14 Kasım 2009 Cumartesi

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ ve BULGAR KİLİSESİ HAKKINDA BİR SÖYLEŞİ 4. BÖLÜM

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ ve BULGAR KİLİSESİ HAKKINDA BİR SÖYLEŞİ 3. BÖLÜM

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ ve BULGAR KİLİSESİ HAKKINDA BİR SÖYLEŞİ 2. BÖLÜM

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ ve BULGAR KİLİSESİ HAKKINDA BİR SÖYLEŞİ 1. BÖLÜM

ATV ADLİYE KORİDORLARI 1996 PASKALYA DAVASI




ATV TV'de, Eylül 1996'da yayınlanan ADLİYE KORİDORLARI adlı programda, Bulgar Ortodoks Kilisesi ile Rum Patrikhanesi arasindaki sorunlar ele alınıyor. Rum Patrikhanesi, 1993'ten itibaren, Bulgar Kiliselerinde yapılan ayinleri, Bulgarca olması gerekirken Rumca yapmak için baskı yapıyordu. 14 Nisan 1996'da Rum Patrikhanesi'nden akovos adlı bir rütbeli papaz ile ona yardım eden Bulgar Kiliseleri Vakfı Başkan Yardımcısı Kiryako Liaje Paskalya Bayramı Ayini'ni yine rumca yaptılar. Vakıf yöneticisi Bojidar Çipof buna karşı bir dava açtı ve Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başlandı. Sanıklar daha sonr a beşer ay hapis cezası aldılar. Bu kayıt mahkeme esnasında çekilerek ATV'de ADLİYE KORİDORLARI adlı programda yayınlandı. Haber; mahkemesinin sonuçlanması ile Yargıtay'ca onanması arasındaki süreçte yayınlanmıştır.

MELTEM TV RUM PATRİKHANESİ İLE BULGAR KİLİSESİ



MELTEM TV'DE 25 ARALIK 2002'DE YAYINLANAN DİYALOG PROGRAMINDA TARTIŞILAN FENER RUM PATRİKHANESİ HAKKINDA BOJİDAR ÇİPOF'UN KONUŞMALARI

1 Kasım 2009 Pazar

HAYALSİN


Hayalsin sen

Seni anımsamıyorum, ya da anımsayamıyorum

Var mıydın?

Yok muydun?

Cevabı yok!

Anımsayamıyorum ki…

Peki, yoksan neden var diyorum?

O zaman demek ki bir “Hayalsin”

Bulanık, gölgeler arasında, karmaşık duygularla neden “varsın” diye düşündüm?

Bu durumda, “yok” demek, ya da “yok” saymak doğru mu olacak?

Belki…

Geçen akşam zifiri karanlık bir sokakta durdum kaldım öylece

İleride, sokak lambasının ışığı birini aydınlattı

İçimden “bu mu?” dedim

Benzetemedim, çünkü seni anımsamıyorum, ya da anımsayamıyorum

Ne yapmalıyım ki anımsamıyorsam, ya da anımsayamıyorsam?

Biraz ileri de gittim o gece

Yanımdan geçerken gördüğüme göz kırptım

Zifiri karanlıkta, korkutmamak için geriye çekildiğim an ona göz kırptım

Karanlıkta…

Tabi ki görmedi, göremedi!

Zor bir iş bu...

Hayallerle uğraşmak

Bulanık, karanlık, sisli ve ürkütücü şekiller görmek ve anımsanmayan ya da anımsanamayanlarla uğraşmak ve karanlıkta göz kırpmak

Ne yapmalı acaba?

Demek ki yok öyle biri, demek ki olmadı öyle biri

Zor, zor hayallerle uğraşmak çok zor

Peki, neden hep hayal kurulur?

