30
Ocak’ta Gayrimüslimlerin Tüzel Kişilikleri: "Sorunlar Ve Haklar" 2.
Konferansı, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Cemaat Vakıfları Temsilci
Ofisi ortaklığı ve Venedik Komisyonu katkılarıyla, Bilgi Üniversitesi Dolapdere
Kampüsü, Mahkeme Salonu’nda gerçekleştirildi.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü adına izlediğimiz bu konferanstaki
katılımcıların yaptığı konuşmalardan bir kısmını (özetle ve) yorum yapmadan
sunum sıralamasına göre burada paylaşıyoruz.
Açılış Konuşmaları:
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı
Lozan’dan
doğan hukuki eşitlik Türkiye açısından tartışmalıdır. Son 10 yılda ise daha çok
sorun olan bu tüzel kişilik sorunlarını bugün tartışacağız. Azınlıklara
Lozan’da verilen izinler uygulamada sağlanamamıştır. Türkiye Gayrimüslim
azınlıkların haklarını tanımada negatif durumdadır. Bu bağlamda; bugün 37/45
maddeler, uygulamasında insan hakları açısından tartışmalıdır çünkü bu maddeler
o günün şartlarına göre hazırlanmıştır. 1923’ten sonra uluslararası hukuk çok
ileri gitti ama Türkiye şu anda bu hususlarda hayli geri kalmıştır. AB ve
Avrupa Birliği Konseyi kararları referans alınmamaktadır. BM uygulama ve
standartları ile AİHM kararları özellikle 9. Madde ki bu din ve vicdan ile
ilgilidir uygulanmalıdır. 9 ve 11 aralarında elzem bir bağ kurularak uygulanmalıdır.
Aslında 9 ve 11 bize Lozan hükümlerinin nasıl uygulanmasını da gösteriyor ancak
bizde kötü bir hukuki hafıza bulunmakta. 70’li yıllarda Yargıtay Hukuk
Kurulu’nun yorumu o tarihten sonra azınlıkların dini kurumlarının taşınmaz mal
edinmelerini kısıtlamıştır. Mazideki olumsuz hususları hatırlamamamız ve
düzeltmemiz için ne yapmamız gerekir? Bu konferans işte bu amaçla
tertiplenmektedir.
AB Bakanlığı Bakan Yardımcısı Dr. Alaattin
Büyükkaya
Sevgi,
saygı ve hoşgörü Osmanlının Balkanlardaki en büyük izidir. Bugün Dünya’da son
80 yılda dillerini unutmuş, unutturulmuş çok coğrafya var. Oysaki Osmanlının
coğrafyasında bulunan tüm etnik unsurların din, inanç ve özellikle dil
sorunları olmamıştır. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katkılarıyla 2010
yılında çıkartılan genelge ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından azınlıklara
iade edilen taşınmazlar, yaklaşık 2.5 Milyar Euro’dur. Büyükada Yetimhanesi de bu
süreçte Fener Rum Patrikhanesi’ne iade edilmiştir. Sümela ve Akdamar’da ibadet
için verilen izinler, Diyarbakır Surp Griogorios Kilisesi bu konuda Türkiye’nin
sağladığı önemli adımlardır. Lozan ise herkese yönelik olmalı, bir tarafa
negatif, bir tarafa pozitif hak sağlamamalıdır. Mesela biz bu adımları atarken
Atina’da şu anda bir cami yok! Selanik’te mezarlık yok! İnsanlar merhumlarını
gömmek için Batı Trakya’ya gitmek zorundadır.
Biz
Türkiye olarak kendi vatandaşlarımıza her türlü hakkı vermeliyiz ki bunu
sağlıyoruz. Ama kendi hukukumuzu sorgularken diğer insanların da hukukunu
sorgulayın. Dışarıdaki Türklere AB normuna uymayan çok şey yapılıyor, bunlar
için de gayret gösteriniz. Burada Sümela açılırken orada Lozan’a taraf ülkeler
ne yapıyor? Mesela Müftü seçimine yapılan engeller! Mesela Türk adlarının
kullanılamaması! Bunları da gündeme getiriniz.
Biz
Türkiye olarak AB’ye hazırız ama bakın elli yıl oldu sürekli bize zorluk
çıkartılıyor. Açın fasılları gerekeni yapalım diyoruz. Bizden çok geriden gelen
ülkeler AB üyesi oldular. Bakın Hırvatistan da AB üyesi oldu. Fakat bazı
fasıllarla ilgili eğitimi biz onlara verdik. 1963-2014 biz hâlâ bekliyoruz! Bu
kabul edilemez bir durumdur! Azınlık hakları diyorsunuz ama biz tüm
vatandaşlarımızın refahı için zaten gayret içindeyiz. Madem Atina’da cami yok!
