3 Aralık 2014 Çarşamba

SUSKUNLUĞUMU SUSTURSAN


Gün; Güneşsiz doğuyor artık
Yine karamsar günlerle geldi kış…

Uyandığında içini ısıtacak biri olmalı,
Kendi güneşin de olmalı ki
Sadece beden değil ruhun da ısınsın
Soğuk geceler düşüne sarılıp ısınsa da
Uyandığında gerçekle yüzleşirken,
Hem içinde, hem dışında titrersin
Ve anlarsın kışın her yandan geldiğini
Ardından suskunluk başlar konuşmaya!
Sadece sen duyarsın serzenişleri,
İçini acıtır durur acı sözler…
Anımsarsın; hoyratça sarf ettiğin,
İsraf ettiğin sıcaklıklar gelir aklına
Havada duygusal bir titreşim beklerken
Şöyle dersin:

Kanatlanıp kuş gibi bana gelsen sevgili
Suskunluğumu sustursan ne güzel olur…


Bojidar Çipof
2 Aralık 2014 




29 Kasım 2014 Cumartesi

KATOLİK PRO ORİENT VAKFI 50. YIL KUTLAMALARI


Kasım 1964’te Avusturya’da, Viyana Kardinali Franz König tarafından “Pro Orient” adlı bir vakıf kuruldu. Vakfın ana misyonu; Roma Katolik Kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesi ve Oriental Ortodoks Kilisesi arasında işbirliği sağlanmasıydı.

Pro Orient Vakfı’nın; 1962’den 1965’e kadar süren ve “2.Vatikan Konsili” olarak (Sadece Katolik Kiliseler katıldı) bilinen süreç içinde kurulmuş olması da vurgulanması gereken bir husustur.  Bu sene vakıf, 50.kuruluş yılını gerçekleştirmiştir ve bu kapsamda yapılan etkinlikleri “Altın Kutlama” olarak nitelemektedirler.

Faaliyetleri incelendiğinde; Süryaniler ve Kıptiler üzerinde daha yoğun olduğu görülmektedir ve ülkemizde de bazı faaliyetleri vardır.

Örneğin; 30 Mayıs 2011’de Mardin Artuklu Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde; Avusturya Büyükelçiliği ve Pro Oriente Vakfı işbirliğiyle “Kültür, Dil ve İnanç: Bir Köprü Olarak Süryani Çalışmaları” adlı bir sempozyum düzenlendiler. Sempozyuma; Artuklu Üniversitesi Rektörü ve çok sayıda akademisyen, Pro Oriente Vakıf Başkanı Dr. Johann Marte, Avusturya Büyükelçisi Heidemerria Gürer, Süryani Diyarbakır-Mardin Metropoliti Salibe Nur Özmen, Adıyaman Metropoliti Grigoryas Melki Ürek ile birlikte çok sayıda siyasetçi ve diplomat katıldı.

Rum Patriği Bartholomeos da 6/11 Kasım tarihleri arasında, Pro Orient Vakfı’nın davetlisi olarak Avusturya’da bulunmuştur. Bu vakıf; Rum Patrikhanesi’ni Doğu Ortodoks Kilisesi’nin başı olarak kabul etmektedir. Ayrıca; Suriye Irak gibi sorunlu bölgelerdeki Hıristiyan kiliseler ile topluluklarla da ilgilenmektedir.

Avusturya Katolik Kilisesi vasıtasıyla; Kıpti, Süryani ve Ermeni Kiliseleri de bu vakfın ilgi alanları dâhilindedir ve nitekim 50. Yıl kutlamasına bu kiliseler de davet edilmişlerdir. Bu seneki toplantıda, Pro Orient Vakfı’nın Başkanı ve yöneticileri vakıflarının kiliseler arasındaki yakınlaşmayı arttıran rolü üzerinde durdular. Suriye ve Irak’taki mülteci sorunlarında hayırsever bir rol üstlendiklerini beyan ettiler.

Bartholomeos da bu gezi süresinde bir gazeteye verdiği röportajda aynı doğrultuda olarak; Orta Doğu, Irak, Suriye'deki zulüm ve çatışmalarla ilgili olarak da temenniler ve orada acı işçinde olan Ortodoks Hıristiyanların başına gelenleri kınadığını ifade etmiştir.

