11 Şubat 2010 Perşembe

BUZUKİNİN TARİHİ

 Fotoğraf: Buzuki Bojidar 1972 Büyükdere Marko Paşa Gazinosu 
Manges (Külhanlar) Orkestrası
....

 Web ortamında birçok sitede “buzuki”nin tarihçesi ile ilgili yazılar var. Tabi her zaman olduğu gibi bunlar; kopyala yapıştır yöntemiyle hep aynı kaynağa dayanan bilgilerden oluşuyor. Eski bir müzisyen olmam ve bir zamanlar buzuki de çalmam dolayısı ile bu konuda bir şeyler yazmak istedim.

Buzuki ile tanışmam 1970 ya da 71 yıllarında Sıraselviler Özgül Taverna’da oldu. Burada Grek müzik yapıyorduk ve ben gitar çalıyordum. Birlikte çalıştığımız bas gitarist Andon Venturis, (Şimdi Yunanistan’da yaşıyor) bana bir gün bir buzuki getirdi ve çok uygun bir fiyata bir arkadaşının sattığını istersem almamı söyledi. Müzik de bir matematiktir. Eğer bunu çözerseniz aslında çok kolaydır. Aşağıda buzukinin tarihini anlattıktan sonra teknik olarak da bazı bilgiler vereceğim ve orada gitarla buzukinin karşılaştırmasında yukarıda matematikten ne kast ettiğim anlaşılacaktır.

Ben bu sazın sesini çok beğendim. Buzukinin sesini elbette ki biliyordum. Ama eline alıp çalmak başka bir durummuş. Bunu çalışmaya başladığımda anladım. Bir hafta kadar sonra repertuarımızı çalmaya başladım. O zaman çalıştığımız kadro şuydu: Heny ve Vasilaki çifti. Eski Grek tavernalarını bilenler bu efsane ikiliyi mutlaka tanırlar. Ayrıca Dimitri Orfanidis adlı bir solistimiz vardı. Dimitri de çok iyi bir solistti ama çok detaycıydı. Kaprisli demiyorum çünkü yaptıkları kapris değil kendine yaptığı eziyetti. Şarkı söylerken bir eli de ses düzeninde ve inanın ne aradığını anlamak mümkün değildi. Aynı durum, ne çalarsan çal o mutlaka başka bir ses, başka bir nota ya da tını isterdi. Biz bunu kanıksamış ve hiç de oralı olmuyorduk.

Bir cumartesi akşamı, ben buzukiyi sahne arkasında hazırladım ve Dimitri çıktığında aniden elime alıp çalmaya başladım. Gitarla yaptığım sololar birden bire buzuki tınısı ile duyulmaya başladı.

Dimitri “Vre” diye arkasına döndü. İnanamadı ve o gün ilk defa bir şeylerle uğraşmadan şarkı söylemeye başladı. Ben birkaç hafta içinde tüm repertuarı buzukiyle çalmaya başladım. Gitarist Bojidar iken, bir de Buzuki Bojidar oluverdim. O zaman İstanbul’da bilinen birkaç buzukici vardı. Bunlardan biri, Buzuki Çiço, İngiltere’den gelmiş uçuk kaçık bir adamdı. Hani şu Avrupa’da arabasını isteyerek duvarlara çarpan gruplar vardır ya onlardan birine üyeydi. Bir minibüsü vardı. Onu kaporta yaptırır sonra bir haftada eski yamuk yumuk haline getirirdi. Bir de Buzuki Erol (Örter) vardı ki o tam bir virtüözdü.

İşte bu birkaç buzukicinin arasına yeni yetme gitarist-buzukici olarak ben de katılıverdim.

Arkadaşım Andon bana buzuki ile birlikte bir de buzuki ile ilgili bir kitap getirdi. Kitabın adı: Buzuki... Yazarını şimdi anımsamıyorum ama orada buzukinin tarihçesi vardı. Tabi bu Yunanca kitap hakkında; arkadaşım Andon’a ara sıra birkaç sayfasını tercüme ettirerek içeriği hakkında bilgi sahibi oldum. Şimdi o kitaptan hayal meyal hatırladıklarım, süreçte edindiğim bilgiler ve teknik olarak -tabi daha çok gitar gibi telli sazları çalanları ilgilendirecek- bazı bilgileri burada paylaşmak istiyorum.