Orada da lobi yapınız ki azınlık hakları tek taraflı olmasın, bunlar da
söylenmeli ki adil olunsun. Bu toplantı bir ihtiyaçtır ama kazanımlar
karşılıklı olmalıdır.
Cemaat Vakıfları Temsilcisi Laki
Vingas
13
Mayıs 2013’te ilki yapılan ve azınlıklar için çıkış yolları aradıkları bu
toplantıyı tekrarlamaktan hoşnut olduğunu ifade etti. Çok hızlı gelişen ülke
gündeminde önemli bir ihtiyaç olan dini özgürlükler için Venedik Komisyonu
standartlarına uyulması gerektiğini vurguladı.
1. Oturum Gayrimüslim
Cemaatler: Tarih, Toplum Ve Hukuk
Prof. Dr. Arus Yumul - Bilgi
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi “Temsil,
Karşı temsil ve Gayrimüslimler”
Gayrimüslim
teriminin ayrıştırıcılığı hakkında konuştu Gayrimüslim teriminin Müslüman
teriminin karşıtı olmadığını ve aşağılayıcı bir mana ifade ettiğini söyledi.
Türkiye’nin 19 Y.Y.dan bugüne asimilasyon tutumu içinde olduğunu, Türkiye’deki Gayrimüslim
düşmanlığını; vatanın bölünmez bütünlüğünün teminatı olarak kabul edildiğini
söyledi. Türkiye’de birine “Ermeni” ya da “Ermeni Dölü” denmesinin çok büyük
bir hakaret olarak kabul edildiğini, Türklerin Ermeniler ve diğer azınlıkları
misafir olarak gördüğünü ve “Misafir ev sahibine müteşekkir olmalıdır” görüşünün
bulunduğunu ve bazı Türklerin “Benim Ermeni arkadaşım da var” şeklindeki
söylemlerini bir hakaret olarak kabul ettiğini belirtti. Sonra sosyal medyadan
örnekler vererek; Ekşi Sözlük, Kötü Sözlük Uludağ Sözlük, Uykusuz Sözlük,
Santral Sözlükten topladığı Ermeni karşıtı cümleleri ardı ardına ironi de
yaparak Türkiye’deki Ermeni düşmanlığını eleştirdi.
Prof.Dr. Elçin Macar - Yıldız Teknik
Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi “Tüzel Kişilik Meselesi ve Ruhani Kurumların
Geçmiş Deneyimi”
Gayrimüslimlerin
sıkıntılarında tüzel kişilik sorunları birinci husustur. Osmanlı döneminde
bunun Babıali tanımlamıştı ve hiçbir sorun yaşanmıyordu ama Türkiye Cumhuriyeti
bunu tanımlamaktan daima kaçınmış ve konjektüre göre davranmayı tercih
etmiştir. Söylemde herkes eşittir denmekle birlikte uygulamada bu daima zıttı
oldu ve Gayrimüslimler ulusun dışında kaldılar böylece Devletle ilişkilerinde
zor anlar yaşadılar. Rum Patrikhanesi’nin kabul edilmeyen tüzel kişiliği ve
Ekümenik vasfını Dünya tanımaktadır ama bizde “başpapaz” olarak kabul
edilmektedir. Tüzel kişiliği olsaydı tabi ki başpapaz denemezdi ve Ruhban Okulu
için de muhatap olarak dava açılabilirdi. 2007’de Yargıtay tarafından verilen
bir kararla, yüksek mahkemenin hiç de görevi olmadığı halde Patrikhane’nin
Ekümenik olmadığına hukuksal bir karar verilmiştir ve bu abesle iştigal demektir.
