30 Mart 2012 Cuma

TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ 3

BU YAZI DİZİMİZ; 5 BÖLÜM VE GÜN AŞIRI OLARAK YAYINLANACAKTIR. LÜTFEN DİĞER BÖLÜMLERİ DE TAKİP EDİNİZ. YAZARIN MASONLUK HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMESİ “SONUÇ” KISMINDA YAPILACAKTIR.

 

1925 yılında itibaren masonluğa karşı Türkiye’de tepkilerin başladığı gözlenir. Mason olma üzere müracaat eden fakat masonluğa uygun görülmeyen eski Adliye Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, o dönemde kapatılmaya uğraşılan tekke ve zaviyelerle birlikte masonluğu da kapattırmak için çaba harcıyordu. Dönemin güçlü siyasetçilerinden Şükrü Saraçoğlu ve Fevzi Çakmak da masonluk hakkında olumsuz düşüncelere sahiptiler ve Meclis’te sık sık masonluğa karşı konuşmalar yapmaktaydılar. Buna karşı masonlar da mecliste fevkalade güçlüydüler. Zira CHP’nin ağır toplarından mason olan çok milletvekili vardı.

1927’de Atatürk’!ün de hazır bulunduğu bir meclis oturumunda Mahmut Esat Bozkurt söz alarak mason localarının kapatılması talebini çok ağır ifadelerle ortaya koydu. Bunun üzerine Atatürk’ün Mahmut Esat Bozkurt’a, bu ifadelerin bazı vekil arkadaşları rencide edip etmediğini sorduğu (masonlarca) rivayet edilir. Bu konu hakkında, (kaynak olarak masonlara dayandırılarak) Tarih Dünyası Dergisi’nde de (1964) bir yazı çıkmıştır.

1930 ila 35 arasında Türk Masonluğu içinde kavgalar ve garip olaylar oldu. Masonlar kendi içlerinde farklı nedenlerle çatışmaya girdiler. Bu dönemde gelişen “Azim Locası Hadisesi” dahi tek başına ele alınması gereken ve CHP’li siyasetçilerin direk rol aldığı bir olaydır.

Masonluktaki 1930 ve 1935 olayları tek başına irdelenmesi gereken tarih kesitleridir. Zira bu olaylar sadece masonluk açısından değil mason olan milletvekillerinin de rol aldığı ve Türkiye’nin yakın siyasi tarihi ile ilgili hususlardır. Bu makale dizimizde 1930 ila 1935 arasındaki gelişmeleri ancak kısaca ve sathi olarak irdeleyebildik…

Eylül 1932’de İstanbul’da uluslararası bir konvan (masonik genel toplantı) toplandı. Bu toplantı gazetelerde çok fazla yer aldı hatta masonlar için övgü ile bahsedildi. Bu toplantı esnasında bir şehir hatları vapuru kiralandı ve iki yanına insan boyunda mason amblemi kondu ve bu şekilde masonlar bir Boğaz turu yaptılar. Bu Boğaz turu gazetelerde ön sayfalarda yer aldı ve Dünya’nın farklı ülkelerinden gelen mümtaz şahsiyetlerin Türkiye’de toplandığına vurgu yapıldı. Medyanın, masonları fazlasıyla sempatik ve de çok önemli, mümtaz bir topluluk olarak gösterdiğini vurgulamak gerekir. Bu konvan açılışı ile ilgili Atatürk’e konvana katılanlar tarafından gönderilen bir telgrafa Atatürk kısa bir yanıt vermiştir.

1935’te tekke ve zaviyelerle birlikte masonluk da kapandı/kapatıldı…

Çeşitli kaynaklarda masonluk için, “1935 yılında masonluk uykuya yattı ya da Atatürk masonluğu kapattı şeklinde farklı görüşler bulunur. Mason karşıtları, masonluğun kapatılmasının, Atatürk’ün masonluğa olan olumsuz yaklaşımı olarak yorumlarlar. Öte yandan masonlar ise Atatürk’ün masonlara çok iyi gözle baktığını hatta bir zamanlar mason olduğunu ortaya koyarlar. Atatürk’ün mason olduğu şeklinde tabi ki bir bulgu ve belge yoktur ama masonlar da Atatürk’ün yakın çevresinde çok sayıda mason bulunmasından yola çıkarak bu söylemlerini (hâlâ) ispata çalışırlar.

