18 Mayıs 2012 Cuma

CUMHURİYET ÖNCESİNDE DEVLET ve TÜRKLÜK ALEYHİNE RUMCA YAYINLAR

Bu yazımızda; Cumhuriyet Dönemi öncesi İstanbul’da Devlet ve Türklük aleyhine çıkan Rumca yayınları elimizdeki kaynaklar nispetinde vermekteyiz. Yazımızda, Osmanlıcadan tercümeleri verilmiş olan; Yeni Gün, Akşam, Tasvir-î Efkâr, Duygu gazeteleri 1918-1919 yılları itibariyle çıkmakta olan ve yine ağırlıklı olarak İstanbul’da basılan, düşmanca ifadelerin yer aldığı başta Rumca gazetelerle mücadele etmekteydiler. Tabi bu yayınlar sadece bu gazetelerle sınırlı olmayıp birçok dergi de çıkıyordu.

 Kara Kitap

Rum Patrikhanesi'nin, bugüne kadar istifade ettiği, dergi kitap, broşür gibi çeşitli yayınları oldu. Bu yayınlarda, Ortodoks propagandası yapmak dışında, Türklük aleyhine de sayısız yazılar yazılmıştır. Bugüne değin Türklük aleyhine en ağır ifadeleri barındıran yayın ise “Kara Kitap” adlı bir kitaptır. Özellikle İstanbul'un işgal edildiği 1919 yıllarında, Patrikhane'nin çıkartmış olduğu Kara Kitap; içinde Türklük için en ağır eleştirilerin bulunduğu bir kitaptır. Bulunması çok güç olan bu kitap hakkında; Dimitri Kitsikis'in Yunan Propagandası adlı kitabında uzunca bir izahat bulunmaktadır. Bu kitap, o tarihteki Patrik Vekili Doroteos'un çabaları ile Rum Patrikhanesi tarafından yayımlanmıştır. Daha sonraları da, İngiltere'de, İngilizce olarak bastırılmıştır. Vatansız kalmış Yunanlılar” adlı kitabın yazarı olan A.A. Pallis; 19 Kasım 1919'da, İngiltere'de bulunan Kaklamanos'a yolladığı mektupta şunları yazmıştır: 

"Aziz dostum,

Patrikhane epey zaman önce bir siyah kitap yayımladı. Bunda 1914'ten günümüze kadar Türkiye'de Rumlara karşı işlenen cinayetler bütün ayrıntılarıyla köy, köy anlatıyor. Kitabın Rumca ve Fransızca baskıları yapılmıştır. Buralı bir Levanten tarafından İngilizceye de çevrildi. Ne yazık ki çeviri pek kötüdür. Patrikhane'deki “Vatansız Kalmış Yunanlılar Komitesi" -ki bende bu komitede krallık temsilcisi olarak bulunuyorum- çevirme işini bana verdi (ama vaktim olmadığı için) komite bu defa doğrudan doğruya size başvurmak ve bu işi orada bir İngiliz’e yaptırarak, kitaptan 1000 nüsha bastırmak konulu ricamızı size iletmekle beni görevlendirdi. Komite masraflara karşı 150 Sterlin ödemeye hazırdır.” [1]

Bu mektup Anavatandan ayrı kalmış Yunanlılar Merkez Komitesi Genel Müdürlüğü-Galata, Konstantinople başlıklı kâğıda yazılarak gönderilmiştir. Kitap; Londra'da, Black Book: Persecution Of The Greeks in Turkey  adıyla basılmış ve Londra Yunan Büyükelçiliği tarafından, batı ülkelerine dağıtılmıştır. 1000 adet olarak basılan Kara Kitap toplam 163 Sterlin'e mal olmuş ve aradaki 13 Sterlin fark Londra Yunan Büyükelçiliği tarafından karşılanmıştır.