Papalık Konseyi Vatikan Başkanı Kardinal Koch, Viyana Kardinali Schönborn, Pro Orient Başkanı Johann Marthe’nin ev sahipliğinde; Rum Patriği Bartholomeos ve ayrıca Mısır Kıpti Patriği Theodor, Kıpti Pope Tawadros ve Suriye ile Ermeni Ortodoks Kiliseleri temsilcileri bu kutlamaya katıldılar.

Viyana’daki Freyung Manastırında dualarla başlayan etkinliklerde özel bir konu dikkat çekti! Kıpti Pope Tawadros, Hıristiyanların Paskalya Bayramı’nın kutlama tarihi için asırlardır süregelen tartışma ile ilgili olarak çözüm önerdi ve Dünya genelinde ortak bir tarihte uzlaşılması dileğini ortaya getirdi.

Paskalya öncesinde 40 gün süren orucun sonundaki haftada her gün gece ayinleri yapılır. Bu süreç içinde aynı zamanda İsa Peygamber’in çarmıha gerilişi safhası da vardır ve Cumartesi akşamı saat 24.00’te yapılan ayin; İsa Peygamber’in yeniden dirilerek göğe çıkışının tasviridir. Tüm bu hafta aynı zamanda matemdir. Cumartesi 24.00’te İsa Peygamber’in göğe çıkışı ile ise halk arasında “Yumurta Bayramı” olarak da bilinen “Paskalya Bayramı” süreci başlar.

Her sene, Nisan ve Mayıs aylarında dini bir takvimle hesaplanan bu süreç için Hıristiyanlar ikiye bölünmüştür. Çünkü farklı mezhepler, farklı günlerde bu bayramı kutlamakta, “Eski Takvimciler” ile “Yeni Takvimciler”in kutlama günleri farklıdır. Aslında Milat kadar eski olan bu tartışma; sadece Paskalya ile sınırlı değildir ve Noel Yortusu’nun tarihi için de aynı tartışma mevcuttur. Paskalya; bu iki ayrı görüş tarafından 1 hafta farklı olarak kutlanma iken, İsa’nın doğum günü kabul edilen ve Dünya’nın büyük kısmında 25 Aralık’ta kutlanan Noel; Eski Takvimciler tarafından 7 Ocak’ta kutlanır.

M.Ö. 46 yılında Jül Sezar tarafından “Jülyen Takvimi” kabul edilmişti. Sezar, İskenderiyeli Astrolog Sosigenes’den yardım alarak bu takvimde düzeltmeler yaptırdı ve her yıl 365.25 gün olarak hesaplandı. Sezar; takvimin Temmuz ayında tamamlanan düzenlemesinde hem kendi adını bu aya verdirdi (Temmuz=July), hem de takvime Jülyen Takvimi dedi.

Sezar’ın ölümünün ardından takvimle ilgili tartışmalar, günümüzde de olduğu gibi yıllarca devam etti. 128 yılda 1 günlük kayma olduğu kabul edilen bu takvim zamanla yerini Papa 13. Greogory’nin hazırlattığı “Miladi Takvim” ya da diğer adıyla “Gregoryen Takvimi”ne bıraktı. Miladi Takvim, Türkiye’de Hicri ve Rumi takvimlerin yerine 1 Ocak 1926’da kullanılmaya başladı. Günümüzde Hicri takvim ülkemizde sadece Şeker ve Kurban bayramlarının hesaplanmasında kullanılmaktadır.

Pro Orient Vakfı’nın 50. Yılı kutlamaları esnasında Avusturya Katolik Kilisesi tarafından Rum Patrikhanesi’ne Sankt Andre Burgenland’da bir arazi bağışlandı. Bağışlanan bu arazide Avusturya’da ilk olarak bir Ortodoks manastırı Rum Patrikhanesi tarafından inşa edilecektir. Bartholomeos bu manastırın, Ortodoks rahipler için manevi bir sığınak ve aynı zamanda farklı Hıristiyan gelenekleri ve kültürü ile de buluşma ile Doğu ve Batı kiliseleri arasında bir köprü olacağını umduğunu ifade etti.

Yunanistan Büyükelçisi Chryssoula Aliferis etkinlik kapsamında 6 Kasım’da Rum Patriği Bartholomeos onuruna ve tüm Pro Orient Vakfı 50. Yılı kutlamalarına katılan kiliselerin temsilcilerinin de davet edildiği bir akşam yemeği verdi. Avusturya Dışişleri ve Uyum Bakanı Sebastian Kurz, Vatikan, Rus ve Sırp büyükelçileri de bu yemeğe katıldılar. Ertesi gün Bartholomeos ve zevatı Türk Büyükelçisi Hasan Göğüş’ün davetlisi olarak Türkiye Büyükelçiliği’nde kahvaltı yaptılar.