Şuna da bir vurgu yapmak gerekiyor: İttihat ve Terakki’nin içinde çok sayıda mason vardı ve 1909 reorganizasyonunda da bu masonlar rol oynadılar. Osmanlı’nın son dönemleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Türk siyasi hayatında ve bürokraside en üst mevkilerde masonlar da vardı…

Ve tabi bunlar doğal olarak Atatürk’ün de yakın çevresinde bulunan kişilerdi. Örneğin özel doktoru ve aynı zamanda 33 Dereceli bir mason olan “Mim Kemal Öke”nin kaleme aldığı “Hür Masonluk Tarihi” adlı kitapta şu ifade yer almaktadır:

Tatil hadisesi sırasında, Başvekil ve Cumhurreisi’nin, mason teşekkülüne karşı tutumları pasif bir mahiyette idi. Hatta akdemce İstanbul’da toplanan ve memleketlerinde ehemmiyetli mevki sahibi birçok ecnebi şahsiyetin, misafireten bulundukları sırada onlara karşı da iyi nazarlarını belirtmişlerdi. Tatil darbesinde de bu zevat ister istemez pasif durumda kalmışlardı. Darbenin hazırlayıcıları başka ve malum şahsiyetlerdir.”

Paragrafın özünde, bir yandan Atatürk ve çevresinin masonlara karşı pasif ya da negatif duruşuna vurgu yapılmakta ama öte yandan da 1932 Konvanı’nda masonlardan gelen telgrafa verdiği yanıta da vurgu yapılarak pozitif bir olgu yaratılmak istenmektedir.  1932’deki telgrafa verdiği tek cümlelik teşekkür yanıtı, masonlarca çok önemli sayılmakta birçok yayında, masonik kaynakta vurgu yapılmaktadır. Ancak paragraf sonunda “Darbenin hazırlayıcıları başka ve malum şahsiyetlerdir.” Söyleminin ise yaratılmak istenen bir komplo teorisi ile bağdaştırılmak istendiği anlaşılıyor! Fakat ne bahsi geçen kitapta, ne bu paragraf öncesinde ve sonraki kısımlarında “başka ve malum şahsiyetlerdir sözleri ile Mim Kemal Öke’nin ne kast ettiği anlaşılamamaktadır.

Yukarıda, “1935’te tekke ve zaviyelerle birlikte masonluk da kapandı/kapatıldı…” dedik. Bu yazı dizimizin başında açıkladığımız gibi masonluk sonuçta yasal kurulmuş bir dernektir ve yasal bir derneğin de yasal bir süreç ile kapatılması gerekir. Fakat 1935’te çok muğlâk işler yapıldı ve yasal bir süreç işletilmeden mason derneği kapatıldı.

(Çok sonraları bu şekilde kapatılmak masonların işlerine fevkalade yarayacak ve eski gayrimenkullerine tekrar kavuşma fırsatına dönüşecektir… Bu hususa sonraki bölümlerde yer vereceğiz…)

Uykuya yatış esnasında mason siyasetçilerden olan “İçişleri Bakanı Şükrü Kaya”nın çağrısı üzerine, aşağıda isimlerini verdiğimiz masonlar; Süprem Konsey Başkanı (Grand Komandör) “İsmail Hurşit”, Büyük Üstad “Muhittin Omay”, “Fuat Süreyya Paşa”, “Mustafa Hakkı Nalçacı” ve “Muhip Nihat Kuran” Ankara’ya geldiler. Ankara’da bulunan masonlardan da “Danıştay Başkanı Reşat Mimaroğlu”, “CHP Milletvekili Rasim Ferit” ve “Ankara Valisi Nevzat Tandoğan”ın da katılımıyla bir toplantı yaptılar ve Mason Derneği’nin kapanma ya da uykuya yatırılması kararını o esnada Türkiye’nin sayılı siyasetçileri ve bürokratları olan bu kişiler kendi aralarında aldılar!

Şükrü Kaya’nın masonlara bu süreç ile ilgili olarak şu ifadeyi kullandığı masonik yayınlarda/kaynaklarda yer almaktadır:

Bir müddetten beri masonluğa atfedilen çalışmaları Halk Evleri yapmaktadır. Zaten CHP’nin de bu doğrultuda alınmış kararı vardır ve hükümet bunu uygulamaya kararlıdır.”