Eklisiyastiki Alitya (Kilise Gerçeği) Gazetesi

Rum Patrikhanesi'nin seyir defterine bakıldığında Kara Kitap kadar, Türklük için ağır eleştirilerin bulunduğu birçok yayın daha yapılmıştır. Bunlardan biri de Eklisiyastiki Alitya adlı gazetedir. Uzun yıllar Rum Patrikhanesi'nin yayın organı durumunda olan bu gazetede, işgalden sonra Türkçe gazetelerde çıkan Yunan karşıtı yazılar için de bir makale çıktı. Bu makale devrin gazetelerinden Akşam'da kaynak gösterilerek yayınlandı.

Rum patrikhane sinin resmi mürevvici efkârı olan Eklisiyastiki Alitya gazetesi Türk gazetelerinin neşriyatından bahsile diyor ki:

(...) bu gazeteler aldanmasınlar. Bir milletin müsavat valileriyle iğfal edildiği zamanlar geçmiştir. Patrikhane imtiyazatının iade-i merliyeti hakkındaki vaitler artık kimseyi müteessir etmiyor. Bu nazeriyat devresi kapanmıştır. Onlar anlamalıdır ki büyük hastalıklara, müessir ilaçlar lazımdır. Bu devlet yıkılıyor. Bu köhne ve hayide vaitlerle devlet toplanamıyacaktır. Ceograti istatistikler serdi ki Türk unsurunun ekseriyeti haiz olduğuna ve binaenaleyh Rum milletinin de böyle batıl tarzı tesviyelerle idarei maslahat edilmesi lazım geldiğine kimseyi ikna edemez. Haritaları tertip edenler unutmamalıdır ki, Rum unsuru birçok yerlerde ekalliyette ise baba mirası üzerindeki tarihi ve içtimai hukukunu gaybedemez. Zira Rum unsurunun ekseriyeti haiz olmaması asırlarca müddet kan ve ateşle ve cebri ihtidalarla nüfusumuzu azaltmış olan birahmane tazyik ve takıb neticesidir. Fakat içimizden hiç biri tebdili tabüyyet etmek fikrinde değildir. Biz baba toprağına olarak saf vatanperver Ahmed Rıza beyin pek doğru olarak söylediği veçhile kendi evimizin sahibi olarak kalıyoruz ve kalacağız. Bunlar Vilson’un programı üzerinde yanlış tefsirat ve tahrifatta bulunmak suretiyle bir defa dahi Elenizmi bu kadar feci sergüzeştlerden, fedakârlıklardan ve kan imtisaslarından sonra böyle müphem ve boş cümlelerle anlatabileceklerini zannediyorlar ise aldanıyorlar…” [2]

Eglisiyastiki Alitya'nın kışkırtıcı ve olayları saptırıcı faaliyetleri, saymakla bitmez. 23 Temmuz 1909'da Mülazım Tevfik Bey'i ve bazı Ulahları (Osmanlıların, Romanya'nın yerli halkına verdikleri ad.) katleden ve Ulah muhtarı Sotir Tasyanka'nın evine ateş eden Rum eşkiyası hakkında yanlı ve hakikati saptırıcı yayınlan yapması üzerine Tasvir-i Efkâr Gazetesi şunları yazdı: 

Galiba “Eklisiyastiki Alitya” herkes katledilsin ve katillerle onların muavin ve zuhurları hiçbir güne takibata hedef olmasın fikrinde bulunuyor ki; buna teesüften başka ne denilebilir ?” 

Aynı gazetede Kilisoralı Gavril Lukaç'ın ağzından Eklisiyasti Alitya şu yazılar da vardı:

Amal Yunaniye'ye ve Bir Cinayet-î siyasiyeye dair

Rum Patrikhanesinin vasıta-î nesr-î efkârı olan “Eklisiyastiki Alitya” Gazetesinin son nüshasında münderiç ve bir takım şikâyeti havi mazbatayı okuduğum zaman muhteviyatın Kilisora talik eden kısmın garabetine hem hayret ve hem teesüf etmekle beraber efkârı umumiye-î Osmaniyeyi tenvir etmek için keyfiyeti tamamiyle izah etmeye karar verdim. An-aslı Kilisoralı olduğum ve hala mefs-î Kilisora'da mutemekkin bulunduğum cihetle silsile-î vukuatı bütün hakikatiyle erbab-ı cihetle insafın piş-i inzarına vazi etmek isterim. Maksadım Patrikhanenin efkârına tercüman olan mezkûr gazete beyanatının kariyemizin ahvali hakkında hem natamam, hem de muhalif-i hakikat oldugunu meydan-ı aleniyete çıkarmaktır.