7 Kasım’da ayrıca Avusturya Devlet Başkanı Hans Fischer de Pro Orient katılımcıları onuruna Viyana Hofburg’da bir öğle yemeği düzenledi.

Öğlenden sonra ise Bartholomeos ve beraberindekiler Viyana Mezarlığı’nda yatan eski Avusturya Metropolitinin mezarını ziyaret ettiler. 8 Kasım’da Viyana Kardinali Schönborn tarafından bir akşam yemeği verildi.

9 Kasım’da tüm katılımcıların da hazır bulunduğu bir Pazar Ayini icra edildi. Akşam ise Avusturya Metropoliti tarafından Bartholomeos onuruna verilen akşam yemeği vardı. Yunanistan Büyükelçisinin yanı sıra, Salzburg Yunanistan Başkonsolosu ve Kıbrıs Rum Kesimi başkonsolosları ile Avusturya’daki Rum topluluğundan kişiler de bu yemeğe katıldılar. Bartholomeos ve beraberindekiler son gün olan 11 Kasım’da; Avusturya Katolik Kilisesi tarafından Rum Patrikhanesi’ne bağışlanan Sankt Andre Burgenland’daki araziyi gezdiler.

Rus Patriği Kiril, 28 Haziran 2013’te Pro Orient Vakfı’nın davetlisi olarak Avusturya’ya gelmiş, bu toplantıda Pro Orient Başkanı Johann Marthe, Rus Patriği’nden Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki zor durumda olan Hıristiyanlara yardım ve sorunları için destek vermesini istemişti.

Pro Orient Vakfı, sonuçta Katolik Kilisesi’nin (Curia Romana) birçok yan oluşumu gibi bir koludur ve her papa tarafından destek ve övgü almaktadır. Papa 2. John Paul 29 Mart 1979’da Pro Orient Vakfı üyelerine yönelik çok övücü ifadelerin yer aldığı hayli uzun bir Papalık  tebliği yayınlamıştı.

Yeni Papa Franciscus (bu makaleyi yazdığımız esnada) 28/30 Kasım tarihleri arasında evvelâ Ankara ve ardından İstanbul olmak üzere resmi ziyaretlerde bulunmak için Türkiye ziyareti yapmaktadır. Bir sonraki makalemizde Katolik Kilisesi organizasyonu ile bu ziyaret ve ardından gelenleri kaleme alacağız.



Bojidar Çipof
28 Kasım 2014



HEY “KIŞ”



Hey Kış;

Güz bana çok şeyler yazdırdı!

Bakalım sen bana neler yazdıracaksın?

Her ne yazdıracaksan yazdır ama içinde;

Sevmenin rengi ve kokusu da olsun…


Bojidar Çipof
28 Kasım 2014 





25 Kasım 2014 Salı

BANA GELEN ARMAĞAN


Dilim kalemdi mısralarda ama
Ruhumun çatlakları gibiydi satırlar
Oysaki her şey yazılabilirdi beyaz kâğıda
Aşk yoktu, belki ondan üveydi kelimeler,
Üveydi de ondan anlatamazdı cümleler
Ancak gönlün efkârlanacak yeri de olmalı 
Sebil olup akmalı içindeki duygular
Hayâlde biri de olmalı ki ses versinler sana…

Güneşsiz gecelerde bir armağan dilerken,
Tünelin ucundaki ışığı beklerken,
Mustarip lisan aniden konuşuverir
Hele gönlün ucuna takılmış bir de el görünce
Ruhunun çatlakları kapanıverir birden
Damlalar artık sevda dolu mısralardır
Yağmur olup boş kâğıda yağarlar
Sana gelen armağanın aşkıyladır bu…


Bojidar Çipof
26 Kasım 2014 




21 Kasım 2014 Cuma

GÖNÜL MAHREMİYETİ

Gönüldeki kişi ile yaşanan duyguların, karşılıklı söylenen güzel sözlerin ve anların, üçüncü kişilere anlatılması; yaşanmış cinselliklerin anlatılmasından bile daha kötüdür.

Bu; saf duyguların iğfal edilmesi, gönül mahremiyetinin kirlenmesidir!