9 Ekim 1935’te yukarıda isimleri verilen,  sadece dokuz kişilik bir heyetin, geniş üye kitlesi olan bir derneği, genel kurul kararı olmadan nasıl kapattığı ya da kapatabildiği bu gün de hâlâ bir sırdır.

Kapatma ile ilgili, şu ifadenin yer aldığı, 12 Ekim tarihli, tek cümlelik bir genelge tüm localara gönderilmiştir:

İlgili orundan aldığımız buyruk üzerine cemiyetimizin toplantıları yeni bir buyruğa kadar tatil edilmiştir.

Bursa’daki locaya çekilen şu telgraf ise daha da kısaydı:

Orada çalışmalara son veriniz. Tafsilat postadadır.”

10 Ekim 1935 tarihli Anadolu Ajansı’nda masonluğun kapatılması şöyle yer aldı: “Türk Mason Cemiyeti, memleketimizde sosyal tekâmülü ve günden güne artan muazzam terakkilerini nazarı itibara alarak ve Türkiye Cumhuriyeti’nde hâkim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek –bu hususta hiçbir baskı olmaksızın- çalışmalara nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketin sosyal ve kültürel kalkınmasında çalışan Halkevlerine teberruya muvafık görmüştür.”

Yukarıda da belirttik, 1935 yılı olayları için çok sorular var! Uykuya yatışın gerçek sebebi nedir? Bunların tam bir cevabı yok… Atatürk’ün çevresinde masonların çok olduğu biliniyor. Ama o dönemde zaten siyasilerin büyük kısmı masondu. Hatta bu bir özenti de olabilir. Nitekim 1930 ve (uykuya yatma hadisesi hariç) 1935 olaylarının incelenmesi; masonik teamüllerden uzak davranışların başta siyasetçi masonlarca çokça yapıldığını gözler önüne sermektedir.

O döneme CHP’li masonlar damgasını vurmuştur dersek yanlış bir tespit yapmış olmayız. O dönemde, masonluğa girmeyi “rozet masonluğu” olarak telakki edenlerin ya da “özenti” olarak mason olanların çokluğu da apaçıktır. Yukarıda masonluğu siyasi emelleri için kullanmaya meyilli olanlar ile münferit hadiseler de çoktur demiştik. Tabi ki bunların ayrıntılarını bir makale dizisinde derinlemesine yazmak mümkün değil. Belki ileride bu çalışmamızı ve birikimimizi bir kitap haline getirmek suretiyle kamuoyunda masonluk konusunda bilinmeyenleri ortaya koyabiliriz.

Masonluğun faaliyette olmadığı, 19 Mart 1939’da Amerika Ana Surem Konseyi’nin Grand Komandörü Crowless, İsmet İnönü’ye şu mektubu yolladı:

Şu anda; Amerikan Kongresi’nde bulunan 435 üyeden 218’i masondur. Amerikan Anayasası’nı imzalayan 39 kişiden 31’i de masondu. … Masonluk hiçbir yerde savaş başlatmamış, kimseye baskı ve zulüm yapmamış, müsamahasızlığa ve fanatizme arka çıkmamış, bir damla insan kanı dökmemiştir ve mevcut olma imkânını bulduğu yerlerde, o ülkenin iyiliği için çalışmıştır. (…) Türkiye’deki kardeşlerimiz, masonik faaliyetlerine tekrar başlamak istemektedirler. Ben de onlara yardımcı olmak üzere size müracaat etmekteyim…

Nereden kaynaklandığı ya da kimlerin talebi üzerine yazıldığı bilinmeyen bu mektup, aynı yıl 2. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine bir anlam ifade etmedi ve dikkate alınmadı.

Devlet masonluğu kapattı ya da masonlar kendileri uykuya yattı, adına ne denirse densin bu doğru değildir.

Çünkü masonluk aslında 1935’te resmen kapatılmamıştır…

1. Dernek (1-3) kapatılmıştır…

2. Dernek (4-33) kapatılmamıştır…

(1-3 ve 4-33’ün ne anlam ifade ettiği hususu için yazı dizimizin 1. Bölümünü okuyunuz.)

Masonluğun 3-33 derecelerinin iki farklı dernek tarafında yürütüldüğünü yazı dizimizin 1. Bölümünde belirtmiştik. Bu bağlamda hep önde olan, gözler önünde ve bilinen oluşumun 1,2 ve 3. derecelerin yönetildiği Büyük Loca idi.

