28 Şubat 2015 Cumartesi

ÇOKTAN IŞIKSIZDI YAŞAM


Ay giderken Güneş doğdu  
Ay; “Akşama beklerim” dedi…
Güneş; “Sabaha görüşürüz” dedi…

Sonra hatırladılar ki; gidecek yer kalmamıştı...
Ay; “Ne yapalım aydınlatmam artık geceyi” dedi
Güneş; “Ne yapalım vermem artık ışığı gündüze”  dedi

Sonra hatırladılar ki; zaten çoktan ışıksızdı yaşam,
Çünkü karanlıktı onlara Dünya…

Ay; bir daha geceyi aydınlatmadı,
Güneş; bir daha doğmadı…


Bojidar Çipof
1 Mart 2015 


22 Şubat 2015 Pazar

ADI: O…

 

Ona sarıldığında,
Onu öptüğünde,
O”nu hatırlayacaksın…
Onunla her seviştiğinde,
Gözlerini kapatacaksın,
Teninde ellerini hissedecek,
Sanki “O” olacak yanında...
Uyuduğunda da yanında “O” olacak
Ya da uyur gibi yaptığında ona…
Gölgesi her an takip edecek seni,
Onunla konuşurken içinden de
O”nunla sohbet edeceksin
Yüzünde mutluluk görüntüsü,
Yüreğinde çığlıklar yükselecek,
Çünkü sen “O”nunla değil
Onunla olacaksın…

Bojidar Çipof
23 Şubat 2015 





16 Şubat 2015 Pazartesi

SIRADAN BİR GÜN


Sıradan bir gün
Sensiz…

Sıradan bir haftanın başlangıcı
Sensiz…

Sıradan bir ayın bir haftası
Sensiz…

Sıradan bir yaşamın,
Sıradan bir yılında,
Sıradan bir gün sadece!
Sensiz…


Bojidar Çipof
16 Şubat 2015 





15 Şubat 2015 Pazar

ÖFKE PERDESİ



Öfke perdesi aralandığında görülen özlemdir. 

Ne var ki perde kapandığında yine öfke egemen olur ve bu aynı zamanda gözdeki sevgiyi de perdelemeye devam eder. 

Kimileri bu perdeyi tamamen açar, kimileri ise zaman zaman aralayarak özlem duymakta da olsa bu perde ile yaşamaya devam eder. 

Bunun adı tercihtir ve bu tercihi yaptıran bazen kalp, bazen de akıldır...

Bojidar Çipof
15 Şubat 2015 


11 Şubat 2015 Çarşamba

AŞK PORSELENİ…



Yaşamda çatlaklar hep vardır. Oluştuğunda bu çatlakları onarmaksa özen gerektirir. Çünkü çatlak yapışır ama eski halini asla almaz/alamaz.

(Çatlak söylemini bu tümcede mecazi olarak, insani ilişkilerdeki çatlaklar için kullandık!)

Bir çatlak oluşumundan sonra onarılmış haliyle yaşamı sürdüren, sürdürmeye niyetli olanların davranışları ve hatta kabullenişleri önemlidir ve tabi bu esnada devreye giren “Af” müessesesi de önemlidir. Af bir kabulleniştir, bir hatanın yok sayılmasıdır, mecazi olarak da yapıştırılan çatlağı olduğu gibi kabulleniştir. Bu bağlamda; Yaşamda çatlaklar oluşmaması en büyük dilektir…

Ve çok zaman af gereklidir de… Aksi takdirde yaşamı sürdürmek çok zor olur! Ama insan doğasının gereği olarak bu her daim bir kenarda bekler, unutuldu zannedilir ama unutulmaz. İçinde bekleteni obsesif yapma olasılığı da vardır ve ileriye yönelik başka önemsiz sorunlarda ortaya çıkar/çıkartılır…

Sevgi ise yaşamımızın her evresinde farkı nispetlerde, etrafımızdaki kişilere, aile bireylerine, milli ve manevi değerlerimize yönelik çok göreceli ve çok çeşitlilik arz eden bir kavramdır. Yaşam; her an çatlayabilecek bir porselen olarak düşünülse ve af etmeye, edilmeye gerek kalmaması için ihtimamla korunsa, etrafımızdaki farklı düzeydeki sevgimizi verdiğimiz ilişkiler ne güzel olur.