Arkadaş tanımının; “ölene dek” bir kavram olduğu devirde büyümüş olanlar günümüzdeki “arkadaş” algısında, şekil olarak sorun yaşıyorlar!

Eskiden en önemli kavram olan, çoğu hallerde bir akrabadan daha yakın olan “arkadaş” kavramı için “sulanmış” diyeceğiz ama (bizce) bu kelime bile bugünkü hâlini tanımlamaya hafif kalır!

Arkadaşlık “sosyolojik” manada bir ilişkidir. Son yıllarda ise önüne gelen herkese “arkadaş” diyebilenlerde bir olgu ya da jargon oluştu! Günümüzde bir iki kere merhaba denildi mi bunun adına da “arkadaş” ya da “kanka” deniyor. Bazı kişiler hiç tanışmadığı, sesini dahi duymadığı, birkaç kere internette sadece yazıştığı (hemcins ya da karşı cins) kişilere en özellerini paylaşıyor.  

(Önemle şunu vurgulamak gerek: Yazımızdaki yorumlar erkek ya da kadın ayırımı yapılmaksızındır.)

Günümüzde ne yazık ki çok değer yitirildi. İnsanların gözü her yerde, herkeste… İletişim ve sosyal medya imkânları insanları sanki sokağa döktü. Tenine yıllarca ten değmemiş (bazılarının hiç değmemiş) insanlar sıfatlarını sokağa dökmüş durumdalar.

Herkesin yaşına göre davranması gerektiği gerçeği ise artık farklı bir şekilde algılanıyor! Çünkü 60’lık hatta 70’lik “kaşalot”lar; 15’lik, 20’lik veletlerle aynı şekilde davranmaya çalışıyor ve tersine (ya da doğrusuna) davrananlar ise “cahil”  ya da "geri kafalı" olarak tanımlanıyor. Bu jargonu oluşturan/alıştıran da “internet” denen adeta yarı canlı organizma!

(Yukarıdaki “kaşalot” kelimesi “argo” manası ile kullanıldı! Merak edenler için internet emirlerindedir. Kaşalotun gerçek anlamı “İspermeçet Balinası”dır.)

Oysaki internet; bir ekranın desimetrekaresine sıkışmış, Dünya ufku bu alanla sınırlı ve internet denen olguyu sadece kadın/erkek bulmaya yarayan ya da yukarıda vurguladığımız gibi “kanka” temin etmeye yarayan bir enstrüman zannedenler için oluşmadı. İnternet doğru kullanıldığı zaman başlı başına büyük bir olgudur.

Gönül Mahremiyeti” başlıklı özdeyişimizde işte bu yaraya parmak basmıştık ve özel sözlerin ve duyguların üçüncü kişilerle paylaşılmasını, yaşanmış cinsellikleri anlatmaktan daha da kötü olarak nitelemiştik. Çünkü bu gevezeler (genelde) internet üzerinden “temin” edilenlerle hasbıhaldeler…

Bu hâl; biraz da insanların içinde oldukları boşluktan, sevgisizlikten kaynaklanıyor. En yakınındakine anlatmadığı ya da anlatamadığı özeller; hemcins ya da karşı cins “kanka”larla paylaşılıyor. Hümanist gözlükle bakarsak, hak verdiğimiz yanlar da yok değil… Çünkü insan çok kalabalık bir ortamda da “yalnız” olabilir. Ve kalabalıkta dahi “yalnızlaşan” ya da “yalnızlaştırılan” insanın da konuşma/paylaşma ihtiyacı vardır.  

Bir boyuttan ele alındığında; medeni cesareti olmayan, içini karşıdaki ile paylaşamayanlarda, karşı cinse yaklaşma güdüsü için en uygun argüman ise “arkadaş” adı altında yanaşmak olarak görülüyor.

Bunu bir genelleme olarak asla söylemiyoruz, ancak hem medeni cesaret yoksunu, hem de kötü niyetli kişilerin sanal ortamda en çok başvurdukları yöntem budur! “Kankam”sın.

Bu güruhun kadın tarafı “Kankam”sın ile yetinir de işin erkek tarafı kankamsının yanına bir de “Bacım”sın ekler!