Uykuya yatma hadisesinde de kapatılan sadece Büyük Loca oldu…

Buzdağının büyük kısmı uykuya yatmadı…

Suprem Konsey’in resmi dernek adında mason ibaresi yoktu ve bu dernek 1935’te kapatılmadı…

Unutuldu ya da unutturuldu…

İlk bölümde; “Bu yazı dizimiz, masonları tatmin etmeyecektir zira yazımızda masonları övmeyeceğiz. Bu yazı dizimiz mason karşıtlarını da tatmin etmeyecektir zira masonları bilinçsiz bir şekilde yermeyeceğiz ya da küfür etmeyeceğiz…“ demiştik.

Buraya kadar ve dizimizin devamında, mümkün olduğunca anlaşılabilir bir şekilde az bilinen masonluk konusunu gözler önüne sermeye çalıştık.

Masonluk hakkındaki şahsi kanaatlerimize ve kendimizce bir analize ise 5. Bölümün sonunda yayınlayacağımız “SONUÇ” kısmında yer vereceğiz.

 

26 Mart 2012 Pazartesi

TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ 1



Dışarıdan, toplama bilgilerle, birtakım kitaplardan alıntılarla masonluk hakkında yazı yazanların bu konuda eksik olduğu görülür. Masonik yapılanmanın tam olarak bilinmemesi nedeniyle yapılan bazı yorumlar da bu nedenle spekülasyon olmanın ötesine geçemez. Bu güne değin masonluk hakkında, mason olmayan kişilerce yazılan kitap ve makale türü çalışmalar bu nedenle gerçek senteze varamamışlardır. Masonluk yaşantısına devam eden bir mason ise bu yönde bir kitap ve benzeri çalışmayı dışarıda basılmak/dağıtılmak maksadıyla ortaya koyamaz! Çünkü masonluğun genel prensibi olan içlek (ezoterik) çalışmanın doğal tezahürü olarak masonluğun sırlarını (gizlerini) açıklayamaz.

Uzun yıllar mason derneği üyeliğimiz oldu. Belki bir merak ile başlayan ve geçen yıllar içinde biraz daha bir şeyler öğrenme arzumuz; 2004 yılında dini inançlarımızla çatıştı. Masonlukta, “Allah” mevhumunun karşısına çıkarılan “Evrenin Ulu Mimarı” kavramıyla olan bu çatışmaya ve o platformda artık bulunmak istemememizin de ağır basmasıyla gelişen süreç; 27. Dereceye geçmeyi hak kazandığımız bir esnada bizi istifaya götürdü.

Bu yazı dizimiz, masonları tatmin etmeyecektir zira yazımızda masonları övmeyeceğiz. Bu yazı dizimiz mason karşıtlarını da tatmin etmeyecektir zira masonları bilinçsiz bir şekilde yermeyeceğiz ya da küfür etmeyeceğiz…

Masonlukla ilgili olarak bir giren bir daha ayrılamaz gibi çok absürt bir kanı vardır! Masonluk, tüm Dünya’da olduğu gibi bizde de tüzel kişiliği olan bir dernek vasıtasıyla işlemektedir ve “Dernekler Kanunu”nun ilgili maddeleri gereğinde de her üye özgür iradesiyle dernekten ayrılabilir. Evet, ayrılmaması için manevi baskı yapılması olasıdır ve bize de yapılmıştır. Ancak Kanun’un ilgili maddesini de içeren ihtarî bir faks’ımızın ardından, ciddiyetimizi yasal mecraya da taşıyacağımız hususundaki kararlılığımız, henüz 1 saat geçmeden kaydımızın silindiği ile ilgili belgenin tarafımıza ulaşmasını sağlamıştır.

Tarih bilimi; belge ve bilgilerin, kaynak gösterilmek suretiyle ve tarafsızlıkla ortaya konulmasıyla geçmişin bilinmesi ve anlaşılması işlevini yerine getirir. Bu yazı dizimizdeki verilerin tümünün çok uzun bir emek ve bilgi birikimi ile ortaya çıkmış olduğunu belirtmek isteriz. Bu yazı dizisindeki bilgiler, dernek üyesi iken “en fazla konferans” verenler arasında olan eski bir masonun tecrübeleri ve bilgi donanımı ile kaleme alınmıştır.