Evvelâ bütün ahali ve memurin hükümet indinde malum bir hakikat var ise o da (...) Kilisora genç Rumlarından mürekkep bir çetenin vücududur (...) Bu çetenin icraat-ı şekavet karanesini tarih ve isim tasrikiyle birer birer tadad etmek Rum Patrikhanesinin her türlü halef-î hakikat ifaddtından münezzeh olmasını arzu ettiğimiz lisan-ı ruhaniyesinin hilaf-ı hak u hakikat neşriyatına karsı en müskit bir cevap teşkil eder.

On iki temmuz tarihiyle Kesiriyeden Patrikhaneye gönderilmiş olan mahud mektubun o nakıs ihbaratını ikmal ve itmam etmek istiyorum. Hükümet-î malıalliye aleyhindeki şikâyet Rumlaştırılma istenildikleri halde mevcudeyitlerini muhafazada ısrar eden üç olacak cemiyet-î hafiye-î Yunaniye'nin tensibiyle itlaf edilmesi üzerine hükümetçe ittihaz edilen tedabir-î ciddiye-î adliyeye Rumlar tarafından takibat namı verilmesinden münbaristir...” [3]

Özellikle, işgalden sonra, Rum basınının saldırıları had safhaya çıktı. İstanbul'da çıkan Rumca gazetelerde her gün, Türklük aleyhine çirkin yazılar çıkıyordu. Bu Rum gazeteleri, İstanbullu Rumları patrikhanenin organize ettiği yürüyüşlere davet ettiler. Rum basınının bu saldırılan en üst düzeye getirmesi üzerine: İstanbul'daki Edebiyat Fakültesi'nde okuyan bir gurup üniversiteli tarafından hazırlanan bir bildiri, durumu protesto etmek için bütün gazetelere gönderildi. 

Bu konuda, Yeni Gün Gazetesi’inde; Osmanlı Darül-fünunun Rum Matbuatına Hitabı” başlığıyla bir haber çıktı. Haberde; “Darül-fünün talebesi dün akdettikleri içtimada memleketin geçirmekte olduğu buhran karşısında duydukları teessüratı ve Rum milletinin Türklüğe ait neşriyat-ı parazkeresinden mütevellid teessüratı ber vecih-î ati kaleme almıştır.” Denilerek, fakültelilerin aşağıdaki bildirisi yayımladı. Bildiride, belirli bir nezaket içinde fakat sitem dolu ifadeler yer aldı. 

Edvar-ı zafer ve felaket ol hadisatdır ki her milletin sernevüşt-î tarihîsinde birbirini takip eder. Hezimet karşısında sabır ve tahammül asil milletlerin hasais-î hulkiyesindedir. Osmanlı tarihinin bu elim sahifesi üzerinde aynı toprak ve aynı mukadderat ile birbirine merbut olan anasırın müşterek telehhüfatını ve hiç olmazsa ketm-î sürürunu talep etmek mukaddes bir hakkımızdır. Hasisa-î medeniyetten en uzak akvamda bu tabii hadesei ruhiyenin şahidi olmak kadar basit bir şey mutasavvur olamaz. Bir takım pespayelerin tezahürat-ı eserretkaranesi alîkadr milletimizin sükûn ve vakarı önünde avave-î kilap kabilinden iz bırakmaz, gelir mahvolur. Fakat matbuat oldukça payidar bir hayata malikdir. Bilhassa Rum tabaka-î münevver esinin makes-î tefekküratı olan Rum matbuatını ve bunu mizahi olan karikatürlerle imlayı sahaif eden kısmının daha dürbin, daha hattırşinas, hepsinden ziyade musibet zamanlarında milletlerin ahval-î ruhiyesinde daha vakıf görmek isterdik. Öyle hareket edelim, yazalım ki, o paçavralar atiyen bu toprak üzerinde birbirimizin yüzüne baktığımız zaman nasiye-î tesanüdümüze kirli bir perde çekmesin. Bu hususta hükümet-î hazıremizin nazar-î dikkatini celbetmekle beraber tekrar ederiz ki, milletler hakk-ı hayata ve binaenaleyh bir tarihe maliktir ve tarifi idbar ve ikbal devirlerinin hikâye-î tevalisinden başka bir şey değildir.