Yukarıda “Sevgi çok çeşitlilik arz eden bir kavramdır” dedik. Sevgi;  sadece âşık olunana tektir ve özeldir. Aşk ise sevginin en çok korunması gereken hâlidir ve sevgi porseleni asla çatlamamalıdır.

Etrafınızdakilere farklı düzeylerde verdiğiniz sevginizi ve varsa âşık olduğunuza olan özel sevginizi iyi koruyun…

Çatlamasına izin vermeyin… 

Sevginiz bol, aşkınız tek olsun…


Bojidar Çipof
11 Şubat 2015 


LODOS



Ağaçlar devrilmiş, çatılar uçmuş ne ki Lodos!
Ya da azgın dalgalar sandalları karaya vurmuş…
Ne fırtınalar geçti, kasırgalar savurmak istedi,
Tayfunlar yerden kaldırmaya çalıştı beceremedi…
Şimdi senin gece gece esmenden mi korkacağım?

Ben ne fırtınalar gördüm de devrilmedim Lodos!
Hayatımda senden kaç tane geçti saymadım bile
Çıkarttığın gürültü ancak uykumu kaçırır
Karanlıkta düşündürmekten öte şerrin olamaz
Eski Lodos’ları hatırlar yere daha sağlam basarım…


Bojidar Çipof
1 Şubat 2015 


YÜZÜNÜ BİLMEDEN ÂŞIK OLMAK!

 

Seneler geçti hâlâ tutamadım!

Tam yakalayacağım ki kaçıyorsun

Bazen silüet bazen de bir gölgesin

Emanet bedenlerden birini tutuyorum

Sonra anlıyorum ki o değilsin

Yüzünü bilmeden olmayan birini aramak

Yüzünü bilmeden âşık olmak bu…


Bojidar Çipof
15 Ocak 2015 



SAATLERİN DİLİ…

 

Saatler; 12 saatlik sürede ve “360” derecelik döngüde bir kere “Doğru”yu gösterirler... Kalan “359” derece zamana göre; “Yanlış”tır ya da söyleme göre “Yalan”dır… Bu; günümüzde patolojik hale gelmiş olan, insanların kendi “Yalan”larını, “Doğru”ları olarak yaşamasına alegorik bir benzetme de olabilir…

Bojidar Çipof
4 Ocak 2015 



GÖLÜN KENARINDAKİ ADAM 17


Bu yazı; 2010'da başladığım romandan bölümlerdir. İlk 5 bölümü burada yayınlanmıştır. 6 ile 14. bölümleri inşallah basılırsa romanda okuyabileceksiniz.
  
Hikâye; bir yandan henüz ilk 5 bölümde tarif edilmemiş bir kadını arayan öte yandan günümüz yaşamındaki negatif olguları sorgulayan bir Adamın içsel çığlıklarıdır.
  
Romanın yarısından sonra ise Adam; modern yaşamın tüm imkânlarını ve çevresini bir kenara bırakarak, içsel hesaplaşmalarını yapmak için bir gölün kenarında derme çatma bir kulübede yaşamaya başlamıştır…

Gölün kenarı havanın kararmasıyla birlikte kapkara görüntüsüne büründü. Adam, “şimdi karşıda birkaç ev olsa ve onların lambalarının ışıltısını görsen ne güzel olurdu” dedi kendi kendine. Zifiri karanlık bir geceydi. Daha sessiz ve daha kara bir geceydi. Bulutlar, Ay’ın ışıltısına maniydi ve tabi ki gölde Ay’ın yansıması da yoktu.

