Araştırmacı Yazar ve Müzisyen Bojidar Çipof'un Bu Blogunda; Çeşitli Yerlerde Çıkan ya da Basılmış Yazıları, Makaleleri, Şiirleri ve Televizyon Programlarından Videolar Bulunmaktadır.
15 Kasım 2009 Pazar
14 Kasım 2009 Cumartesi
ATV ADLİYE KORİDORLARI 1996 PASKALYA DAVASI
ATV TV'de, Eylül 1996'da yayınlanan ADLİYE KORİDORLARI adlı programda, Bulgar Ortodoks Kilisesi ile Rum Patrikhanesi arasindaki sorunlar ele alınıyor. Rum Patrikhanesi, 1993'ten itibaren, Bulgar Kiliselerinde yapılan ayinleri, Bulgarca olması gerekirken Rumca yapmak için baskı yapıyordu. 14 Nisan 1996'da Rum Patrikhanesi'nden akovos adlı bir rütbeli papaz ile ona yardım eden Bulgar Kiliseleri Vakfı Başkan Yardımcısı Kiryako Liaje Paskalya Bayramı Ayini'ni yine rumca yaptılar. Vakıf yöneticisi Bojidar Çipof buna karşı bir dava açtı ve Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başlandı. Sanıklar daha sonr a beşer ay hapis cezası aldılar. Bu kayıt mahkeme esnasında çekilerek ATV'de ADLİYE KORİDORLARI adlı programda yayınlandı. Haber; mahkemesinin sonuçlanması ile Yargıtay'ca onanması arasındaki süreçte yayınlanmıştır.
MELTEM TV RUM PATRİKHANESİ İLE BULGAR KİLİSESİ
MELTEM TV'DE 25 ARALIK 2002'DE YAYINLANAN DİYALOG PROGRAMINDA TARTIŞILAN FENER RUM PATRİKHANESİ HAKKINDA BOJİDAR ÇİPOF'UN KONUŞMALARI
1 Kasım 2009 Pazar
HAYALSİN
Hayalsin sen
Seni anımsamıyorum, ya da
anımsayamıyorum
Var mıydın?
Yok muydun?
Cevabı yok!
Anımsayamıyorum ki…
Peki, yoksan neden var
diyorum?
O zaman demek ki bir “Hayalsin”
Bulanık, gölgeler
arasında, karmaşık duygularla neden “varsın”
diye düşündüm?
Bu durumda, “yok” demek, ya da “yok” saymak doğru mu olacak?
Belki…
Geçen akşam zifiri
karanlık bir sokakta durdum kaldım öylece
İleride, sokak lambasının
ışığı birini aydınlattı
İçimden “bu mu?” dedim
Benzetemedim, çünkü seni
anımsamıyorum, ya da anımsayamıyorum
Ne yapmalıyım ki
anımsamıyorsam, ya da anımsayamıyorsam?
Biraz ileri de gittim o
gece
Yanımdan geçerken
gördüğüme göz kırptım
Zifiri karanlıkta,
korkutmamak için geriye çekildiğim an ona göz kırptım
Karanlıkta…
Tabi ki görmedi, göremedi!
Zor bir iş bu...
Hayallerle uğraşmak
Bulanık, karanlık, sisli
ve ürkütücü şekiller görmek ve anımsanmayan ya da anımsanamayanlarla uğraşmak
ve karanlıkta göz kırpmak
Ne yapmalı acaba?
Demek ki yok öyle biri,
demek ki olmadı öyle biri
Zor, zor hayallerle uğraşmak
çok zor
Peki, neden hep hayal
kurulur?
Madem boşa, kurulmasın,
umulmasın
Bir ışık olsa, bir ışık
aydınlatsa yolumu ne güzel olurdu
Kurtulsam o karanlık
köşelerden, boşa hayallerden
Sisli, puslu görülmeyen,
görülemeyenlerle boşa vakit harcanacağına
Bir ışık yansa ya önümde,
aydınlatsa önümü
Kimi bir hayalle, ya da
olmayan hayallerle uğraşır durur
Kimi de önündeki ışığı
takip eder
Hemen içinde bir sevgi
ışığı yak!