2. Oturum Azınlık Politikaları
Işığında Tüzel Kişiliğin Önemi
Laki Vingas - Cemaat Vakıfları
Temsilcisi “Gayrimüslim Azınlıkların
Temsili ve Tüzel Kişilik Eksikliği”
Bu
akademik çalışmalar bir başlangıçtır ve daha da devam edeceğiz. Ben 2008’de ve
2011’de bu göreve seçildim. Bu mesuliyetli bir görevdir ve bunu ifa etmeye
çalışıyoruz, karşılıklı tartışarak sorunları çözmek için gayret ediyoruz. Tüzel
kişilik olarak görülmüyoruz ama bir yandan da Devlet seçimleri takip ediyor. Bu
seçimler 15/20 yıl arayla olunca tabi ki bir anlam ifade etmiyor ve seçim
disiplinsizliği de yaratıyor. Bu yoruma açık seçimlerde kargaşa ve husumetler
çıkıyor. Bu aksamalar da hizmetlerde inkitaya neden oluyor. Bu belirsizliği
gidermek için bir ana statüye gerek var. Örgütlenme hakkımız olmalıdır. Bu
nedenlerle Gayrimüslim cemaatlerin yapısı negatif gelişmektedir. 100 sene
evvelki örgütlenme biçimini beklemek mutlaka doğru değildir ve Rum vakıfları
süratle birleştirilmelidir. Fermanların devamıyla bu iş yürümez teori ve
uygulamada amacım sıkıntılara dikkat çekmektir. 60 kadar mazbut vakfımız var. Devlet
bu durumlarda mazbut İslam vakıflarına göre davranıyor. Mazbutaya alınan
vakıflarda Devlet restorasyon yapmışsa bile cemaatin söz hakları yok
olmamalıdır.
Dr. Adnan Ertem - Vakıflar Genel
Müdürü “Cemaat Kurumlarının Osmanlı’dan
Günümüze Yapılandırılması, Tüzel Kişilikler ve Mülkiyet Hakları”
Bugün
buradaki konuşmamda size iki farklı kimlikle hitap edeceğim. Konuşmamı bir
akademisyen sıfatıyla yapmak istiyorum ancak mevzuat ile ilgili bir sorunuz
olursa bu kez de size vakıflar Genel Müdürü olarak hitap ederim.
1935’teki
Vakıflar Kanunu ülkemizde bu konuda bir milattır. Kamuoyunda bu kanun
beyannamelerin verildiği yıl olan 1936 olarak bilinir ve “36 Beyannamesi”
olarak tanımlanır. 1936’da Türkiye Cumhuriyeti azınlık vakıflarına pozitif
anlamda bir yapı sağlamıştır. Burada şu an konuştuğumuz dini maksatlı cemaat
vakıflarını yeni vakıflarla karıştırmamak gerekir. Bu vakıflar tarihsel bir
süreç ve bu süreçten gelen taşınmazları ve dini hizmet verdikleri bir cemaatle
birlikte tanımlanırlar ve Türkiye’nin bu vakıflara sağladığı haklar; kuruluş
belgelerindeki ya da fermanlarındaki amaçların dışına çıkamaz. Bunlar dini
vakıflardır ve en başta da ticari faaliyet yapamazlar. Aslında Türkiye’nin de
bu vakıflara sağlayacağı imkânlar; dini ya da kendi kültürel hizmetleri için
gereken sınırları aşamaz. Fakat biraz evvel değindiğim gibi ülkemizde bu
iştigal alanları dışında vakıf kurmak Anayasal bir haktır. Her türlü yardım ve
kültür amacıyla vakıf kurabilirsiniz. Musevilerin 500. Yıl Vakfı’nı bu konuda
örnek olarak gösterebilirim. Ama Lozan’ın verdiği ayrıcalıklı statü sadece
kilise, mezarlık ve hayratları ile sınırlıdır.
Bu statüyü yaşattığına inanılan vakıflar faal diğerleri ise mazbuttur. Mazbut
vakıflardan olup restorasyonunu yaptığımız taşınmazlar vardır ki bunları
restorasyonu tamamladıktan sonra faydalanma açısından kendilerine bırakmak niyetindeyiz.
Hakların kısıtlanması noktasında mütekabiliyeti dikkate almadan yaptıklarımız
ortadadır. Buna rağmen yapılan birçok tenkidin ise haksızlık olduğu
kanaatindeyim.