Buzukinin, Yunanistan’ın Osmanlı idaresi altında olduğu yıllarda, Anadolu’dan gittiği biliniyor. Buzukinin hikâyesine geçmeden, bu süreçte çok önemli olan bağlama hakkında biraz bilgi vermek gerekiyor.

Bağlama; günümüzde çok farklı şekillerde imal edilmektedir. Hatta buzukinin oluşum sürecinde kullanılan dilimli ya da parçalı yöntemle, aslında bağlamanın özüne pek de uygun olmayan, fantezi imalatlar günümüzde yapılmakta ve birçok ünlü usta tarafından da bu tür “devşirme” bağlamalar kullanılmaktadır.

Ancak bilinen ve geleneksel yöntem şudur: En tercih edilen dut ağacının ve yine tercihen köke yakın kısmından kesilen parçalardan tekne, yani sazın alt ve bombeli kısmı yapılır. Bunu daha çok Anadolu’da köylüler yapar ve tekneleri -şimdi mutlaka bazı araçlar ve aparatlar yardımıyla yapıyorlardır- keserle bir forma getirip, ham olarak, şehirlerdeki saz yapımcılarına satarlar. Saz yapımcıları da bu tekneleri sapla birleştirerek bağlama ve türleri haline getirirler.

M.Ö. iki binli yıllarda; Doğu Akdeniz, Mezopotamya ve Doğu Asya'da bağlama ve türlerinin bulunduğu bilinmektedir. M.Ö. 1700-1600 arasında bu türlerin Mısır'da da var olduğu arkeolojik kalıntılardan anlaşılmaktadır.

Anadolu'da ise, M.Ö. 1650-1350 tarihlerinde, Eski Hitit Dönemi'nde de bu tür çalgıların kalıntıları bulunmuştur. Gaziantep’te yapılan bir kazıda Geç Hitit Dönemi'ne ait bulunan kabartma taş levhalar üzerinde de bağlama türlerine rastlanmıştır. Frig, Lidya ve Urartu hakkında birçok kaynakta bu tür çalgılarla ilgili az da olsa veri vardır.

Burada bağlama hakkında daha çok fazla bilgi verilebilir. Yazıyı uzatmadan ve çok kısa bir tanımlama yapmak gerekirse; bağlama bir Anadolu sazıdır ve çok uzun bir tarihsel süreçten günümüze kadar gelmiştir.

Endülüslerden, Avrupa’ya geçen “lût” ya da Arapça adı ile “el-lud” familyasına bağlamak isteyen ya da bağlayan, hatta akademik kaynaklar da vardır. Benim yaptığım kişisel,  tarihsel araştırmalarda; “lut” farklı bir sazdır. Bu “lût” ve türleri Endülüs’ten Avrupa kültürüne sıçramış, esas adı olan “el-lud” zamanla, lût ve lavta (Fr: luth) olarak süreçte yer almıştır.

Bu Endülüs sazı “lût”; buzuki ile ilgili süreçte çok önemli olduğundan, şu çok az özelliğini de yazmak gerekiyor: Lût; uda da benzemekle beraber, gövdesi daha az dilimli ve uttan en temel farklılığı perdeli olmasıdır.

Buzukinin süreci; işte bir yanda Anadolu, öte yandan bu Endülüs sazından esinlenerek bir yere gelmiştir. Rivayet şudur: Anadolu’dan, o zaman Osmanlı yönetiminde olan Mora Yarımadası’na gelen bir bağlamacının sazı parçalanır. Bağlamacı bunu bir telli saz üreten/tamir edene, yani “luthier”e götürür. Lutier; eski tanım ile telli saz üreten kişi olmakla beraber günümüzde artık telli sazları tamir edenlere denmektedir.

İşte burada yine bir ipucu var… Luthier, “lût”tan türeme bir tanımdır. Bu noktada ben yine bir Anadolu kültürü olan bağlama yapımını; Endülüs’ten, uzun bir yolculuk yaparak Avrupa’ya giren telli saz imalatı ile akraba saymıyorum.

Luthier; parçalanmış bağlamayı tamir ederken, nereden bir dut tekne bulabilirdi ki. O da bildiği yöntemle yani “Dilimli Gövde” tekniği ile bağlamayı onardı. Tabi bağlamacı sazını görünce feveran ederek buna “bozuk “dedi ve sazını almadı. Harcadığı emeğin karşılığını alamayan ve üstüne de hakaret gören tamirci buna tepki olarak üzerine “bouzuk” yazdı ve vitrine astı. Ancak bu bozuk saz hemen alıcı buldu ve başka talepler de geldi. Zamanla farklı yerlerde üretilmeye başlandı ve “bouzuki” denen saz ortaya çıktı.