Bir başka boyuttan hadisenin şu şekli de var: Kişinin hayatında sevgili, aşk, tek eşli partner ya da ne derseniz deyin “cinsellik” yaşadığı gerçekten tek bir insan var. Beden sadece ona değiyor ve etraftaki sayısız karşı cinsten kişilerle oluşan “aşırı samimiyet” için, hayatındaki tek eşli olduğu insan tepki verdiğinde;

Ben sadece seninle”  şeklinde başlayan bir cümle gelmekte…

Daha başka bir boyuttan ise ve argo bir benzetmeyle “fırıldak” yapıdaki bu tür şahıslarla ilgili hadisenin bir de şu vahim şekli var: Etrafımızda daldan dala uçarak, her önüne gelenle bir şeyler yaşamaya çalışan azımsanmayacak bir güruh da var çünkü...

Eskiden mutluluğu birliktelikle taçlandıranlar için “Onlar ermiş muradına…” diyerek söze başlarlardı… Ve bu çok değerli bir söylemdi. Vuslata kavuşmuşların vardıkları son nokta, aşkın şahikaya ulaşması yıllarca hep bu söylemle ifade edildi…

Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu’nda “murad”; amaç, erek, gaye olarak tanımlanır. Söylemdeki “kerevet” ise Rumca kökenli bir kelimedir ve Anadolu’da hâlâ kullanılmaya devam eden üzerine şilte serili, duvara bitişik tahta sedir demektir.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” deyişinde “murad”; sevenlerin kavuşmasını simgelemektedir. “kerevet” ise; misafir olmak ve kerevetlerine oturarak mutluluklarına ortak olma anlamındadır.

Eski deyişler; birkaç kelime ile çok derin, bazı hallerde ise birkaç anlam içerir. Bazılarında ise öğüt de vardır. Bu deyişte de aynı şekilde şu iki anlam var: Biri; sevenlerin kavuşması, diğeri; misafir olarak vuslata, sevgiye ortak olmaktır. Başka bir söylemle de anlam şudur: “Onlar mutlu olsunlar, biz de misafirliğe gidelim.

Tabi ki bu yukarıdaki benzetme, sonu mutlu bitenler için akraba, eş dost ve diğer yakınların, sevenlerin ağzından bir söylemdir. Yoksa muradını, çok sayıda kişide arayanlar için tabi ki değildir.

Benzetme olarak daldan dala uçanlara “fırıldaklar” dedik. Onlar için şöyle bir tekerleme uydursak nasıl olur? “Bir muradın olmazsa diğeri olur. O da olmazsa yol bir diğeridir. Maksat bir murada varmaksa; sokağa çık Muratların farkı olmaz

Bu tiplerden etrafımızda azımsanmayacak kadar çok var! Bunlar; tenine uzunca zamandır ten değmemiş ama sıfatları sokağa düşmüş durumda olanlardan hayli farklı! Bunlar; “herkesle/her şey” potansiyelindedirler.

Hiç kimsenin yaşam tarzına karışmaya hakkımız yok ve kimsenin de başka kimselere müdahale etmemesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Bu yazımızda; etrafımızda vâki örnekler üzerinde durduk.

Ve yazdığımız her söz “bizce”dir. Bir genelleme yaptığımızı da asla empoze etmiyoruz.

Sizce” ise? Adı üstünde “sizce” olmalı…

Herkesin yaşamı ve değer yargıları kendisinedir…

 

Bojidar Çipof    

22 Kasım 2014 



19 Kasım 2014 Çarşamba

İÇİMDEKİ SOĞUK


Neredeyse Sonbaharı bitirdik

Sunun şurasında kaç gün kaldı…

Düşünüyorum da her Kasım gibi,

Yağmur ve kasvet içimi kararttı

Belki; içim kara da ben saldım kasveti

Fakat kıştan da korkuyorum!

Kışın soğuğu içimi de dondurursa,

Yaz geldiğinde bile çözülmez ise,

Dört mevsimi hep soğukta yaşarsam!


Bojidar Çipof
19 Kasım 2014 



17 Kasım 2014 Pazartesi

SEN DİYECEĞİMİ ARIYORUM


Gün; Kasım

Yollar; sarı solgun yapraklara esir,

Bastıkça halı gibi hışırdamaktalar

Havada nem var ve de kasvet

Birine adres soracakken sana rastladım 

Bu şehrin yabancısıyım ben kadın

Sen diyeceğimi arıyorum yerini bilir misin?


Bojidar Çipof
17 Kasım 2014 




16 Kasım 2014 Pazar

İKİLEM!