Edebiyat Şubesi”  [4]

Türk Düşmanı Rum Gazeteleri: Estiya, Kosmos, Amaliya, Patris, Teoglogos

O dönemde İstanbul ve İzmir'de çıkan Rumca gazetelerin ve dergilerin yanlı ve gerçekleri çarpıtıcı yayınları ile ihanetlerinin örnekleri saymakla bitmez. Örneğin; Yeni Gün Gazetesi İzmir muhabirinin bildirdiğine göre; Estiya adlı gazetenin bir nüshasında şu haber çıkmıştır:  

Rum Matbuatının Hezeyanları Devam Ediyor.

Türklerle Rumlar arasında mevcut olan ırkî ve mezhebi münaferat eski ananedir. Sabık ihtilafat-ı siyasiye Türkler tarafından intikap olan suiistimalat ile bu kadim ananeye inzimam ederek tezaüf eylemiştir... “Türkler badema umur-ı idareyi erbab-ı iktidarın (Rumların demek olacak) eline bırakmalıdırlar” Türkleri istihlaf hakkı, kavanin-î tarihiye ve tabiîyeye göre Yunanlılara aittir. Tabiatın amir bulunduğu ve tarihin de tasdik eylediği bu nevi icabatı tağyir ve tadil edecek bir kuvvet mutasavver değildir. Türkler dedikodudan feragat ederek bize iltica ederlerse daha iyi bir iş yapmış olacaklardır.”  

Kosmos Gazetesi:  “Türklerin silahlanmasından Yunan cemaati meyustur. (…) Pek çok Müselmanlar iki üç revolver taşıyorlar Bu teraliatın maksad-ı kışrı ne olduğunu daha ziyade izaha lüzum görmüyoruz." ve “Şehrimizde ahvali meşkûk mehafilde alaim tehtit görülmektedir. Bu muvakkat günlerde hürriyet ve istiklal ağacını yeniden kanla sulamaya hazırız ”

Amaliya Gazetesi Türkler bizi tehdit ediyor” başlığıyla yazdığı bir makalede şu lisanı kullanmıştır: Türkler Yunanlıları tehdit 'ediyorlar. Hâlbuki Yunan kanı akmadıkça amal-ı milliyenin husulpezir olmayacağını Türk istilasından yevm-î  halasa kadar akan Yunan kanı göstermektedir. Milletü vatan için fedakârlığı katlanmak lazımdır.

Patris Gazetesi: Dünyada büyük milletlerin akıttıkları kanlar esasat-ı hürriyeti temin eder!” [5]

Yunan gazetelerini alıntı olarak veren Yeni Gün Gazetesi, bir başka Türk gazetesi olan Duygu'nun anlamlı manşetini de bu nüshasında verdi.  “Hükümet yok mu?  [6]

Teoglogos Gazetesi'nde ise; Helenizm’in rengi olan, mavi bir resimde Wilson’un Attığı bir gülleden Venizelos şeklinde bir görüntü çıkarak bunu Ayasofya Camii'nin kubbesine oturtmuştur. [7]