O an Ayı ışığının dahi o ortamda ne kadar büyük bir önemi olduğunu anladı. Aslında o mahrumiyet bölgesinde her ayrıntının çok fazla önemi vardı. Yaşamda da her ayrıntının bir önemi olduğu gibi…

Mahrumiyet! “Bu söylem oturmadı” dedi içinden. Çünkü mahrumiyeti ve sessizliği kendisi seçmemiş miydi? “Yine başlıyorum galiba?” diye içinden kendine kendine söylendi! Yalnızlığı, sessizliği kendisi seçmiş ve buraya kendi özgür iradesiyle yerleşmişti.

Kafasından atamadığı hususlar vardı tabi ki… Gözünün önünde yarı saydam bir perde gibi her an kendisiyle birlikte dolaştırdığı hususlardı bunlar…

Orada olmayan, hiç de önemsemediği nesnelerin ve elinin altında olmayan gıdaların kafasını kurcalayanlar olmadığını çok iyi biliyordu. O kaçmıştı! Teknolojiden, medeniyetten, lüksten, internet ve diğer iletişim araçlarından ama en fazla da insanlardan kaçmıştı. Ya da birinden…

Ama kendinden de kaçmıştı… Şehir hayatındaki alışkanlıklardan, etrafındaki sahte insanlardan, sahte ilişkilerden v.s…v.s…  işte o bunlardan kaçmıştı… Ama şimdi en çok kendinden kaçtığını biliyordu artık. “İstesem şu anda geriye dönebilirim” diye düşündü. Onu alıkoyan ne vardı ki? Kulübesini olduğu gibi bırakır ve geriye dönüş yoluna çıkardı.

Bunu yapamayacağını biliyordu. “Dönersem burada geçirdiğim günlere pişman olacak mıyım?” Bunun da yanıtı yoktu ya da o bu yanıtı o anda veremeyeceğini biliyordu. “Neden bu kadar ay burada inziva hayatı yaşadım?” sorusunu mu soracaktı ya da “Gölün kenarında ne kadar huzurluydum. Neden geriye döndüm ki?” sorusunu mu soracaktı. Eskiden çok sık kullandığı şu sözü anımsadı: “Yaşayarak görmek en güzeli…” Bunu yaşayamayacağını ise o çok iyi biliyordu.

O dönemezdi… Eski yaşamı ile tekrar yüzleşemezdi… O kaçmıştı! Kendinden, çevresinden, yakın arkadaşlarından ve özellikle birinden kaçmıştı…
Sevdiğimden” işte bu kelimeyi telaffuz edemiyordu. Sevdiği miydi? Seveni miydi? Ya da hiçbir şeyi miydi? Çünkü onlar hiçbir şey yaşayamamışlardı ki… Onlar birbirlerine âşık olduklarını söylediklerinden sadece bir hafta sonra ve bir daha bir araya gelmemek üzere kopmuşlardı. Birbirlerini aramadan, sormadan ve tüm iletişim yollarını kapayarak kopmuşlardı. Ve de birbirlerinden kaçmışlardı… O çok uzağa kaçmıştı, kendisi de buraya; gölün kenarına, bu ufacık kulübeye…

Bu sessiz ve zifir gecede içindeki bazı duygularla yüzleşmesi gerektiğini düşündü. Neden ve niçin kavramlarının bir cevabı olmalıydı artık! Bu düşüncelerle sebepleri hatırlamaya başladı ya da bunları anımsamaya çalıştı. Aslında bir yandan sebep çoktu, ama öte yandan ise sebep diye bir şey de yoktu!

