bir
uluslararası konjonktürde her ülkenin sahip olduğu istenmeyen yabancı
uyrukluları “Sınır Dışı” etme
haliydi…
Bu süreç günümüzde, İstanbullu Rumların Evrensel
Federasyonu ve içerideki sempatizanları tarafından sürdürülen Türkiye’ye karşı
sürdürülen bir dezenformasyondur.
16 Mart 1964’te başlayan
sınır dışı işlemi için “Zorunlu Göç”
ya da “Sürgün” demek Türkiye’ye
yapılan çok büyük bir haksızlıktır. 1964’de Türkiye kendi vatandaşları olan
Rumları sınır dışı etmemiştir. Sadece Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı
etmiştir ki bunun gerekçelerini şunlardır:
1964’te Yunanistan ile
Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Böyle bir ortamda Türkiye’nin
Yunanistan vatandaşlarının ikamet tezkerelerini iptal ederek sınır dışı
etmesine neden olan en önemli husus; Aralık 1963 sonunda Kıbrıs’ta,
Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel”
olarak geçen trajik katliamdır. 20 Aralık’ta, Kıbrıs’taki Türk köylerinde çok
sayıda katliam yaşanmıştı. “24 Aralık
Noel Gecesi” Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesi; eşi Mürüvvet,
küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat “Dînî
Bütün Hıristiyanlar” tarafından hunharca katledildiler!
Bir banyo küvetine
sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de ve Dünya’da büyük bir infial
yarattı. Bu olayın ardından Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rumları tarafından 103 Türk köyü
boşaltıldı ve toplamda 25 Bin kişi gerçek anlamda kendi vatandaşı olduğu
ülkeden “Sürgün” oldu. Bu trajik olayın fotoğrafı ise yıllarca
akıllardan çıkmadı ve Kıbrıs ile ilgili her olumsuzlukta medyada kullanıldı. (Örnek: 22 Aralık 1985 Milliyet)
Bu arada 1964 başında bir
başka gelişme de olmuş ve Beyoğlu’nda gizli faaliyet gösteren “Elliniki Enosis” adlı bir Yunan derneği
ortaya çıkarıldı. (“Elliniki Enosis”
“Helenik İlhak” demektir.) “Enosis” yani Türkçesi “İlhak” Kıbrıs’ın Yunanistan’a
katılmasının simgesel söylemidir. Bu derneğin deşifre olmasıyla ortam daha da
gerildi. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda; Türkiye’de böyle bir adla gizli
faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemaati’nden bağış ya da haraç
toplayan bir derneğin varlığı İsmet İnönü Hükümeti’ni harekete geçirdi. Derneğe
yapılan baskında binlerce Rum bağış sahibinin listesi ortaya çıktı. Bunların
büyük bir kısmının Türkiye’de 1930 Anlaşması’na istinaden ikamet eden ve TC
vatandaşı olmayan Yunanlılar olması ise bir başka önemli noktadır.
13 Mart 1964’te gelindiğinde
ortam daha da gerildi! Kıbrıslı Rumlar muhasara altında tuttukları Türk
köylerine insani yardım gönderilmesini de engellemeye başladılar ve 10 Türk
köyüne daha saldırdılar. Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu ve
Türkiye; “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin
Anlaşması”nı, 1930 yılında Türkiye adına imzalayan İsmet İnönü’nün bizzat
verdiği bir önerge ile feshetti. Böylece Yunanistan vatandaşlarına sınır Türkiye’yi
terk etmeleri için işlemleri tebligatlar gönderildi. İlk anda Yunan vatandaşı
Rumlara, Türkiye’yi terk etmeleri için birkaç aya varan bir süre verilmişti ama
içeride ve yurtdışında öyle bir provokasyon yapılmaya başlandı ki süre çok kısa
bir zamana indirildi.
Burada şu gerçeği de göz
ardı etmemek gerekiyor: Tabii ki 1964’te TC vatandaşı olduğu halde mecburen
gidenler de oldu. 1930’dan itibaren Yunanistan vatandaşları ile Rum asıllı Türk
vatandaşları arasında evlilik yolu ile yoğun aile bağları oluşmuş durumdaydı ve
bu tür ailelerin bireylerinden olup zaruri olarak Yunan vatandaşı akrabaları
ile birlikte Türkiye’den ayrılanları da azımsamamak gerekiyor.