Rum Patrikhanesi'nin Yayın Organı: “Ortodoksia”

Patrikhane'nin, bir başka yayın organı da Ortodoksia adlı dergidir, bu dergi 1930’lu yıllarda İstanbul'da çıkmakta idi. Derginin ön kapağının üstünde: “Ortodoksia. Ahlaki ve dini risale. İmtiyaz sahibi: Hristopolis Metropoli'ti Meletios Lukakis ve adres olarak: Mahal idare Fener Rum Patrikhanesi yazılmıştır. Kapağın altında ise Rumca olarak Ekumenikon Patriarhion yazılıdır. Kitabın arkasında da, Fransızca olarak: Patriarcat Ecumenique Stamboul Phanar yazılıdır. 

Eskiden İstanbul'da çıkan Ortodoksia dergisi şu anda Yunanistan'da çıkmaktadır. Ancak dergide; Yayın Kurulu olarak İstanbul’daki Sen Sinod dini meclisinin üyesi olan papazların adları yer almaktadır.  Neden artık burada çıkarmadıklarını anlamak için dergiyi okumak yeterlidir!  Dergide devamlı olarak,  İstanbul için; Konstantinopolis ve Rum Patrikhanesi için de Ekümenik Patriklik (OIKOYMENIKON PATRIARXEION) yazılmaktadır.

NOT: Fotoğrafta; “Ortodoksiya” adlı derginin 1940  yılında İstanbul’da ve 1998 yılında Atina’da çıkan iki sayısının kapağı görülmektedir.

http://www.21yyte.org/tr/


[1]  Prof. Dr. Dimitri Kitsikis: Yunan Propagandası, Çev. Hakkı Devrim, Kaynak Kitaplar Yayınevi, 1964 s.112

[2]  4 Kasım 1918 Akşam - Eglisiyastiki Alitya'dan alıntı. 

[3]  6 Eylül l909 Tasvir-i Efkâr       

[4]  28 Teşrinisani (Kasım) 1918 Yeni Gün

[5]  28 Teşrinisani (Kasım) 1918 Yeni Gün 

[6]  28 Teşrinisani (Kasım) 1918 Yeni Gün

[7]  Prof. Dr. M. Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, s.5

 

11 Mayıs 2012 Cuma

RUM PATRİKHANESİ ve RUS KİLİSESİ


Rusların Hıristiyanlıkla tanışması 988 yılında gerçekleşmiştir.  O zamanki adı ile “Kiev Devleti”nin Büyük Knez’i 1. Vladimir Kiev ile Novgorod’u birleştirerek bugünkü Ukrayna’dan Baltık Denizi’ne kadar büyük bir devlet kurmuştur. Bir putperest olan ve hatta insanların kurban edildiği ayinlere de katıldığı bilinen 1. Vladimir; Bizans İmparatoru Basileios ile askeri bir anlaşma yaparak ve kız kardeşinin de imparatorla evlenmesi karşılığında ittifaka girdi. Bu ittifak ile birlikte Rusların Hıristiyanlığı kabul etmesi ve ayinlerde eski kilise Slavcası’nın kullanılması taraflarca kabul edildi.

Hıristiyanlığın Rusların arasında kabul edilmesinin ardından, bir Bizanslı metropolit kiliseyi organize etti ve Ruslar dinsel açıdan 1037’den 1448’e kadar Konstantinopolis’in denetimi altında oldular. Ancak ilk kabul ediş esnasında eski Slavca’nın “Kilise Dili” olarak devrede olmasının Rus Kilisesi’nin bugünkü gücünde olmasındaki rolü büyüktür.

Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik iddialarını biliriz. Ancak bu doğru değildir. Zira Ekümenik olmanın en büyük şartı; kilisenin bir Havari tarafından kurulmuş olmasıdır. Dünya’da bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhane vardır. (Roma, İskenderiye, Antakya) Fakat Roma dışındaki diğer kiliseler -ki bunlar bugün Ortodoks kiliselerdir- Rum Patrikhanesi’ni ekümenik olarak kabul ederler ve kendi aralarında Rum Patrikhanesi’ni “Eşitler Arasında Birinci” (Primus inter pare) olarak tanımlarlar.