Yazdıklarını silebilirsin, yazıp sildikleri de silebilir misin? Ona yazdıkların hep aklında kalır…  Anımsadıkça içinde bir daha yazarsın. Bir daha, bir daha… Sürekli yinelenir beyninin derinliklerinde. Sonuçta ne yaparsan yap içinden silemezsin, çünkü kelimeler sahiplidirler… Birine yazmışsın, sen yazmışsın…

 

Yazdıkların” söylemi burada mecazidir. Yazman ya da söylemen hatta ona hiç demeden sadece kendi içinde terennüm de etsen, bunlar senin içinde biri için oluşmuş kelimelerdir ve sahiplidirler.

 

Ama dil; bir daha konuşamaz, çünkü “onsuz”dur. Duyulan sesler sen(siz)dir. İçinde avaz avaz ama sessiz kopar kelimeler, kendinden başka kimsenin duymadıklarıdır bunlar… Sevgiyi en derininde de gömsen yine hep aklına gelir. Ona yazdıkların, “Bunlara lâyıktır” dediklerin!

 

Başka tenlerde hissiz sevişmelerde; daha da fazla kelimeler gelir aklına. Nemli gecenin ıslak damlaları, başka bedenlerle seni sarmaladığında da aklına gelir. Ona yazdıkların, “Bunlara lâyıktır” dediklerin!!

 

Belki toprağın suya hasreti misalidir bu… Ama fazla su fidanı çürütür, belki fazla sevgi de… Ya da fırtınalı diye deniz sevilmez mi? Ama ya batırırsa seni?

 

İkilem!

 

Bu kısa yazıda; “Pozitivizm” ile “Negativizm” kavramlarını çarpıştırdık. Yazımız; her iki pencereden de algılanabilir. Bir pencereden pozitif ve sevgi dolu ifadeler, sanki hasret de içererek haykırıyor!

 

Diğer pencereden ise negatif söylemler ve özellikle “Bunlara lâyıktır” söyleminde her iki pencereden bakmak olası!

 

Nereden bakacağınıza siz karar vereceksiniz. Neye lâyıktır? Fazla su verilen fidan ve deniz örneklerinde de cümle her iki anlamda algılanabilir.

 

İkilem!

 

Bilginin tek ve sabit olmadığını ve keşfedilmek için sorgulanması gerektiğini, bunun sonrasında kabul edilmesini öngören, merak etmeyi ve şüphe etmeyi öğütleyen bilimsel yaklaşım olarak bilinen “Paradigma” ile de yukarıdaki cümleler irdelenebilir. (Yunanca= Παραδείγματι “Paradeigma”)

 

Paradigma; Platon, Aristoteles ve Herodot zamanlarında ortaya çıkmakla birlikte bu kavramın tanımı ve bilim felsefesinde Dünya’ya tanıtılmasını sağlayan; “Thomas Samuel Kuhn” farklı formüllerinden birinde şöyle demekte:

 

Paradigma; 

İzlenen ve kontrol edilen “olan”dır.


Soruların tarzı hangi konuyla ilgili olduğuyla iç içedir ve sağlamasının nasıl test edilebilirliğiyledir.

Bu soruların nasıl sorulacağıyladır.

Sonuçların karşılaştırmalı olarak nasıl yorumlanacağıyladır.


İkilem bu noktada bizi sorguculuğa getirdi! Sorgulamadan, irdelemeden hiçbir adım atılmamalı… Sosyoloji; bir başka deyişle “toplum bilim” merkezinde insan olan ve toplumla insanın etkileşimi üzerinde çalışan bir bilim dalıdır. İnsan; her daim kendi penceresinden ve işine geldiği gibi hareket eden algı ekseninde hareket eder. Anlamak istediğini anlar, görmek istediğini görür. Bireylerde, bilincin oluşmasından sonra başlayan süreçte ana faktör eğitimdir. Burada eğitim sisteminin artı ya da eksilerini irdelememekteyiz. Ancak toplumu temel ihtiyaçlarından (Doymak, barınmak, giyinmek) sonra eğitim ile yasalarla gelenekler ayakta tutar.

En iyi eğitim sistemi ve Dünya’daki en çağdaş yasalarıyla yönetilen bir noktada yaşıyor olsanız da “Ön yargı” Negativizmin temel gıdasıdır. Herkes, gerçekleştirebilir ya da gerçekleştiremez ama kendi arzularına göre düşünür. Sorgulama biçimi, beklentileri ve tepkilerinde ön yargı hep egemendir!