3. Oturum Uygulamada Hukuk Ve
Politika
Av. Ali Elbeyoğlu “Patrikhanelerin Tüzel Kişiliklerinin Olmamasının Yol Açtığı Hak Arama
ve Mülkiyet Sorunları”
Patriklerin
TC olmaması onları yok saymaktır. Bu da işlerini muvazaalı yapmalarına neden
olmaktadır. Sansaryan Han evvelâ Ermeni Patrikliği tarafından yönetildi sonra
elden çıktı ve İl Özel İdaresi’ne geçti. Tüm bu süreçte, tüzel kişilik var gibi
de davranılmıştır. Tüzel kişilik idari yargıda çok önemlidir. Sansaryan Han
davasında Devlet Ermeni Patrikliğini çok zararlı bir hasım olarak sayarak işlem
yapmıştır. Sansaryan Han; Emniyet Müdürlüğü olduğu süre içinde bilindiği gibi işkence
merkezi olmuştur. Şu anda gelinen iade edilmesi noktası ise malumun ilânıdır. Bu
ülkede Kürt ve Aleviler de yıllarca yok sayılmışlardır. Başörtüsüne yapılan
baskı da yakında hallolan bir başka husustur. Geçtiğimiz sürede Türkiye’de en
az ilerleme sağlanan husus ise azınlık haklarıdır. Bir köy derneğinin bile
tüzel kişiliğinin var olduğu bu ülkede patrikhanelerin tüzel kişiliği yoktur.
Av. Setrak Davuthan “Cemaat Vakıflarının Tüzel Kişilikleri”
Osmanlı’da
hükmü şahsiyet mevhumu vardı ve o günkü mevzuat gereği tapular “namı müstear”
olarak ya bir aziz ya da bir saygıdeğer kişi adına tescil edilmekteydi. Bu
kurumlar Osmanlı Hayri kurumları olarak sayıldılar. Patrikler millet
başıydılar. Osmanlı’dan gelen bu vakıflar için 1935’te İsviçre’den gelen bir
heyet ile birlikte Vakıflar Kanunu hazırlandı. Bugünkü sorunlar bu dini
kurumların Vakıflar Kanunu çerçevesinde olmasındandır. 1935’te bu kurumlar
vakıf olarak tanımlandılar. İsviçre’den gelenin heyetin başkanı Hans Leman
bugün yaşananları öngörseydi Vakıflar Kanunu’na açıklık getirirdi. Ben bu
yasayı tenkit ediyorum. Kullanım, 36 beyannamesinin uygulanması, süre, idarenin
temsili ve seçim sistemi ile ilgili büyük sorunlar vardır. Günümüzdeki tek
gelişme seçim esnasının polisin gözetiminden alınarak Dernekler Müdürlüğü’ne
aktarılmasıdır.
Av. Ester Zonana “Cemaatlerin Tüzel Kişilikleri”
Cemaatler
Osmanlı’da millet sistemi ile yönetilmekteydiler. Sonra nizamnamelere geçildi.
Eskiden dini reisler kabul edilirdi, Islahat’tan sonra seçimler başladı.
1935’te taşınmazlar liste olarak istendi ve sonra vakıf olarak kabul edildiler.
Medya antisemitik davranarak halkı Hahamlığa karşı kinlendirmiştir. Eskiden
haham delegelerle seçiliyordu. Şimdi ise seçimden sonra seçim kurulunu dağıtan
bir uygulama var. Bir sorun olduğunda süratle organize olunamıyor.
Foti Benlisoy “Ekümenik Patrikhanenin Tüzel Kişilik Meselesi”
Bu
gün burada çok detaylı açıklamalar yapıldı. Egemen bir Devlet olan Türkiye’de
evvelâ zihniyet dünyamızı düzelmeliyiz. 2007’de Yargıtay’ın Patrikhane’nin
Ekümenikliği açısından vermiş olduğu bir karar bir rezalettir. Azınlıklara
burada yabancı denmektedir ve halkın algısına göre kötüdürler ve tehdittirler.
Rum Patrikliği’nin Ekümeniklik ve tüzel kişilik sorunları büyük sorunlardır Bir
ruhani reisliğin tüzel kişilik sayılmamasın anlamak güçtür. Aziz Nesin’in
dediğine göre; “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz”. Anlayacağınız, Devletin işine
geldiğinde yaşar işine gelmediğinde yaşamaz.
Devlet
bu argümanı; “Zaten cemaat vakıfları var sen neden tüzel kişilik olasın?”