Burada şu husus çok önemlidir: Bu kiliselerde kullanılan dil hâlâ eski Yunancadır. İşte burada Rusların 988’de -Bizans kontrollü de olsa- Hıristiyanlığı kabul edişlerinde eski Slavcanın kilise dili olarak kullanılmasını şart koşmuş olmalarının önemi ortaya çıkmaktadır. Rus Kilisesi’nin aynı din ve mezhepte olmak dışında dil bağı yoktur ve diğer Slav kiliseler de eski Slavcayı kilise dili olarak kullanırlar.

İstanbul’un Fethi ile birlikte Rusya Yunanlılara karşı hasmane bir tutum sergilemeye başlar. İstanbul’un Fethi’nden önce bilindiği gibi Bizans imparatoru askeri destek karşılında ve Ortodoksluğu lağv etmek koşulu ile Papalığa taviz vermiş ve Katolik ile Ortodoksluğun birleştirilmesi için İstanbul’a gelen bir kardinal da Fetihten kısa bir süre önce kutlanan Paskalya Bayramı’nı Katolik Ritüeline göre icra etmiştir.

Rusya bu yapılanın dine karşı bir “ihanet” olduğuna inanmıştır. Bu inanış daha sonraki süreçte, Rusya’nın, Ortodoksların hamiliğine soyunmasına, Panslavizmin destekçisi olmasına ve sonraki asırlarda Osmanlı’nın başına çok dertler açan “Grek Projesi”ni (Project Grek) devreye sokmasına neden oldu.

Tarih boyunca diğer ülkelerde ve en çok Bizans’ta da olduğu gibi kilise; hep imparatorların maşası olmuştur. Rus Çarı 1. Petro (Büyük Petro) da bu bağlamda 1721’de Moskova Patrikliği’ni etkisizleştirdi ve devlet denetimi altında bir Sen Sinod kurdu. Bu tarihten sonra kilise daima çarlığın maşasıdır ve bağımsız hareket kabiliyeti yoktur.

1917 Ağustos’unda -ki o çok karmaşık bir dönemdi- Moskova Patrikliği yeniden kuruldu ve başına Patrik “Tihon” geçti ama bu kez de hemen ardından “Ekim Devrimi” gerçekleşti. 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler, ilk olarak kiliselerin sınırsız mal varlıklarına el koydular ve Çar Romanov ve ailesi ile birlikte Moskova Patriğini de öldürdüler.

Bolşeviklere karşı çıkan bir grup din adamı kutsal eşyaları da kaçırarak eski Yugoslavya'da bir Rus Ortodoksluk merkezi kurdular. Bu kilise 1950 yılında New York'a taşındı ve diaspora Ruslarının en önemli dini merkezi oldu.

Rus Kilisesi’nin Bolşeviklerden itibaren olan Komünist dönemde yaşadıkları tek başına bir makale ile dahi irdelenemez. Bu makalemizde varmak istediğimiz noktada daha fazla açılıma gerek olmadığı kanaatindeyiz. Bu süreç; Çarların oyuncağı olan kilisenin bu kez de komünistlerin oyuncağı olduğu bir süreçtir ve sisteme bağlılık göstermeyen din adamları çok zor durumlara düşmüştür.