Madem boşa, kurulmasın, umulmasın

Bir ışık olsa, bir ışık aydınlatsa yolumu ne güzel olurdu

Kurtulsam o karanlık köşelerden, boşa hayallerden

Sisli, puslu görülmeyen, görülemeyenlerle boşa vakit harcanacağına

Bir ışık yansa ya önümde, aydınlatsa önümü

Kimi bir hayalle, ya da olmayan hayallerle uğraşır durur

Kimi de önündeki ışığı takip eder

Hemen içinde bir sevgi ışığı yak!

Bak o zaman nasıl değişecek her şey

Bak o zaman nasıl da umutla dolacak için

Bırak “Hayal”i

Hatta “Hayalsin” de deme

“Hayalsin”de bir işaret var çünkü

Anımsanmayan ya da anımsanamayan bir hayalle uğraşma

Hayalse “o”  zaten yok!

Anımsama, anımsamaya da uğraşma

Uzamış yine bu yazı...

Tekrar da var biraz!

Biraz olur mu çok tekrar var...

Olsun, bunları yazan belki içini dökmüş

Bu gün;

Doğu’dan yeni bir ışıkla doğacak,

Şunun şurasında sabah ışığını almaya az kaldı

Umutla…

Hayale dalmadan...

Gerçekle...


Bojidar Çipof
3 Ağustos 2009 



EV



Müstakil Şirin Bir Ev… Bahçeli… 

Ahşap cumbalı bir ev… Bahçe çiçekler dolu, her köşesi; özenle ekilmiş, emek verilmiş ve sevgi ile çapalanmış, yıllarca adeta bir evlat gibi üzerine titrenmiş bir bahçe. Çok güzel bir ev…

Kimine göre; “Ne burası böyle? Ne dağınık bir bahçe?” Dedirtecek kadar karman çorban, kimine göre ise bir huzur durağı. O eskimiş, boyası dökülmüş, sanki atılmış gibi bahçenin ortasında duran sandalyede bir oturmaya gör, huzur işte budur. Saatlerce oturabilirsin.

Evi ise özellikle tarif etmiyoruz! Çünkü dedik ya çok güzel bir ev…

Ya da ev sahipleri için çok güzel bir ev…

Evin sahipleri; orta yaşlı bir karı koca. Kimseleri yok! Evlat, ana baba ya da bir yakın akraba da yok!

Ama sevgileri var.

Kendilerine, birbirlerine, komşularına, kedilerine ve çiçeklerine sevgileri var. Hem de çok…

Komşular bahçenin önünden geçerken bu eve ve bahçesine başlarını hep çevirir bakarlardı. Ama bu çiftin geçinecek paraları azdı. Emekli aylıkları ile ancak evi dönüyorlardı.

Bu komşulardan biri aslında bu eve ve bahçesine, pardon arsasına göz dikmiş durumda. Devamlı bu büyük arsa üzerinde yapılabilecek büyükçe bir apartmanın hayalini görüyor ve ellerini ovuşturuyor. Derken bir gün kapıyı çaldı ve kısa bir selamlaşmadan sonra lafı uzatmadan, bu arsa üzerinde yapılabilecek büyük bir evi ve buradan kendilerine kaç daire alabileceklerini anlattı.

Çift evvela anlayamadı. Sanki uyuşturulmuş bir uzvun hissizliği gibi anlayamadılar, algılayamadılar.

Sonra uyuşturucunun etkisi azalır gibi ağrı dalga dalga gelmeye başladı! Hafif bir zonklama, sonra artan bir ağrı, sonra da sanki midelerine vurdu. Hani misafir olmasa ve ona ayıp da olmasa aynı anda ikisi birden tuvalete kusmaya koşacaklardı. Ama çok nazik insanlardı ve evde bir misafir bulunuyordu. Bunu yapmadılar…

Bu ev; onlar için sadece bir ev değildi ki! Sanki bir canlıymış gibi, yıllarca birlikte yaşıyorlardı. Onlar bu evin içinde bir aileydiler.

Ama gerçek acıdır, keskindir ve bazen acıtır. Ev eskiydi ve onlara çok güzel gelen o bahçe aslında çok dağınıktı. Hatta oradaki emeği ve sevgiyi göremeyenler için berbat bir bahçeydi!