şeklinde algılamayı tercih ediyor. Diyanet bir yandan bu ülkenin vergilerinden
ayrılan bütçe ile örgütlenirken diğer yandan bir başka dini reislik, tüzel
kişilik dahi sayılmıyor. Bu bir din özgürlüğü ihlalidir, çoğulcu demokrasiye
aykırıdır. Aslında Büyükada Yetimhanesi’nin tapusunun verilmesi ile tüzel
kişilik resen tanınmıştır ama sadece orada kalmıştır. Ruhani bir kurum olan
Patrikhane’nin kurumsal açıdan tüzel kişiliği ve dini açıdan Ekümenik ünvanı
kabul edilmiyor. Esas bu kabul edilemez bir durumdur. Tüzel kişiliğin tanınması
için yasal uygulamalar gerekiyor. Diğer Gayrimüslim toplulukların da
örgütlenmesi için tüzel kişilik sorunları vardır. Gayrimüslim toplulukların
içişlerinde özgür olması gerekir ama bizde bu böyle değildir. Yeni bir yapı ve
düzenleme gerekiyor. Bu mesele demokrasi ve çoğulculukla ilgilidir.
4. Oturum Gayrimüslim Tüzel Kişilikler
Ve Hukuk
Prof. Dr. Ergun Özbudun - Şehir
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi “Venedik
Komisyonu Raporu Işığında İnanç Gruplarının Tüzel Kişiliği İle İlgili
Sorunlar"
Venedik
Komisyonu’nun 2010 tarihli raporu bugünkü konferanstaki ana konumdur. Bu rapor
çok güzel hazırlanmış ve oybirliği ile kabul edilmiştir. Rapor; Türkiye’deki
dini cemiyetlerin statüleri ile Ekümenik Patrikhane’nin durumuna ayrıntılı
olarak bakmaktadır. Bu rapor; bir talep üzerine AB Parlamentosu Asamblesinin
İzlemene Komisyonu’nun talebi ile hazırlanmış olup, tüzel kişilik ve Ekümenik
sıfat ile ilgilidir. Heybeliada Ruhban Okulu talepte özel olarak yer almadığı
için bu husus kısa olarak yer almaktadır.
AB
standartlarının temel metinleri ve sözleşmenin din ve vicdan ile ilgili 9.
Maddesi; din özgürlüğünün salt bireylerin değil kolektif bir olgu olduğunu
belirtir. Din özgürlüğünün temel unsuru ise örgütlenme ve örgütlenme hakkıdır.
Komisyon bu konuda standart bir uygulama olmadığını ve bazı ülkelerde “Devlet Kilisesi”
mantığını ortaya koymaktadır. Örneğin Almanya’da kilise; kamu hukuku ile
çalışır. Fransa; inanç dernekleri diyebileceğimiz bir yöntemi benimsemiştir.
Yani AB ülkelerinde bu konuda standart ve özel bir düzenleme yoktur. Türkiye’de
azınlık cemaatlerinin tüzel kişiliklerinin olmaması pratikte sorunlar
yaratmıştır. Bunlar; hukuk, mülkiyet meseleleri, iş ilişkisi ile bağlı olarak
da olmayan tüzel kişiliğin personelinin SGK sorunları… Avrupa’da Fransız sistemi
olan inanç dernekleri bence en iyisidir. Türkiye’de bu sorunlar nasıl
aşılabileceğinin uygulanabirliği araştırılmalıdır. Burada Türkiye’nin
laikliğinin özelliği işleri zorlaştırmaktadır. Mesela Norveç’te diyanetin
işlemesi bize benzer ama bizdeki gibi iktidarın dayatmacılığı yoktur. Gayrimüslimlere
eğer özel haklar verirsek “Marjinal Müslüman gruplar da bunu ister mi?”
endişesi de bir yandan vardır. Mesele sadece bir hukuk tekniği sorunu değildir.
Gayrimüslimleri yabancı ve düşman gören ciddi bir zihniyetin de değişimine ihtiyaç
bulunmaktadır. Ekümeniklik sorunu; Türkiye’yi ilgilendirmez ve Devletin bu
konuda müdahalesi olmamalıdır. Devletin hiçbir resmi kurumu bu hususa
karışmamalıdır.
Halki
(Heybeliada Ruhban Okulu); Osmanlı’da ve tek parti döneminde var olmuş bir
kurumdur. 1971’de kapatılması ise Türkiye’nin resmen bir ayıbıdır. Bu suretle
insanların din adamı yetiştirme hakları ellerinden alınmamalıdır. Bu güne kadar
açılması ya da hiç kapanmaması gerekirdi. Bunu Batı Trakya ile mütekabiliyet
çerçevesinde değerlendirmek ise kabul edilemez bir durumdur ve hiçbir medeni
ülke bunu yapmaz.