Bak o zaman nasıl
değişecek her şey
Bak o zaman nasıl da
umutla dolacak için
Bırak “Hayal”i
Hatta “Hayalsin” de deme
“Hayalsin”de bir işaret var çünkü
Anımsanmayan ya da
anımsanamayan bir hayalle uğraşma
Hayalse “o”
zaten yok!
Anımsama, anımsamaya da uğraşma
Uzamış yine bu yazı...
Tekrar da var biraz!
Biraz olur mu çok tekrar
var...
Olsun, bunları yazan belki
içini dökmüş
Bu gün;
Doğu’dan yeni bir ışıkla
doğacak,
Şunun şurasında sabah
ışığını almaya az kaldı
Umutla…
Hayale
dalmadan...
Gerçekle...
Bojidar
Çipof
3 Ağustos 2009
EV
Müstakil Şirin Bir Ev… Bahçeli…
Ahşap cumbalı bir ev… Bahçe çiçekler dolu, her köşesi; özenle ekilmiş, emek verilmiş ve sevgi ile çapalanmış, yıllarca adeta bir evlat gibi üzerine titrenmiş bir bahçe. Çok güzel bir ev…
Kimine göre; “Ne burası böyle? Ne dağınık bir
bahçe?” Dedirtecek kadar karman çorban, kimine göre ise bir huzur durağı. O
eskimiş, boyası dökülmüş, sanki atılmış gibi bahçenin ortasında duran
sandalyede bir oturmaya gör, huzur işte budur. Saatlerce oturabilirsin.
Evi ise özellikle tarif etmiyoruz! Çünkü dedik ya çok güzel
bir ev…
Ya da ev sahipleri için çok güzel bir ev…
Evin sahipleri; orta yaşlı bir karı koca. Kimseleri yok! Evlat, ana baba ya da bir yakın akraba da yok!
Ama sevgileri var.
Kendilerine, birbirlerine, komşularına, kedilerine ve
çiçeklerine sevgileri var. Hem de çok…
Komşular bahçenin önünden geçerken bu eve ve bahçesine
başlarını hep çevirir bakarlardı. Ama bu çiftin geçinecek paraları azdı. Emekli
aylıkları ile ancak evi dönüyorlardı.
Bu komşulardan biri aslında bu eve ve bahçesine, pardon arsasına göz dikmiş durumda. Devamlı bu büyük arsa üzerinde yapılabilecek büyükçe bir apartmanın hayalini görüyor ve ellerini ovuşturuyor. Derken bir gün kapıyı çaldı ve kısa bir selamlaşmadan sonra lafı uzatmadan, bu arsa üzerinde yapılabilecek büyük bir evi ve buradan kendilerine kaç daire alabileceklerini anlattı.
Çift evvela anlayamadı. Sanki uyuşturulmuş bir uzvun hissizliği gibi anlayamadılar, algılayamadılar.
Sonra uyuşturucunun etkisi azalır gibi ağrı dalga
dalga gelmeye başladı! Hafif bir zonklama, sonra artan bir ağrı, sonra da sanki
midelerine vurdu. Hani misafir olmasa ve ona ayıp da olmasa aynı anda ikisi
birden tuvalete kusmaya koşacaklardı. Ama çok nazik insanlardı ve evde bir
misafir bulunuyordu. Bunu yapmadılar…
Bu ev; onlar için sadece bir ev değildi ki! Sanki bir canlıymış gibi, yıllarca birlikte yaşıyorlardı. Onlar bu evin içinde bir aileydiler.
Ama gerçek acıdır, keskindir ve bazen acıtır. Ev eskiydi ve onlara çok güzel gelen o bahçe aslında çok dağınıktı. Hatta oradaki emeği ve sevgiyi göremeyenler için berbat bir bahçeydi!