Stalin’in 1943’ten itibaren din politikasını değiştirmesi Rus Kilisesi için bir dönüm noktasıdır. Bu değişim; 1945’te 1870 Bulgar Eksarlığı Fermanı’ndan itibaren Rum Patrikhanesi tarafından afarozlu (Shizmatik) olan Bulgar Kilisesi’nin de durumunu değiştirmiştir. (Bu konuda bir önceki makalemizin okunması tavsiye edilir)

Sovyetler Birliği yıkılınca Patrik 2. Aleksey, Amerika’daki kiliseyi Rusya'daki Kilise ile birleştirmek istedi.  ABD Rus Kilisesi iki şartla birleşmeyi onaylayacaklarını açıkladılar. Komünistlerin katlettiği insanlar için bir anma günü ilan edilmesi ve eski Patrik Sergey'in komünistlere koşulsuz boyun eğmiş olduğu için bu hususta kilisece tüm Ruslardan özür dilenmesi. Bu talepleri  Putin ve Patrik Aleksiy kabul etmediler. Ancak yine de birleşme gerçekleşti. Tabi ki bu birleşme ile birlikte Moskova Patrikhanesi çok güçlendi ve Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik iddialarına bir safsata olarak bakmaya başladı. Bu zaten Putin’in de desteklediği bir tepkiydi. Putin; İstanbul ziyaretinde Ortodoks olmayan devlet adamlarının dahi her ne sebeble İstanbul’da bulunsalar mutlaka bir ziyaret gerçekleştirdikleri Rum Patrikhane’sine uğramadı…

Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus bilindiği gibi Rusya’dadır. Bu noktaya, Rusya’nın değişimden önceki pozisyonunu ve SSCB dönemi göz önüne alınarak bakıldığında, Ortodoksların yarıdan fazlasının bu coğrafyada bulunduğu görülür. Moskova Patrikhanesi bu bağlamda, kendisinin dünyadaki en büyük Ortodoks cemaate sahip olduğunu ve Dünya üzerindeki her 2 Ortodoks’tan birinin Rus olduğunu her fırsatta ortaya koyar.

Sovyet Rusya’nın dağılması ile birlikte Moskova ile sürekli rekabet içinde olan Rum Patrikhanesi gözünü dağılma neticesinde ayrılan devletlerdeki kiliselere dikti. Bunların en önemlileri de şüphesiz Ukrayna ve Gürcistan kiliseleridir. Bu ülkelerdeki kiliselerin eskiden Moskova olan dini idare merkezini ya da otoritesini kendi ulusal politikaları çerçevesinde, kabul etmemeleri ise çok doğal bir tepkidir. Bu tepki Ukrayna ve Gürcistan’ı bir arayışa sokmuştur. Bu başsız kalan kiliseler, Rum Patrikhanesi’nin ağzının suyunun akmasına neden olması ise bir başka önemli noktadır.

Rum Patriği Barholomeos 7-12 Ekim 2011 arasında Aynaroz Bölgesi’ne bir ziyaret yaptı. Bu ziyaret, o bölgede Rusya için fevkalade önem arz eden “Aziz Pandeleimon Rus Manastır”ı ile ilgili Rusya’nın da önemli bir adım atmasına neden oldu. 30 Eylül 2011’de Rus Patriği Kiril, Devlet başkanı Dimitri Medvedev ve çok üst düzey bürokratların katılımı ile “Aziz Pandeleimon Rus Manastırı Kültür ve Manevi Mirası Koruma Kurulu” oluşturuldu ve bu manastırın rehabilitasyonu için çok büyük bir bütçe ayrıldı.

Böyle büyük bir gövde gösterisinin nedenleri arasındaki en önemli husus ise 1 Eylül’de Rum Patrikhanesi’nde yapılan ve kendileri ile ilgili konuları da içeren ama Rus Kilisesi’nden bir temsilcinin çağırılmadığı bir toplantıdır.

Eski Sovyet yönetiminde olan Baltık ülkelerinin kiliseleri de bu değişim sürecinde teker teker Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar ama bunlar Ukrayna ve Gürcistan kadar önemli değildir. Bu iki ülkede de geçtiğimiz iki yıl içinde Rum Patriği Bartholomeos’un gövde gösterileri oldu ve Rusya tarafından hoş karşılanmadı. Bir sonraki yazımızda; bu gezileri ve Patrikhane’nin Ukrayna ve Gürcistan faaliyetlerini ayrıntıları ile ele alacağız.