“İkilem” başlıklı yazımız, bu nedenle negatif ve pozitif pencerelerden her iki anlamda da algı yaratabilecek bir üslûpla yazıldı…


Şimdi sabrınız varsa yazının baş tarafını bir kez daha okuyunuz. Bilerek ve isteyerek çelişkili ifadeler içeren cümlelerde, pozitif ya da negatif tarafta olduğunuza siz karar verin… Felsefeniz bol olsun

 

Bojidar Çipof

15 Kasım 2014

12 Kasım 2014 Çarşamba

DİBİNE KADAR…



Duygularımı dibine kadar bastırdım

İçine sevinçlerimi,

Hüzünlerimi, hasretlerimi koydum

Tam diyecektim sözlerimi

Gördüm ki; kelimeler yetmez

Anladım ki; anlatmam da kabil değil

Kırgınlıklarımı sükûtta sakladım

Duygularımla bir araya koyarak

Onları da üstüne bastırdım

Ve Dünya’nın dibine vurdum…


Bojidar Çipof
18 Ekim 2014 Yeşilköy




7 Kasım 2014 Cuma

SON BİR ŞEY DİYECEKKEN…



Son bir şey diyecekken;

Vazgeçti…


Affetmeye dahi hacet yoktu ki

O da kendi hükmünü verdi,

Yok hükmünde saydı olanları,

Yitiklerdekileri sükûtunda sakladı…

Bundan öte hep kendine diyecekti

Affetmeye hacet kalmadığı gibi

Kimse ile paylaşmasına da gerek yoktu

Keder bakışlı gecelerde düşündü

Ve bir daha konuşmamak üzere sustu


Son bir şey diyecekken;

Vazgeçti…


Bojidar Çipof
8 Kasım 2012 




6 Kasım 2014 Perşembe

BENİ...


Rüzgâr ısırdı,
Yağmur ıslattı beni…

Soğuk titretti,
Karanlık ürpertti beni…

Sonra Güneş göz kırptı
Baktım ki sen ısıttın beni…


Bojidar Çipof
7 Kasım 2014 





5 Kasım 2014 Çarşamba

AYRILIK ile AYRILMA



Ayrılık ile Ayrılma farklı iki olgudur. 

Ayrılık aynı zamanda hasrettir, beklentidir, umuttur.

Ayrılık; içinde beklenene kavuşma anının sabırsızlığını, özlemini, kavuşunca sevgisi ile sevincini de barındırır.

Ayrılık; süredir, beklemedir, ardından gelecek vuslattır…

Ayrılma ise; bitiştir, kopuştur!

Tarafların kendi kararları çerçevesinde yürüdükleri yoldur ki bu çok zaman farklı yönleredir. Ayrılan yollar genelde tek yöndür, dönüşü yoktur, çok ender olarak da dönüş zordur. İstisnalar tabi ki vardır ama gidene, gitmek isteyene “Neden?” diye sormak abestir. Çünkü o; bu kararı alana kadar çok düşünmüştür, karar vermiştir ve de ayrılmıştır. Taraflardan biri, kafasında “Ayrılık” mevhumunu oturtmuş ve de talep etmiş ise zaten “Ayrılık” beyinde gerçekleşmiştir yukarıda dediğimiz gibi; gitmek isteyene “Neden?” diye sormak abestir…

Ayrılık; aynı zamanda “Sevgi Kabı”nı de çatlatır, parçalar… Kimi zaman, tabiki ayrılıklarda, da “yeniden” bir araya gelinir.

Menfaat ya da ekonomik bağımlılıktan ötürü “yeniden” bir araya gelmelerde taraflardan biri artık “ezilen” taraftır.

Ve artık bu “yeniden” bir araya gelmede ”sevgi” faktörü egemen değildir! Gelen de zaten hayat arkadaşlığını değil istikbal gailesini (Özünde sevgi odaklı bir dönüş değil ise) ön planda tutarak geri gelmiştir.

Herhangi bir menfaat olmadan, sadece sevgi odaklı “yeniden” bir araya gelmelerde ise hiçbir şey eskisi gibi olmaz/olamaz…

Çünkü bu süreçte çatlayan “Sevgi Kabı” onarılmış, yapıştırılmıştır ama hiçbir çatlak porselen eski haline gelemez…

Ayrılık; adı üstünde ayrışmadır…


Bojidar Çipof
31 Ekim 2010