Sadece ARSAYDI…
Adam gitti ama yılmadı. Defalarca geldi. Kimleri göndermedi ki! “Hadi! Bir olur deyin gerisini bana bırakın.” Sonunda bıraktılar direnmeyi ve kabul ettiler. Evvela inşaat süresince oturacakları bir yer bulundu. Bir apartman dairesiydi bu…
Ruhsuz, hissiz bir apartman dairesi… Sevgi yoktu. SEVEMEDİLER…
O an ne acı bir an oldu. Kepçenin evi yıkmak üzere vurduğu an. Çok kısa bir sürede evleri enkaz halini aldı. Kepçe kamyonlara o enkazı yüklerken. İrkildiler… Sanki bekleyen kamyonlara etlerinden parçalar yükleniyordu.
Ağlayamadılar… Mahalleli toplanmıştı. “Mademki ağlayacaktınız niye kabul ettiniz?”
diyecekler diye gururları müsaade etmedi sustular.
Ama o geçici eve gittiklerinde dayanamadılar ve
ağlamaya başladılar. Kadın çok şaşırdı! Kocasını ilk kez ağlarken görmüştü
çünkü.
Erkekler ağlamazmış. Boş laf bu… Erkekler de ağlar,
hem de öyle bir ağlar ki! Ağladılar ve sarıldılar birbirlerine. Artık ev yoktu.
Sadece ikisi vardı…
Sadece ikisi ve birbirlerine olan o büyük SEVGİ…
Apartman yükseldi, yükseldi ve sonunda bitti. Kendilerine ayırdıkları daireye yerleştiler. Çok güzeldi ev. Çünkü her gelen öyle söylüyordu! Ama onlar için öyle değildi. O sadece bir apartman dairesiydi.
Çok düşündüler. Günlerce, haftalarca düşündüler ve daireleri satmaya karar verdiler. Sattılar. Bir tek oturdukları daire kaldı. Aman ne kadar da çok paraydı ellerine geçen… Bu kadar çok parayı hiç düşünememişlerdi ki o güne kadar.
“Bu parayla yine müstakil bir EV alalım mı?”
“Evet, ALALIM”
Ve dolaşmaya bahçeli bir ev aramaya karar verdiler. Biraz dolaştıktan sonra bir yer beğendiler. Kaç para… Offf… Çok paraymış. Yani bizdeki tüm para yetmez buna. Olsun bir daire daha var onu da üste versek…
Satıcı; “Peki tamam” dedi ve ardından “Ben sizi çok sevdim, yoksa kesinlikle vermezdim” diye devam etti.
Adam içinden şöyle düşündü: “Bırak be arkadaş! Sen o daireyi üste
almadan da bu evi bu paraya verirdin ama hadi neyse hayırlı olsun. İş bitti!”
Yerleştiler. Cumbalı ve tabi de çok daha büyük olan eski evlerinden daha küçüktü bu ev.
Ama eski evlerinin ruhu da mı geldi buraya yoksa?
Biliyor musunuz?
Huzur geri geldi… BENİMSEMEK… Bu evi
benimsediler…
Hikâye burada bitti. Yani başa döndük. Hep bu kısır döngü değil mi hayat?
Elimizdeki değerleri vererek aslında başka kazanımlar elde edeceğimizi düşleyerek ne maceralara atılırız. Bu hikâyenin sonu güzel... Özellikle böyle yazdım… Ama ya güzel bitmeseydi… O zaman düşünün dostlar… Düşünün, HUZURU ve SEVGİYİ kaybetmeyin…
Bu hikâye; alegorik bir yaklaşımla sadece bir benzetme…
Bu hikâyenin bir başka yönü ise “Hep Başa Dönmek!”…
Yani anlayacağınız bu hikâye her yöne çekilebilir…
Hatta şu anda ben de bir başka yönden düşünmeye başladım bile…
Sağlıcakla…
Bojidar Çipof
25 Mart 2009 01.45 Yeşilköy
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)