6/7 Eylül 1955 olaylarını
yazımızın başında da bir trajedi olarak kabul ettik ve ardından Türkiye’nin de
bunu kabul ettiğini gereken özrün ve tazminatlarının ödendiğini belirttik.
Bu sene 6/7
Eylül 1955 olaylarının 60.Yıldönümüdür ve bu bahane ile bu sene İstanbullu Rumların Evrensel
Federasyonu ve birtakım sivil toplum kuruluşları evvelâ 1964 sınır dışı olayı
üzerinde paneller, toplantılar, yayınlar v.s. yaptılar.
Şu anda ise 6/7 Eylül 1955
olaylarının 60.Yıldönümü adı altında Yunanistan’da ve İstanbul’da Türkiye
aleyhine etkinlikler düzenlemektedirler.
Atina Belediyesi Kültür
Merkezi’nde 2 Eylül’de başlayarak 7 Eylül’e kadar sürecek bir organizasyon
tertiplenmiştir. “Atina Kültür Gençlik
ve Spor Organizasyonu”, “İstanbullu
Rumların Evrensel Federasyonu” ve “Bakırköy
Rum Kültür Derneği” tarafından düzenlenen etkinlikte çeşitli aleyhte
sunumlar arasında 6/7 Eylül 1955 Olaylarını konu alan yapımcı “Yorgos
Mutevellis” tarafından hazırlanan 26 dakikalık “Korkunç Gece” olarak tanımlayan bir filmin
gösterimi de bulunmaktadır.
Bir
yandan Atina’da bu etkinlik yapılacakken, öte yandan yine “İstanbul’lu Rumların Evrensel Federasyonu”
ile bu kez “DurDe Platformu”nun
ortak organizasyonu şeklinde 6-7 Eylül olaylarının 60’ıncı yılını anma
etkinliği 5 Eylül’de İstanbul’da da düzenlenmiş olup aynı filmi burada da
gösterim yapacaklardır. DurDe Platformu bu etkinliği; “Türkiye Cumhuriyeti devletinin
örgütlü bir şekilde düzenlediği bu pogromun mağdurlarını anmak ve adalet
arayışımıza destek vermek üzere tüm dostlarımızı etkinliklerimize davet
ediyoruz.” Şeklinde lanse
etmektedir.
Bu tür eylemlerin daimi aktörü olan İstanbullu Rumların
Evrensel Federasyonu Başkanı Nikolaos Uzunoğlu ise hem Atina’da hem de
İstanbul’da yapılacak olan organizasyonda konuşmacı olarak bulunacak, “Korkunç Gece” adlı filmin gösterimi 5 Eylül
2015, Cumartesi Cezayir Restaurant’ta yapılacak, aynı gün Saat
16.30’da Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklaması da vardır.
6/7 Eylül olayları ile
ilgili düşüncelerimizi yazımızın başında aktardır ve “Keşke Olmasaydı” diyoruz.
1964 için ise kanaatimizi de elden geldiğinde vurguladık! Son olarak; 1964
Sürgünleri için; “Bunlar sürgün değildirler. Günün savaş şartları çerçevesinde, kendi
vatandaşı oldukları ülkeye sınır dışı edilen Yunanistan vatandaşlarıdır.”
Ayrıca bugün karşılıklı
olarak birbirlerine “Dost” tanımlaması yapan iki ülkenin doğru ve yanlış olan
yönleriyle geçmişte yaşananları bu kadar deşmemek gerekir. Türkiye “Kurtuluş Savaşı” başta olmak üzere,
Batı Trakya’da hâlâ süregelen Yunanlılar tarafından gerçekleştirilen birçok
geçmişi deşmemektedir. Bu noktada İstanbullu
Rumların Evrensel Federasyonu’nun faaliyetlerini içeride destekleyenlerin de
dikkatli olmaları gerektiği kanısındayız.
Çünkü bu anma v.s. adı
altında Türkiye aleyhine yapılan konuşmalar, etkinlikler kamuoyunda “Yunan Karşıtı” bir olgu/algı
yaratmaktadır ve bu da Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluğa zarar
vermektedir.
Bojidar Çipof
4 Eylül 2015