Yazının “Tarihsel Süreci” anlatan kısmı, şu anda masonlarca da “kaynak” olarak kabul edilen “Defne Yüksek Yetkinleşme Atölyesi 2000-2001 Yılı Konferansları”nı ihtiva eden bir kitabın 177-200 sayfalarındaki makalemizdir. “Suprem Konsey’in 140 Yıllık Tarihi (1860-2001)” adlı bu makale; üst derecelerdeki bir konferans için hazırlanmıştı ve üst derecelerin tarihi ile daha fazla ilgiliydi. Bu yazı dizisinde, “Türkiye’deki Masonluk Tarihi” tüm dereceleri (1. Dereceden 33. Dereceye kadar) kapsayacak bir şekilde irdelemektedir. Yazı içindeki masonik terimlerin iyi anlaşılabilmesi için de ayrıca parantez içinde kısa açıklamalar yapılmıştır.

MASONİK YAPILANMA

Türk Masonluğu ile ilgili tarihsel sürece başlamadan evvel, masonik yapılanmayı da tarif etmek ve bu yazı içeriğindeki bazı kavramlar hakkında bilgi vermek, masonluğun çalışma şematiğinin daha iyi anlaşılması açısından çok önemlidir.

Türkiye’de faaliyet gösteren iki erkek ve bir bayan mason derneği vardır:

“Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası”

“Özgür Masonlar Büyük Locası”

“Kadın Mason Büyük Locası”

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası; “İngiliz Masonluğu” paralelinde çalışır ve kısaca “Muhafazakârlar” olarak tanımlanır.

Özgür Masonlar Büyük Locası ise “Fransız Masonluğu” ile daha yakındır ve kısaca “Liberaller” olarak tanımlanır.

Kadın masonların yapılanmasına Özgür Masonlar Büyük Locası yardımcı olmuş, 1991’de kadın masonluğu oluşumunu evvela kendi bünyelerinde ama farklı bir dernek olarak başlatıp, bu oluşum belli bir dereceye vardığında da eğitimine ve organizasyonuna destek olmuştur.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası ise İngiliz Masonluğu’nun ana prensipleri dâhilinde “kadın” masonları kabul etmez ve kesinlikle yadsır. Zaten diğer mason grubu olan Özgür Masonlar Büyük Locası üyelerini de mason olarak kabul etmezler ve bu grupta olan masonlara (masonik açıdan) “düzensiz” tanımlaması yaparlar.

Dünya’da masonluğun “muhafazakâr” ve “liberal” olarak ikiye ayrılması, bunun nedenleri ve aralarındaki görüş farklılıkları, bu yazımızın ana konusu değildir ve bir başka yazıda “Dünya Masonluk Tarihi” başlığıyla ele alınabilecek başlı başına bir konudur.

Türkiye’deki masonlar; Dünya’da en yaygın ve 33 dereceli bir sistem olan; “Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti” ile çalışırlar. (Ritüel= Bir törenin yapılış şekli. Bu bağlamda; kiliselerdeki ayinler de belli bir ritüele göre icra edilirler. Masonik bir toplantının da uygulama şekline ritüel denmektedir.)

Masonluğun ilk üç derecesini “Büyük Loca” adı altında yasal olarak kurulmuş bir dernek, 4. Dereceden, 33. Dereceye kadar olan kısmını ise “Yüksek Şüra” ya da “Suprem Konsey” adı altında yine yasal olarak kurulmuş bir başka dernek yönetir.

Halk arasında daha fazla bilinen “Büyük Loca” kavramı buzdağının sadece görünen kısmıdır. Bunun ardında; 4. Dereceden başlayarak, 33. Dereceye kadar giden bir süreç daha vardır ve masonluğun esas gizleri kısaca “üst dereceler” olarak tanımlanan bu derecelerdedir.

İlk üç derece; çırak, kalfa ve üstad dereceleridir. Bunlar; “Mavi Dereceler” ya da “Remzi Dereceler” denir ve bir “Büyük Loca” tarafından yönetilir. Büyük Loca; “Demokratik” bir yapılanmadır ve tüzükte belirlenen kıdem (süre) ve diğer koşullara uymak şartıyla, bu derneğe üye olan herkes kendi locasının yönetimine ve isterse “Büyük Loca” yönetimine de aday olabilir.

Dördüncü ile otuz üçüncü derece arasındaki dereceler ise bir başka mason derneği tarafından yönetilir ki bu ikinci derneğin yapısı pek bilinmez. Gizli olan bu üst derecekleri yöneten 2. dernektir.