Evet, çok kısaydı onların el ele tutuştukları süre, çok az sürmüştü karşılıklı “Sana âşık olduğumu o gün anladım” demelerinden sonraki süre, sadece bir haftaydı bu… Nedenleri anımsamak istemedi. Çünkü anımsarsa “Neden?” diye bir veri ortaya çıkmayacak ve üzülecekti. Bazen “Söz” ağızdan çıkar ve bir mermiden daha fazla hasar verebilir. Hatta mermiden kaçmak bir olasılıktır. Hani eğilirsin, sağa ya da sola kaçarsın ve belki sana değmez. Ama “Söz” öyle değil. Ağızdan çıkar ve gittiği yeri vurur. Tamam, ama ortada birilerini vuracak bir “Söz” de olmamıştı ki! Onların başına gelen; bir tek “Söz” ya da yanlış bir hareketten yıkılan onlarca aşkın, yuvanın, saadetin başına gelendi. Eğer şu an tarafsızca düşünse anlamsız bir şekilde yıkılan bir birliktelik adına çok üzülecekti.  

O buraya dinginliğe gelmişti. O buraya kendini fark etmeye, kendisiyle ilgili farkındalığa erişmeye gelmişti. O şehirde yüzlerce, binlerce insanın arasında olup kendini dört duvar arasına hapsedenlerden olmamaya gelmişti. Ama o buraya etrafında dört duvar olmasa da daha beter bir hapishaneye, tabiat hapishanesinde tek başına çile çekmeye gelmişti.

Onu hatalarını düşünmemeye sevk eden hususlardan biri işte buydu. Hatalar yapılmış ve rüzgârın savurduğu tohumcuklar misali o da gölün kenarına savrulmuştu, o kendini bilerek ve isteyerek buraya savurmuştu.

Gece yine o ıssız ve zifiri görüntüsü ile tam karşısındaydı. Biraz önceki karşısında birkaç ışık olsa temennisini es geçti. İyi ki karşıda ışıklar yoktu. O; içindeki yaşam ışığının sönmeye başladığını düşünerek irkildi. Bu olmamalıydı. Peki neden? Dönme umdu mu vardı ya da dönmeye niyeti mi vardı? Vardı tabi…

Bu onu yaşama bağlayan tek bağdı ve anımsamaya çalışmasa da bilinçaltında bir yerde yeşeren tek filiz bu dönme anıydı. Dönecekti ama ne zaman? Dönecekti ama ne şekilde? Sakallar uzamış bir Robinson misali mi? Yoksa tekrar sırtına alacağı bir lacivert takım elbise içinde sinekkaydı olarak mı? Hani bazı ilişkilerde olur ya, yürürsün ama hedefin mutlaklığı yoktur. Bir gün biterse acı çekeceğini bilirsin ama ömür boyu sürdürme adına değildir, başlama şekli ve devamında sürdürülen davranış biçimidir…

Yürüdüğü yere kadar… Hedef olmadan. Salt anı yaşama adına…

O; gölün kenarındaki yaşamını bu tür ucu açık ilişkilere benzetiyordu. Geldi ama bir gün dönmeye niyetle değil, geldi ama mutlak burada kalmaya değil. Uykunun o güzel uyuşkanlığı gözkapaklarına vurmaya başladı. Oturduğu yerde arada dalarak ve sonra irkilerek yine gözlerini açmaya başladı. Gece sırtına binmeye, baskısını hissettirmeye çoktan başlamıştı. İçinde yine ucu açık duygularla yavaşça yatağa yan uzandı ve başını yastığına gömdü.
Uyumadan önce gözlerinden birer damlanın yüzünden aşağıya süzüldüğünü fark etmedi bile…

Gölün kenarındaki adam uyudu…


Bojidar Çipof
2 Eylül 2010 


SUSTUM…


Boşlukta uyandım

Elimi uzattım tutacak bir şey yok!

Sonra aklıma yalnızlığım geldi

Onu zaten tutamazdım ki

Bana; döktüre döktüre susmak kaldı

Sustum…


Bojidar Çipof
17 Aralık 2014