Sadece ARSAYDI… 

Adam gitti ama yılmadı. Defalarca geldi. Kimleri göndermedi ki! “Hadi! Bir olur deyin gerisini bana bırakın.” Sonunda bıraktılar direnmeyi ve kabul ettiler. Evvela inşaat süresince oturacakları bir yer bulundu. Bir apartman dairesiydi bu…

Ruhsuz, hissiz bir apartman dairesi… Sevgi yoktu. SEVEMEDİLER

O an ne acı bir an oldu. Kepçenin evi yıkmak üzere vurduğu an. Çok kısa bir sürede evleri enkaz halini aldı. Kepçe kamyonlara o enkazı yüklerken. İrkildiler… Sanki bekleyen kamyonlara etlerinden parçalar yükleniyordu.

Ağlayamadılar… Mahalleli toplanmıştı. “Mademki ağlayacaktınız niye kabul ettiniz?” diyecekler diye gururları müsaade etmedi sustular.

Ama o geçici eve gittiklerinde dayanamadılar ve ağlamaya başladılar. Kadın çok şaşırdı! Kocasını ilk kez ağlarken görmüştü çünkü.

Erkekler ağlamazmış. Boş laf bu… Erkekler de ağlar, hem de öyle bir ağlar ki! Ağladılar ve sarıldılar birbirlerine. Artık ev yoktu. Sadece ikisi vardı… 

Sadece ikisi ve birbirlerine olan o büyük SEVGİ… 

Apartman yükseldi, yükseldi ve sonunda bitti. Kendilerine ayırdıkları daireye yerleştiler. Çok güzeldi ev. Çünkü her gelen öyle söylüyordu! Ama onlar için öyle değildi. O sadece bir apartman dairesiydi.


Çok düşündüler. Günlerce, haftalarca düşündüler ve daireleri satmaya karar verdiler. Sattılar. Bir tek oturdukları daire kaldı. Aman ne kadar da çok paraydı ellerine geçen… Bu kadar çok parayı hiç düşünememişlerdi ki o güne kadar. 

“Bu parayla yine müstakil bir EV alalım mı?”

“Evet, ALALIM”

Ve dolaşmaya bahçeli bir ev aramaya karar verdiler. Biraz dolaştıktan sonra bir yer beğendiler. Kaç para… Offf… Çok paraymış. Yani bizdeki tüm para yetmez buna. Olsun bir daire daha var onu da üste versek…

Satıcı; “Peki tamam” dedi ve ardından “Ben sizi çok sevdim, yoksa kesinlikle vermezdim” diye devam etti.

Adam içinden şöyle düşündü: “Bırak be arkadaş! Sen o daireyi üste almadan da bu evi bu paraya verirdin ama hadi neyse hayırlı olsun. İş bitti!”

Yerleştiler. Cumbalı ve tabi de çok daha büyük olan eski evlerinden daha küçüktü bu ev.

Ama eski evlerinin ruhu da mı geldi buraya yoksa? Biliyor musunuz?

Huzur geri geldi… BENİMSEMEK… Bu evi benimsediler… 

Hikâye burada bitti. Yani başa döndük. Hep bu kısır döngü değil mi hayat?

Elimizdeki değerleri vererek aslında başka kazanımlar elde edeceğimizi düşleyerek ne maceralara atılırız. Bu hikâyenin sonu güzel... Özellikle böyle yazdım… Ama ya güzel bitmeseydi… O zaman düşünün dostlar… Düşünün, HUZURU ve SEVGİYİ kaybetmeyin…

Bu hikâye; alegorik bir yaklaşımla sadece bir benzetme…

Bu hikâyenin bir başka yönü ise “Hep Başa Dönmek!”…

Yani anlayacağınız bu hikâye her yöne çekilebilir… Hatta şu anda ben de bir başka yönden düşünmeye başladım bile…


Sağlıcakla…



Bojidar Çipof
25 Mart 2009 01.45 Yeşilköy