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi – İstanbul
Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk
Fakülteleri Öğretim Üyesi “Hukuk Devleti
İlkeleri Işığında Cemaat Tüzel Kişilikleri”
Allah’ın
emri mutlaktır kâfir demek de günahtır. Hz. İsa’nın dediği gibi ölüm günü
önemlidir. İnsanların mutluluğu için inanç özgürlüğü önemlidir. Böylece tüzel
kişilikten çıkıp yabancılara ayırım yapmaya hakkımız yoktur. Evrensel temel
hukukun 3 temel ilkesi vardır. Eşitlik İlkesi, Hakkaniyet İlkesi ve Namuslu
Yaşamak İlkesi ya da dürüstlük…
Tüm
dinlerde temel unsur sevgidir. İlahi sevgiyi insanlar değiştiremez. Hukukun ana
kaynağı da sevgidir. Evrensel hukuk da sevgiye dayanır. Hangi din inancından
olursa olunsun eşit insanlık tanınmalıdır. Buna uymayanlara insan dememek
gerekir. Hz. İsa’nın sözleri de Rab’ın sözleridir. Kuran’ı Kerim’de de çeşitli
ayetlerde sevgiyi bulabilirsiniz. Hukuk insanların ayrımcılık yapmaması için
icat edilmiştir. Biz tarikatları kapattık. Tüzel kişilik tarikatlarda yoktu ve
önemsizdi. Bizde de bu bir engel olmamalıdır. Zaten son kanun da rezalettir. AB
uyum süreci başlamadan önce bir hamle ile kayıt düzeltme davaları açıldı. Bundan
sonra taşınmazlar için evvelâ güvenlik kurumlarından sonra da vakıflar Genel
Müdürlüğü’nden izin almak gerekiyor. Ya da Jitem’den Mit’ten de izin almak mı
lazım?
Katolik
vakıflarına da yapılan haksızlıklar önlenmelidir. AKP son kanunla makyaj bir
düzenleme yapmıştır. Yapılan için “Evet ama yetmez” diyorum. Ekümeniklik ise
bizi ilgilendirmez. Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmış olması zaten Lozan’a
aykırıdır. Maalesef biz azınlık haklarında Osmanlı’dan sonra geriye gittik.
Lozan’dan sonra din haklarında çok daha geriye gittik. Lozan’dan sonra bir
müddet haklara riayet ettik ama sonra felaketler başladı.
Gayrimüslim
kelimesinden Arapça bilenler çok rahatsızdır. Bu kelime ile azınlıklara
Arapçaya göre dinsiz demekle aynı olan bir sıfatlama yapılıyor. Azınlıklara
tanınmayan haklar insanlık ayıbıdır. Çifte ölçütlülükten kaçınmak gereklidir. Bu
işleri düzeltmek için mutlaka bir üst kurul kurulmalıdır.
Yazarın Notu:
Bu konferansı baştan sona kadar izledik, ayrıntılı olarak not aldık ve kayıt
yaptık. Bu yazımızın başında da belirttiğimiz gibi konuşmacıların bir kısmının
söylemlerini özetle ya da satır başlarını vererek sunum sıralamasına göre
paylaşıyoruz. Bu söylemleri hiç yorum katmadan verdiğimizi de özellikle
belirtmek isteriz.
Süryani
Kadim Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ ilk oturumun sonuna doğru konuşmacıların
önüne gelerek beklemeye başladı ve sunumlar bitince mikrofonu alarak şu şekilde
konuştu: “Neden burada Süryaniler temsil edilmiyor? Biz de Türkiye’de yerleşik
çok eski bir toplumuz. 3500 yıllık İbrahim’in dilini konuşuyoruz. Biz Aremice
ve Arapça biliriz. Gayrimüslim demek çok yanlıştır. Gayrimüslim Arapçada dinsiz
demektir. Neden burada farklı inanç sahipleri denmiyor? Konferansın ilerleyen
kısımlarında hatırlanmayı bekliyoruz.”
Süryani
Ortodoks Kilisesi Metropoliti Yusuf Çetin ise sonraki oturumun öncesinde
kürsüye çıktı ve Süryani Kadim Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ’ın konuşmasına
benzer bir şekilde; 3500 yıllık bir topluluk olduklarını, hiç bir zaman Devlete
sorun çıkaran bir cemaat olmadıklarını. Hz. İsa’nın dili olan Aramiceyi devam
ettiren ve Arapça da bilen inançlı bir topluluk olduklarını, Gayrimüslim
söyleminin Arapçada “dinsiz” anlamına geldiğini. Mesele azınlık sorunları
olduğunda neden dışlandıklarını dile getirdi.