Bu rivayeti, bağlamadaki, farklı yörelerde kullanılan “akort” sisteminden biri olan “bozuk düzen”le bağdaştıran hatta tamamen bozuk düzenden geldiğini savunanlar, net ortamında paylaşanlar var. Ama bu doğru değildir. Hatta bazı tarih bilgisi hiç olmayan ya da hesap yapmayı bilmeyenlerin yazdığı bazı kaynaklarda buzukinin, mübadele ile birlikte Yunanistan’a girdiğini iddia edenler de var.

Çok basit bir matematikle; mübadele, yani Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi; Lozan Andtlaşması’nı (1923) müteakip, 1924 yılında başlamıştır. Oysaki yine basit bir aritmetikle; Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan, 30 Ağustos 1832 tarihinde kopmuş ve bağımsızlık ilân etmiştir. Bu hikâye, rivayet ya da nasıl tanımlanacaksa, 1832 ile Osmanlı yönetimi yılları arasında geçmesi gerekir. Bu kadar yakın bir tarihi net ortamında paylaşılması ve çok fazla sitede yer alması; buzukinin tarihine, amiyane bir tabirle hakarettir.

Buzukinin, Anadolu’dan gelme bir sazdan tesadüfen ortaya çıkmış olması, bazı fanatik Yunanlılarca kabul edilmek istenmez. Fakat benim 1970 yıllarında elimde olan bir kitapta da bildiğim ve süreçte yaptığım araştırmalarda bu gerçek; buzukinin, bozuk bir bağlamadan esinlenilmiş ve ad takılmış olması gerçeği en bilinen ve doğru olan “buzuki tarihi”dir.

Şimdi gelelim buzuki ile ilgili biraz teknik bilgiye. Bu kısım başta gitar olmak üzere telli sazlar çalanları daha fazla ilgilendirecek.

Esas geleneksel buzuki üç sıra tellidir. Buna Yunanlılar üç telli anlamında “trikordo” derler ve akort sistemi “Re-La-Re” şeklindedir. Zamanla buzuki üzerinde de değişiklikler yapılmış ve üç sıra telli olan geleneksel buzuki dört sıra telli olarak imal edilmeye başlanmış olup bu gün en yaygın olan buzuki türüdür. Dört telli buzukiye Yunanlılar “tetrakordo” demektedirler ama halk ve müzisyenler arasında “tetrakordo” yerine “kitaro buzuki” tanımlaması daha çok yerleşmiştir.

Tetrakordo ya da kitaro buzuki (yani gitar buzuki)Do-Fa-La-Re” akort düzeninde kullanılır. İşte tam burada en fazla gitaristleri ilgilendiren şu teknik bilgiyi vermek istiyorum: Gitarın akort düzeni; “Mi-La-Re-Sol-Si-Mi” şeklindedir. Dikkatle bakıldığında, dört telli buzukinin akordu ile gitarın alttaki dört telinin akordu arasında bir tam ses fark vardır. O zaman çok basit olarak gitarda en bilinen ve kolay akor olan “La Minör” akorunu basar gibi, buzukinin üzerinde aynı pozisyonu basarsak bir tam ses pes olarak ortaya “Sol Minör” çıkacaktır. Bunun gerisi artık telli sazlar çalanlara kalsın.

Yunanistan müzik kültürüne sadece bağlamadan türeyen buzuki girmemiştir. Halk müziğimizde farklı bir ses olan ve klasik halk müziğimizin vazgeçilmezlerinden olan “cura” aynı görüntü ile ancak dilimli teknikle imal edilmiş gövde ile Yunan müziğinin buzukiden sonraki ikinci sazıdır. Ama bir farkla; adı “baglama”dır. Başka tür ve uzun saplı, tamburu andıran bir diğer Yunan sazına ise “caura” denir. Bu da sanırım curadan türeme bir addır.

Yakın kültürlerde ve bir tarih diliminde başka uluslarca yönetilen uluslarda esinlenme bir hakikattir ve bu bağlamda; asırlarca Osmanlı idaresi altında kalan bu günkü Yunanistan’ın milli sazı olan buzukinin hikâyesi işte bu Mora Yarımadası'nda ortaya çıkan “bozuk” bir sazdan gelmektedir.

Bojidar Çipof
11 Şubat 2010