Bu 2. dernekte “Demokrasi” yoktur. Çünkü burada yöneticiler sadece 33. Derecede olan masonlardır. Bu durumda 33. Dereceyi almamış bir mason doğal olarak, dernek yönetimi ile ilgili söz sahibi de olamaz.

2. dernek “Otokratik” yöntemle (buyurgan) yönetilir. Yapılan (yasal) dernek seçimleri, gelen Devlet görevlilerine karşı göstermeliktir. Çünkü 4. Derecede olan bir mason da yasal olarak o derneğin bir üyesidir, ama yönetime girmeye, aday olmaya (Masonik Yasalar) açısında hakkı bulunmaz.

İlk üç dereceyi yöneten “Büyük Loca” ile 4-33. Dereceleri yöneten “Yüksek Şüra” ya da “Suprem Konsey” arasında bir “Konkordato” vardır. Bu konkordatoya göre 4. ile 33. arasında bir derecede olan bir mason, Büyük Loca’da da “Düzenli” olmak zorundadır. Başka bir anlatımla; devam ve ödenti yükümlülükleri açısından “Düzensiz” olmamalıdır. Bir mason üyesi olduğu Büyük Loca’ya “Ben artık üst derecelere geçtim. Bundan sonra ilk ya da alt derecelere gitmeyeceğim” diyemez. Çünkü alt derecelere devam etmezse “mason” sanı ortadan kalkar.

(Büyük locanın örgütlenmesine ve yetki alanı içinde bulunan locaların toplamına “obediyans” denir ki bu tanım yazımız içinde sıkça geçecektir.)

Büyük Loca tarafından yönetilen 1.-3. Dereceler şunlardır:

1.Derece= “Çırak”

2.Derece= “Kalfa”

3.Derece= “Üstad”

Suprem Konsey tarafından yönetilen 4.-33. Dereceler ise şöyle ayrılırlar:

4-14. Dereceler arasında çalışan birimin adı “Atölye”

15.-18. Dereceler arasında çalışan birimin adı “Şapitr”

22.-30. Dereceler arasında çalışan birimin adı “Aeropaj”dır.

Masonluğun ana felsefesi 30. Derecede biter. 31. ve 32. Dereceler; Yüksek Yargılama ve Disiplin kurullarıdır. 33. Derece ise yukarıda belirtildiği gibi “Yüksek Şüra” ya da “Suprem Konsey” adını taşır. Suprem Konsey; 33.ler meclisidir ve kendilerini “Ritin Egemen Otoritesi” olarak sayarlar.



BU YAZI DİZİMİZ, 5 BÖLÜM OLARAK YAYINLANACAKTIR. LÜTFEN DİĞER BÖLÜMLERİ DE TAKİP EDİNİZ

23 Mart 2012 Cuma

ŞİİR :BEN SANA YAZARKEN HEP AĞLARIM CAN (BOJİDAR ÇİPOF)



Ben sana yazarken hep ağlarım can…
Arada damlalar düşer yazdığım satırların üzerine  
Elimdeki kâğıt buruşur aynen içimin çekildiği gibi
Mektubumda kırışıklıklar görürsen sebebi budur…

Ben sana yazarken hep ağlarım can…
Karman çorbandır satırlarım, içimdeki karmaşa gibi
Gözyaşımı tutamam ve kelimelerimle harmanlanır
Mürekkebin dağıldığı noktalar varsa nedeni budur…

Ben sana yazarken hep ağlarım can…
Bazen gözyaşı, bazen içimdeki acı arkadaşlığında
Bilirim okumazsın çünkü ulaşmaz sana yazdıklarım
Ben zaten sana yazdıklarımı hiç yollamam ki can…

Bojidar Çipof
19 Kasım 2011 

2 Mart 2012 Cuma

BOJİDAR ÇİPOF 28 ŞUBAT 2012'DE ULUSAL TV'DE



Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof, 28 Şubat 2012'de Ulusal Kanal 19.00 Haberleri'nde... Rum Patrikhanesi'nin, Yeni Anayasa çalışmaları .çerçevesinde; Heybeliada Ruhban Okulu'nu açtırmaya ve Patrikhane'ye "Ekümenik" statüsü kazandırmaya yönelik çalışmalarını değerlendirdi.